Engerek Dağı,Samsun'un iki üç mil kuzeyinde iki geniş vadinin eteğine iyice sokulur ve derinden heybetle yükselir. Geniş ve dik yamaçları kayalarla örülüdür. Tepelere yükseldikçe sıcaklık hızla düşer, ta zirveye varmadan altın yamaçlarına bembeyaz pamuksu kar taneleri kaplar,buz tutar.Kuzeyden esen soğuk,sert rüzgarlar büyük uğultular gizemli iniltiler çıkarır. Vadi tarafında nehir boyunca ağaçlar dizilidir. Her bahar yemyeşil, ışıl ışıl fışkıran çınarlar, söğütler, asmalar, taflan ve fındık ağaçlarıyla süslenir, bol bol şırıl şırıl akan yağmur suları ile yıkanır her taraf.
Komşu vadiler mis gibi toprak kokar. Nemli düzlükler gececi tavşanların ve karanlıkta su içmeye gelen geyiklerin yarık tabanlı izleriyle doludur. Taflanların içinden geçen ve fındık ağaçlarının arasında uzayıp giden bir patika vardır burada.
Komşu köylerden ormanın bereketli ayaklarında odun kesmeye , taflan ve fındık toplamaya, piknik yapmaya gelen insanların ayakları altında çiğnenmiş, patikadan aşağılara yorgun argın inip ağaç diplerinde gecelemeye gelen insancıkların konakladığı bir sığınaktır burası.
Güneşin pişirdiği gevrek yaprakların usulca, kana kana döküldüğü ağaç diplerinde kamp ateşinden arta kalan nice kül yığını durur. Kül yığınlarının bulunduğu yere yakın, gelenlerin bıraktığı üç beş örme halı serilidir.
Büyük ağaç gövdelerine sivri çakılarla nice harf ve isim kazılıdır. Gelenlerin bıraktığı hayatlardan nice kesit, nice aşk bu ağaçlarda saklıdır.
Ormanın iç kısımlarına gidildiğinde iç içe geçmiş çalıların arasında yüzlerce ateş böceği göze çarpar. Gündüz kendisini geceye devrettiğinde çalıların arasındaki tüm ateş böcekleri muhteşem bir gösteriye sahne olur, ışıl ışıl ateş saçar her yana. Yaz mevsiminin kavurucu sıcağında pişen topraklar havanın kararmasıyla yerini geniş, kara gölgelere bıraktı. Alaca karanlıkta ormanın yabani kuşları küçük uğultularla kanat çırparak yuvalarına doluştular. Az sonra ormanı boydan boya yaran karayolun bulunduğu taraftan büyük yankılar halinde yaklaşan ayak sesleri duyuldu. Hemen ardından iki adam patikadan çıkıp taflan ağaçlarının yanındaki düzlüğe adım attılar. ikisi de orta boylu idi. Öndekinin üzerinde taşlanmış mavi kot pantolon, beyaz bir gömlek siyah deri bir ceket vardı. seyrek siyah saçlara sahipti. Yumuşak hatlı uzun kumral yüzünde kahverengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Vücudu çevikti, uzun düzenli parmaklar güçlü kollar, kalın kemikli bir burun...
Arkasından gelenin üzerinde siyah çizgili kadife bir pantolon, kahve tonda bir gömlek ve uzun dizlerine kadar gelen gri tonda gelen bir pardesu vardı. Vücudu narindi, orta boyuna uygun bir kiloya sahip vücudu düzgündü. Geniş alınlı, sık siyah saçlara sahipti. Küçük kulaklarını omuzlarına kadar uzamış saçları kaplamıştı. Öndeki taflan ağacının dibine varınca durdu. Hemen ardındaki de yanına kadar yürüyüp ona doğru doğruldu. Elindeki çantayı ve eşyaları taflan ağacının dibine dayadı. İkisi de yürümekten yorulmuşlardı. Birlikte yere çömeldiler, derin bir nefes çektiler. Deri ceketli olanı ayaklarını boylu boyunca uzatıp sırtını ağaca dayayıp oturdu. Diğeri de yanına oturdu ve ayaklarını toprağa bıraktı.
Güneşin yakıcı ışığından kuruyup sararmış, altın rengine dönüşmüş yaprakların ayakları altında çıkardığı sese kulak verdiler. Uzun sık saçlara sahip olanı yorgun bir sesle;
-Zahir ben çok yoruldum burada duralım artık ha ne dersin? dedi.
Zahir gözlerini ona dikip göz kırparak;
-Evet dostum haklısın, bayağı yol yürüdük ama değdi, Sonunda istediğimiz mekana geldik. Burası son durak deyip omzuna dokundu. Etrafı iyice kolaçan ettim de karar verdim geceyi burada geçireceğiz.
Celal burası harika bir yer dostum.
-Evet gerçekten de muhteşem diye onayladı Celal. Ateş böcekleri birazdan ışıldamaya başlarlar. Orman harika kokuyor,hava öyle ferah öyle temiz ki insan huzur buluyor.
Az zaman sonra hava iyice karardı. Gökyüzünü parlak yıldızlar kapladı. Ay semanın karanlığında yüzünü gösterdi. Ormanın en ihtişamlı ağaçlarının tepesindeki baykuşlar ve guguk kuşları gizemli sesler çıkardılar. Uğultulu sesler ormanı çepeçevre kuşattı. Zahir oturduğu yerden kalktı,doğruldu.
-Celal hava iyice karardı,bir an önce hazırlık yapmamız gerekiyor, karnımda çok acıktı.
Gaz lambasını yanına almayı unutmadın değil mi ?
Celal ağaca dayanarak hızlıca kalktı.
-Her şey çantada merak etme hiç bir şeyi unutmadım.
-İyi çok güzel,sen hemen gaz lambasını yak ve şu ağaca as, göz gözü görsün yeter. Ben de peşine çalı çırpı toplayacağım. Mangal kömürünü unutmadın değil mi?
-Hayır unutmadım zahir telaş etme bu gece harika geçecek dostum.
Celal ağaca dayadığı büyük yeşil kulplu çantadan bir gaz lambası çıkardı ve arka cebinden çıkardığı çakmak ile lambayı yaktı. Sonra baş uçlarındaki taflan ağacının dalına bağladı. Bir anda ışık ormanı derinlemesine sardı. Zahir ışın vurduğu bölgelerden çalı çırpı toplamaya koyuldu. Celal çantadan diğer malzemeleri çıkarıyordu; Altın sarısı işlemeli bakır bir semaver, bir miktar mangal kömürü, çaydanlık, bardaklar, köfteler, tuz, ızgaralık ocak, iki adet tulum...
Az sonra Zahir bir kucak dolusu küçük dal parçaları ile geldi. Odunları ızgaranın yanı başına döktü;
-Ben ızgarayı sen ise semaveri yakacaksın dedi. Izgara işinde kimse elime su dökemez ayrıca iyi pişmemiş ya da alev halinde iken yanmış köftelerden hiç hoşlanmam.
-Tamam Zahir, senin bu konuda benden iyi olduğunun farkındayım. Ben de çay yapmaya bayılırım. İyi çayda benimle kimse yarışamaz dostum bunu sende biliyorsun değil mi dedi gülerek.
-Evet dostum bu konuda benden daha iyisin malesef dedi Zahir ve iki side bir kahkaha patlattılar.
Celal döndü dedi; Hey Zahir çayı unutmuşum bu olamaz koyduğumu hatırlıyordum. Çantada bir gram çay yok. Zahir sinsice gülmeye başladı. Bunun üzerine Celal anlamayan gözlerle Zahire bakıyordu.
-Sen neye sırıtıyorsun gene pis pis
Zahir gülmesini sürdürerek;
-Demek öyle dostum bu numarayı daha kaç kez yiyeceksin bilmiyorum. Çayı yolda gizlice cebime indirmiştim ruhun bile duymadı dedi. Celal dişlerini sıkıp başını eğip zahire doğru sallayarak.
-Ah seni küçük hırsız hiç vazgeçmeyeceksin değil mi? dedi.
-Ne yapayım kanım bozuk içim hinlik dolu.
Celal gırgıra ortak oldu.
-Sen küçükken de böyleydin cebimdeki mangırları ruhum bile duymadan çora ederdin. Seni küçük sinsi kurnaz tilki, bu ormanın tek tilkisi sen misin sanıyorsun?
-Nasıl yani, ağzında ne saklıyorsun dedi Zahir
Celal kurnazca gülümsedi:
-Cebini kontrol et dostum
Zahir odunlarla ilgilenmeyi bırakıp ellerini cebine indirdi.
-Seni hınzır seni, mangırlarımı sen mi çora ettin?
-Ne sandın zahir bu ormanın tek tilkisinin sen olmadığını.
-Celal hadi yakalım artık şunları da güzel bir ziyafet çekelim dedi zahir.
-Evet dostum midelerimiz bayram edecek dedi Celal.
Zahir, getirdi kuru dal parçalarını ızgara ocağını üstüne koydu. Bir kısmını elleri ile parçaladı ve ocağın içine çoban ateşi yaktı. Etrafına gevrek yapraklardan doldurdu. Kuru yaprak ve dal parçaları alevin etkisiyle çatırdamaya başladı. Ocağın içinde kısa sürede küçük alev toplarına dönüştüler. Zahir közlenmiş ocağa birkaç kalın dal ve tahta parçası daha attı. Ocaktaki alev ormanın içini dolduran ışığın şiddetini arttırdı. Ağaçlara yanan ateşin gölgeleri vuruyordu. Celal ise semavere bir miktar su doldurup çalkaladı. Çalıların arasına doğru boşalttı suyu, semaverin ağzına dek tekrar su doldurdu. peşine Zahir'in yaktığı ocaktan bir miktar köz alıp semaverin ortasındaki duman borusundan içeriye attı. daha sonra kuru dal parçalarını doldurdu. Bir çıra yakıp semaverin ocağına doğru bıraktı. Ateş tutuşsun diye semaverin ağzına eğilip sürekli üflüyordu. Kısa sürede oda tutuşu verdi, içindeki dallar çatırdamaya başladı.
İkisi de yanan dalların köze dönüşü ve çıkardıkları dumanların göğe doğru yükselişini seyre daldılar. Az sonra semaver suyu kaynayıp fokurdamaya başladı.
-Benim su kaynadı bile Zahir, ben çay suyunu dolduruyorum dedi Celal
-Oh oh çok güzel, bende şimdi ellerimle hazırladığımı köfteleri ızgaraya dizeceğim.
Bana bir parça tuz uzat dedi Zahir
-Tuzu ne yapacaksın dedi Celal
-Köz olmuş ateşin içine serpeceğim ki daha lezzetli olsun, közü korusun diye, dedi Zahir.
-Hımm Sen bu işi biliyorsun dostum deyip tuzu Zahir'e uzattı.
-Zahir gülümseyerek tuzu aldı ve heyecanla közün içine bir miktar tuz serpti.
-Karnımda iyice acıktı dostum, iri kıyım bir kuzu çevirmeyi tek başıma mideye indirebilirim, dedi Zahir.
Celal gülümsedi, çaydanlığa fokurdayan sudan doldururken gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
Çaydanlığın içindeki çay kaynar suyun etkisiyle kabardı. Semaverin üstüne çaydanlığı yerleştirdi.
-Ohh mis gibi dem alacak şimdi sen gör Zahir ızgarayı soğanlamayı unutma. Soğan kokulu köftelere bayılırım dedi Celal.
Zahir baş üstüne dedi ve eline bir soğan alıp cebinden çıkardığı çakıyla ikiye yardı, Izgaranın üstünü soğanla gezdirdi. Peşine ızgaralığa köftelerini özenle sıraladı. Izgara arası köfteler mangal için hazırdı artık.
Vakit kaybetmeden ızgaralık köfteleri özenle ocağın üstüne oturttu.
-Şimdi izle Celal hayatında böyle köfte yememişsindir. Birazdan kızarırken ki mis kokuyu burnuna çekme lezzetini tadacak yağın köz içindeki o nefis çatırtısını duyup iştahın kabaracak, şu muazzam köfteleri mideye indirmek için bana yalvaracaksın deyip kurnazca gülümsedi Zahir. Celal buna karşın;
-Benim çayım olmadan o köfteler boğazına dizilecek dostum diyerek her iki arkadaşında birbiriyle olan muhabbetleri ormanın o sessiz ve doğal güzelliklerinde ve hafifçe üşüten rüzgarında iki arkadaşı da hiç üşütmüyordu. DEVAM EDECEK...:)
-