Saat nerdeyse 06:00 olurdu ... Her gün bu vakti uyanıp güneşi ayakta karşılamak âdetim oldu. Birazdan güneş çıkıp ışınlarını etrafa secekdi.

 Her gün olduğu gibi durup biraz avluda dolandım. Avlunun bir köşesinde kendime barfiks yapmıştım. Barfiks de ne barfiks. Torbadan sarkan gibi başlıyordu değirmen gibi dönmeye. Yıkılmaktan kendimi zorla saklıyordum. Ama hep de bahtım getiriyordu. Bu nasılsa değildi ama. Tevazu uzak olsa da söylemeliyim ki, kutsalların himayesinde idim. Bunu sık-sık açığa ve rüyalarımda görüyordum. Müslümanları qırdırmaq için Hıristiyanları Haçlı seferine çağırdığı için sağlam zehlem gitmiş Papa İkinci Urban bana "Cennet makbuzu" hediye etmişti. Onun beni çok istediğini ondan bildim ki, (şimdi istemesin) o, bu mektubu benim için nasılsa değil, özel olarak bir uçan halı ile göndermişti. Korkunç görüntüsü olan tuhaf giyimli bir rahip bükülü mektubu bana sunulan edince donup kaldım, az kaldı yüreğim gitsin, ama bırakmadım gitsin, hemen onu tutup sakladım.

Rahip kendini sundu:

-Ben İkinci Urbanın elçisiyim. Papa sana selam gönderdi ve bu mektubu ciddi şekilde koruyup saxlamağını döne döne uyardı. Çünkü, bu mektup seni bu dünyada himaye etmekle birlikte hem de geleceğin için sigorta, cennet makbuzudur. Bu kağıdı Mısır ehramlarını koruyan ejderha ağzından alıp getirdim.

Ben de kendime özel bir samimiyetle, edep-erkanla mektubu aldım ve onu koruyacağıma yemin ettim. Gerçekten de bu makbuz beni hayatta her beladan hıfz ediyordu. Sağken cenneti kazanmak büyük bir başarı idi. Hele hele benim gibi hiçbir şey yapamayan, serseri biri için ...

Belki de bu birçoklarına gülünç görünebilir, ama bahtım hep getiriyordu. Bir-iki kez elim barfiksin turbasından sürüşmüşdü, neyi var yüzüstü yere serilmiştim. Ancak, Tanrı yüzüme bakmıştı ki, yer kumla vardı, beton olsaydı yüzüm ütünün altı gibi dümdüz olacaktı.

Her defa özenle barfikse yaklaşırken kenardan bakan derdi ki, galiba bu adam aşağısı 20-30 kez çekinecek. Ellerimi qoltuğuma karpuz verilmiş gibi aralamışdım, az kalıyordu dirsəklərim çiynimlə bərabərləşsin. Kendinden başka kimseyi beğenmeyen, kendisi ise bir kuruşa değmeyen adamlar gibi başımı yukarı kaldırmıştım. Barfikse çıkan gibi 5-6 defadan fazla çekinemiyordum. İtiraf edeyim ki, önceler hiç bunu da beceremiyordum. Ama polise işe düzelmek istediğimden en az 10 kez dartınmağım gerektiğine göre ben bir-iki ay antrenman yapmıştım. Gün olmuyordu ki, ben bu andır kalmış turnikdən sürüşmeyeydim. İyi ki, ezilmiyordum. Her düştüğünde ezilseydim bende can kalmazdı ki. Onda beni hiçbir hastane kabul etmezdi. Derlerdi ki, gecikmisiniz, bilemeyiz. Sonunda polis olmak arzumu yüreğimin derinliklerinde gömdüm.

Ama iyi söylemişler "taze bir arzu doğdu, eski arzuyu boğdu". Bir arzuma çatırdım başkası peyda oluyordu. Sabah sporundan sonra bilgisayarın arkasına geçiyor, siyasal haberlerle tanışıyor, resimlere, videolara bakıyordum. Bilgisayar biraz yıpranmış olsa da, eski adamlar demiş turp gibi çalışıyordu. Fakat bununla işim geçmiyordu. Çünkü onu kendimle dartıb şehre götüre bilmiyordum. Çokdandi ki, kendime diz üstü bilgisayar almak istiyordum. Düşünüyordum ki, dizüstü alsam tercihler tükenir. Bir süre sonra bu arzuma ulaştım. Ama faydası olmadı, yine de arzular beni rahat bırakmadı. Meğer arzu dizüstü arzusu değilmiş ...

Hep muhatap olmayı sevdiğim eski yaşlı adamlardam duymuştum ki, insan güneşi ayakta karşılar. Bu müdrük tavsiyesi kendi hayatımın normasına çevirmişdim. Bir gün yine erkenden kalkıp âdetim üzere güneşin doğmasını bekliyordum. Güneş kendi şafağını üstüme saçanda zindeleşiyordum, (tıpta buna güneş banyosu da diyorlar) sanki arzular çin oluyordu. Arzular sadece komşumuz Sefailin yanında olunca beni geçici terk ediyordu, sanki Sefailden korkuyorlardı arzular. Onun yanında her şeyi unuduyordum. Bu Sefailin şakacı olmasıyla bağlıydı. Çünkü Sefail o kadar tatlı, ilginç konuşuyordu ki, ağzı açılı halde onu dinlemekten doymurdum. 25 yaşındaydı. Teknik üzere Yüksek eğitim almıştı. Konuşuyordu ki, üniversiteye kabul olmadan önce üç yıla yakın araba ustasının yanında bycılık öğrenip. Bizim onunla ilginç iletişim kurmamız bir de edebiyatla bağlıydı. Ben ihtisasca filolog idim. Özelliği kitap okumayı çok seviyordum. O da benim gibi edebiyat delisiydi. Bazen her ikimiz aynı eseri okur, bitirdikten sonra müzakere ediyorduk. Ben her zaman bir kitabı ondan çapuk okuyup başa çıkıyordum. Onun işi çok oluyordu, ulaştıra bilmiyordu sona. Arkadaşım biraz Rablenin Pantakruelinə benziyordu. Onun gibi iricüsseli ve çok zekiydi. Olaylardan mantıklı sonuç çıkarmayı başarıyordu. O ise beni Robinson Kruzoya benzetiyordu ve diyordu:

-Sen hiçbir şeyi aldırmıyorsun. Sanki, Robinson gibi yalnız bir adaya düşmüşsün. İlginç odur ki, Robinson hiç orada da özlemiyor. Kendisine ilginç faaliyet alanları bulup başını katıyor. Sen de bir tür onun gibisin.

Bu kez okuyacağımız eser arzular hakkında idi. Bu kez düşündük ki, yenilik yapalım. Her birimiz bir eser seçtik, okuyup bitirdikten sonra onları karşılaştırma yapacak ve istekler hakkında ortak sonuca gələcəkdik. Arkadaşımı evimize davet ettim. Çay içe içe tartışmaya başladık. Bizim tartımamız hep soru-cevapla geçirdi. Herhangi bir eseri okuyup bitirdikten sonra kızgın tartışıyorduk.

Bu kez birinci ben başladım:

-Sefail, biliyormusun, arzular hoş olsa da beni sıkıyor, sinirli, rahat yaşamaya koymuyor. Birine ulaşıyorsun, öteki arzu doğuyor. Öyle bil ki gölgem gibi beni karabakara izliyorlar.

-Biliyorsun, bence sen bu arzular hakkında çok dersin ona göre de her gün senin için yeni arzular doğuyor.
- Çünkü, bu benle bağlı değildir.

-Ne bileyim vallahi. Benim hiçbir arzum yok. Ben kadere inanan bir insanım. Kısmetimde ne varsa çıkacak karşıma benim istemeyimle, arzulamağımla değil ki!

-Yok, ben öyle düşünmüyorum. Bence bir şeyi istediğinde gerek çalışasın, direşesin. Karşına amaç koymasan, o amaca ulaşmak için çalışmasan o zaman yaşamanın ne anlamı olur ki! Yoksa evde otur, kapıyı da yüzüne kapat, bekle ki, kısmetinde ne varsa gelip çıkacak kapıya. Kısmet benim arkadaşımdı. Şimdi Moskova'da ticaretle uğraşıyor. Ben de kadere inanıyorum, o da ki, ancak ve ancak tesadüfler sonucu oluşan kısmetlere.

-Nasıl düşünüyorsun arzu insana ne veriyor?
-Sefailin bu sorusuna biraz kısa cevap vermek istedim.

-Arzu güzel şeydir. Ama belli ki, gerçekleşirse. Çok arzunun olmayı da insanı yoruyor.

Bugün her zamanki âdetimi bozmalı oldum. Geceyi geç yattığım için sabah uykudan çabuk uyana bilemedim. Biraz yerimde o tarafa bu taraf fırlandım, sonunda "kendi alemimdə" uykuyu yenip ayıldım. Hiç spor yapmaya, bahçede gezinmeye halim yoktu. Rüyada güneşi görmüştüm. Öyle parlak ışık saçıyordu ki, hiç ona bakmadan bile insanın gözlerini kamaştırıyordu. Rüyamın çin çıkmasını bekliyordum. O'dur ki, yüzümü batıya çevirdim. Güneş ise doğmak istemiyordu. Daha biraz bekledim. Heyecanlandım, çoxdandı ki, böyle bir algı yaşamamışdım. Yaşlılarda duymuştum ki, uykuda gördüğün her bir olay hayatta aksine olur.

Düşündüm, muhtemelen saat durup. Eve yürüyüp saate baktım. Her şey yolunda idi. Heyecanım pik noktaya ulaştı. Çabuk avluya düştüm, telefonun sesi de ara vermiyordu. Arayan sınıf arkadaşım Ayhan idi. Beni köyün içine, parka, çay evine davet etti. Heyecandan televizyonu da yanılı koymuştum. Onu söndürmek için içeri odaya girdiğinde duyduğum şok haber beni iyice sarsıttı. Önde gelen özel heyecanla, dili topuk vurarak konuşuyordu:
- "Değerli izleyiciler, bugün dünya tarihinde ilginç bir doğa olayı meydana gelmiştir. İlk kez güneş yeryüzüne doğmamıştır. Tüm bilim adamları, insanlar şokta ... ". Televizyonu kapatıp köy içine yollandım. Acele edoyordum, bu haberi çabuk sınıf arkadaşıma da ileteyim. Meğer o benden de önce haber tutmuştu. İnternetten telefonuna mesaj gelmişti. O da benim gibi önce inanmamıştı.

Çay içip, okuduğumuz okulda gittik. Sanırım bugün tesadüf günüydü. Okula varır varmaz bizimle yüz yüze bir grup kızla karşılaştık. Taşı kurtaran saat gibi yerimde saymaya başladım. Sanki güneşin doğmamasının sebepkarı bu kızların arasında gizleniyordu. Kalbimden gelen garip bir ses hep bu fikri bana geçiştiriyordu. Bunlardan biri kendi bakışları ile beni hayran etti, kalbimi aldı götürdü sanki. Sanki onun gözlerinden benim gözlerime görünmeyen köprü çekildi. Bu kez kalbimi tutup saklayamadım.

Arkadaşıma derdimi anlattım, sevindiyindən beni sarıp öptü. O da öyle bir harekete bağlıymış ...

Güzelliği ile beni hayran eden güzel aklımdan çıkmıyordu. Yaklaşıp selam verdim. "Ne var, ne istiyorsunuz" - diye beni edebi dilde açıladı. Kesinlikle darılmadım.

Güneşin doğmaması olayını artık unutmuştum, sanki, bu olay uzun yıllar önce meydana gelmişti. Artık yavaş-yavaş bunun nedenini anlıyordum.

Çünkü bugün hayatıma tamamen başka bir Güneş doğmuştu ...

Yeqzar Ceferli

( Güneş... başlıklı yazı Yeqzar tarafından 30.11.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu