Yıldırım Doğmuş'a
Yeni gördüğüm ya da hiç görüp tanımadığım insanlarla tanışıp konuşmak hoşuma gider. Niye gitmesin ki… Her insan ayrı bir dünyadır. Kim bilir ne yaşanmışlıkları vardır o insanın? Kişiler hakkında yargıya varabilmek için onları iyi tanımak gerekir. Başkalarının yorumuyla ya da bir iki olumsuz yaşanmışlıkla o insan hakkında karar vermek ön yargıdan başka bir şey değildir. Her neyse burada öğütler verip öğretici nutuklar atmaya niyetim yok. Eee ne diye yazıyorum o zaman bu yazıyı? Şimdi hemen söylemeyeyim. Bizim çocukluğumuzdaki Türk filmleri gibi sonu başından belli olmasın.
..............
Şöyle bir baktım yan masada briç oynayanlara. Yaşları altmışı geçmiş benim gibi kır saçlılar. Masada sırtı bana dönük, zayıf, saçları yaşına göre dökülmemiş biri. Ara sıra yana döndükçe yüzünü de yandan görebiliyorum.
“Allah Allah, ben bu adamı nereden tanıyorum?” diye düşünüyorum. Çok da düşünmedim zaten. Didim’in en sıcak günlerinde bile esen “Gerçek Yalı Lokali”nde oyunumuz bitince yandaki masaya yanaştım. Onlar da briç oyununu bitirmişler kalkmak üzereydiler. Yanılmadığıma emindim; ama yine de “Yanılsam ne olur yani? Özür dilerim, güler geçeriz.” diyerek omzuna dokundum arkadaşın:
-Ben, sizi tanıyorum, adınız Yıldırım Doğmuş, haydi bakalım siz de beni tanıyın!
Biraz şaşkınlık içinde ayağa kalkıp bir süre bakıyor Yıldırım Bey. Mutluluğunu belirten bir gülümsemeyle:
-Tanıdım Numan hocam, ben de sizi tanıdım, diyor.
Kırk yıllık dostlar gibi, birbirini uzun yıllar görmeyen insanlar gibi sarılıp öpüyoruz birbirimizi ve ben diyorum ki yanımızdaki arkadaşlara:
-Yıldırım Bey’le hayatımızda ilk kez karşılaşıyoruz. Peki, birbirimizi nasıl tanıdık, bunu da siz çözün.
………………
Emeklilikten sonra dokuz on yıllık dershane öğretmenliğini de bırakınca çocukların da zorlamasıyla bu bilgisayar dünyasına girdim. “Baba, sen yazı da yazıyorsun, senin için tatlı bir uğraşı olur, gel bilgisayar alalım.” dediler. “Ben, bilgisayar klavyesinin tuşuna basmayı bilmem.” desem de aldık bilgisayarı. “ŞU FACEBOOK DEDİKLERİ” başlıklı yazımda anlattığım gibi bir de facebook hesabı açtılar “Senin çok öğrencin oldu geçmişte, onlarla, arkadaşlarınla iletişim kurarsın, yazılarını da okurlar.” diyerek. Facebookta yaşadıklarımı tekrar anlatacak değilim. Birçok edebiyat sitesinde “günün, haftanın, ayın yazısı” olarak değerlendirilen o yazımda anlatmıştım.
Bir gün facebooktaki özel mesaj bölümünde kırmızıyla bir (1) rakamı. Hemen tıklıyorum ve karşıma aşağıdaki mesaj çıkıyor:
“Merhaba öğretmenim, ben emekli öğretmen Yıldırım Doğmuş. Bursa'da oturuyorum. Taştan Çıralar ,yakın arkadaşımdır.Babam Vahip Doğmuş,”Olimpos” dergisinde şiirler yazar. ‘Anneler Günü' ziyareti için gittiğimizde sizin yazınızı eşim okurken (O da emekli öğretmendir.) ‘Facebook yazısını senin gibi yazmış’ dedi .Tabii ben de okudum, çok beğendim. Bursa’mızda ‘ Sosyal Medya ' konulu konferansta konuşmacı olarak katılmamı istemişlerdi. Konu ile ilgili bir konuşma yapmıştım, sizin yaşadıklarınızın hemen hemen aynısını yaşadığım için bir çok ortak yanımızın olduğunu gördüm.Sizinle facebookta arkadaş olmak arzumdur.
Selamlar...”
Ve Yıldırım Bey’in isteğini memnuniyetle kabul ederek arkadaş oldum. Arkadaşımın söz ettiği “Olimpos” kişisel çabalarla Bursa’da çıkarılan yerel bir dergiydi. Her sayısına benim bir iki yazımı koyuyordu. Dergiden bir tane de adresime gönderiyorlardı. Ara sıra rastgeldikçe facebookta Yıldırım Bey’in paylaşımlarına bakıyordum. Zayıf bedeni, uzun boyu ve yaşına göre dökülmeyen kır saçlarıyla akılda yer eden bir görünüşü vardı. Ben de Didim’deki lokalde Yıldırım Bey’i, hayatım boyunca hiç karşılaşmadığım Yıldırım Doğmuş’u böyle tanıdım.
Tanıştığımızın ertesi günü yine buluştuk, uzun uzun sohbet ettik. Şu akıp giden, dur diyemeyeceğimiz hayatta bir dostum daha oldu.
“Şimdi ev kalabalık, çocuklar, torunlar gitsin ailece de tanışırız.” dedi Yıldırım Bey. Bir araya gelip tanışacaktık; ama biz eylül sonunda Ankara’ya dönmeyi planlamışken ağustos ortasında dönmek zorunda kaldık. Torun okullar açılıncaya dek yanımızda kalmak istemedi. Ona bakmak için yollara düştük. Yıldırım Bey’le dost sohbetler de kısmetse seneye kaldı.
………………
Konuşmalarımızda, anlatımlarımızda daha inandırıcı olmak için abartmayı severiz. Bazı insanlar bunun dozunu kaçırır. O zaman da inandırıcılıklarını tüm yitirirler. Biliniz ki sık sık “Yemin ederim…” diye söze başlayanlar da yalan daha çok olur. Ben, “Yemin ederim..” falan demeyeceğim; ama şu anlatacaklarımı aynen yaşadım ve yukarıdaki olayı yazmaya öyle karar verdim.
Geçenlerde bilgisayarı açtım facebooka bakarken şunu düşündüm: “Yıldırım Bey’le ilginç bir tanışmamız var. Bu tanışmayı da hikâyeleştirsem güzel olur.” Aradan birkaç dakika geçti, “mesaj” bölümünde yine kırmızı bir rakamı. Açtım ve Yıldırım Bey’in mesajını ve benim cevabımı aşağıya olduğu gibi kopyalıyorum:
“Habersiz gittiğin için üzüldüğümü belirteyim...Şu karşılaşmamızı hikâyeleştirirsin sanmıştım. Belki de aklından geçirmişsindir.Tekrar görüşmek üzere.. Bursa’ya yolun düşerse bir “Alo! kadar yakınım, selamlar...”
Yıldırım Bey’e şöyle cevap verdim:
“Yıldırım Bey, şu anda hayretler içindeyim. Ben, belirttiğiniz karşılaşmayı hikâye olarak anlatmayı bugün düşündüm ve kafamda kurguluyordum. Siz de bugün yazıyorsunuz.Yakın zamanda hikâyeyi okursunuz. Habersiz ayrılmaya gelince, aslında eylül sonuna kadar kalacaktık. Torun bizim yanımızda kalmayı istemedi, biz de zorunlu olarak döndük.
Selamlar, saygılar. “
…………………….
Her zaman yazıyorum, söylüyorum. Bütün yaşanmışlıklar öyküdür, yeter ki sen anlatmak iste. Zaman akıp gidiyor ve hayat bir gün bitiyor. Senden de bir şeyler kalsın geriye.
“Nefes almak değildir yalnız
Hayat
Dostları, sevenleri olmalı insanın
Hep içimizde taşımalıyız
Sevgiyi, hoşgörüyü, dostluğu
Hiç sahibi olmamalı
Kinin, ön yargının, yalanın”
…………………………………………………………
Numan Kurt
5 Eylül 2015