Her şey aniden
değişmişti, önce otlar soldu kırlarda. Sonra kelebekler öldü. Dağ yamaçlarına
sinmiş çiçekler kuruyuverdi. Ve tarladaki sarı başaklar saksı da ki mor
menekşeler, hatta deniz bile mavi değildi artık. Ani bir hızla göz açıp
kapanasıya tabiat isyan etti insana.
Çöl sarısı oldu göğün rengi. Kırmızı kiremitli damların bacasına kuşlar yuva yapmıyor, pencereye konmuyordu. Kökleri kopmaya başladı ağaçların, karıncalar sığınamıyordu toprağa…
Tuhaf bir griydi bulutlar, yeryüzünde ki bütün beyazlar kirlenmişti sanki. Kırmızı bir gelincik son anda fark etti yolunda gitmeyen bir şey olduğunu.Kan rengi yapraklarına süzülen gözyaşı damlası gibi eriyiverdi. Çağlayanlar dolusu günah birikmişti.
Nesli tükenmiş iyiliklerden bir zerre bile kalmamıştı. Koca bir kara delik açılıp yutmuş muydu gün ışığını?Siyahın hâkim olduğu yüreklerin karası kapatmıştı güneşin aydınlığını, ter içinde uyandı.
Düşle gerçek arası gördüğü kâbusun gerçek olursa nelere mal olabileceğini anladı.Yatağından kalktı pencereyi açtı, gökyüzüne baktı.
Sabahın ilk dakikalarında yerde ki yeşil otları, gül dalında ki kelebekleri, rengârenk açmış kır çiçeklerini gördü.Gece siyahtan maviye dönerken kuş seslerini dinledi. O anda bir ses duydu.
Pişmanlığın kızıl ateşi kavuruyordu içini suçluyum dedi, çok hem de çok suçluyum. Sustum, dünyanın infazına şahit oldum, itiraz etmedim, durun yapmayın demedim.Kendi çıkarlarım için seyirci kaldım vahşete.
Ve onu uyandırana bir kez daha şükretti.Yaşıyordu nefes alıyordu şükür dedi, çok şükür kıyamet kopmamıştı...
Şükran Gülcenaz AYDOĞAN