EBÛ YUSUF YA'KÛB BİN İSHAK EL-KİNDÎ
1.İSLAM DİNİNDE DÜŞÜNCENİN GELİŞİMİ
İslam'ın erken
tarihlerinden itibaren din ilimleri organize olmaya başlamış ve Medine'de üç
büyük disiplin doğmuştur: Kur'an-ı Kerim tefsiri, Hz. Peygamberin sözleri, dînî
hukuk (fıkıh).[1]
Kur'an-ı Kerim ve sünnete baktığımızda pek çok
ayet ve hadislerde aklın değerine vurgu yapıldığını ve insanın daima düşünmeye
sevk edilmekte olduğunu görmekteyiz. Tefsir ve hadis ilminden sonra gelişen
fıkıh ilmi ise bu ayet ve hadislere dayanarak akıl yürütmeyi delil olarak kabul
etmiştir. Şöyle ki bir müctehid, Kur'an ı Kerim ve sünnette bulamadığı şeyler
hakkında -ayet ve sünnetler ışığında- kıyasa (akıl yürütmeye)
başvurabilmektedir. Görülüyor ki akıl, insanı diğer canlılardan ayıran en
önemli özellik olması hasebiyle İslam'da daima aktifleştirilmeye çalışılmıştır.
İslam'ın geniş coğrafyalara yayılması ve Arap
olmayanların İslam dinini tercih etmeleri ile Arapça'ya ilgi artmış, böylece Arap
grameri ve ona bağlı olarak Tahlil ve Semantik Mantık metotları gelişmiştir. Bu
durum aklın istiğmâline bir alan daha açmıştır.
İslam’ın Kuzey Arabistan, Mezopotamya ve İran
gibi kadim medeniyetlerin geniş kültür havzalarına yayılması ve eskiden başka
dinlere mensup olanların İslamiyeti tercih etmeleri sonucu Müslümanlar, farklı
kültürlerle tanışarak etkileşim haline girmişlerdir. Bu durumun ekonomik,
siyasi ve sosyal açıdan olumlu gelişmelere yol açtığı gibi Müslümanların
kültürel ve düşünsel açılardan da ilerlemelerine katkı sağladığı açıktır. Zira
Müslümanların etkileşime geçtiği ve bilgi alışverişinde bulunduğu milletler,
Yunan felsefesini iyi bilen insanlardan oluşmaktaydı.
Bu bilgi
alışverişi bazen bilerek ve isteyerek bazen ise zorunluluktan kaynaklanmak
suretiyle olmuştur. Zorunluluktan kastettiğimiz şudur ki; farklı dindeki
insanlarla İslam’ı savunmak adına yapılan münâkaşalarda Müslümanlar, karşı
tarafa kabul ettirebilecekleri şekilde bir cevap verebilmek için onların kullandığı
yöntem ve felsefeyi öğrenmek durumunda kalmışlardır. Örneğin; Ya’kub b. İshak
el-Kindî, Yâkûbi ve Nasturî-Hıristiyan dinine mensup olan devrinin kelamcıları
ile kelâmi polemiklere girmiş ve Teslise karşı -felsefe metodunu kullanarak- Tevhidi
savunmuştur. Polemiğe girdiği kişilerden biri de Yahya İbn Adî’dir. O,
Kindî’nin Teslisi inkârı üzerine kendi görüşlerini ispatlamak ve Tevhid
görüşünü çürütmek adına “Teslis Akîdesini Müdafaa” isimli bir kitap kaleme
almıştır. Burada Kindî’nin her itirazına karşı bir cevap üretmiştir.[2]
Felsefenin
İslam'a girmesine katkı sağlayan en önemli etken ise tercüme faaliyetleri
olmuştur. Emevilerde şahsî isteğe bağlı olarak yapılan tercümeler varsa da
sistemli bir şekilde yapılan ilk tercümeler Abbasiler devrinde kendini gösterir.
Bu zamanda eski Yunanca'dan bazen Süryanice ve Pehlevice aracılığıyla bazense
direkt olarak Arapça’ya yapılan tercümelerin çoğu devlet kanalıyla olmuştur. Tercüme
faaliyetleri yapmak üzere özel kütüphaneler inşaa edilmiştir.
İslam Felsefesi,
İslam dünyasında asıl gelişimini IX. asırdan itibaren gösteren bir felsefe olup,
esas olarak kadro ve materyal bakımından Helenistik düşünceden ilham almıştır.[3]
İslam
medeniyetinde felsefeyi ilk kullanan ve gerçek anlamda Müslümanların felsefeyle
tanışmasını sağlayan ilk bilim adamı şüphesiz Kindî’dir. O, bu özelliğinden
dolayı “Feylesûfü’l-Arab” (Arapların Filozofu) ünvanını kazanmıştır. Biz de bu
yazımızda Kindi’nin hayatına, kişiliğine, metoduna değinerek, bazı felsefî
görüşleri ile onu tanımaya çalışacağız.
2.KİNDÎ’NİN
HAYATI VE KİŞİLİĞİ
Ebû Yusuf Yakup İbni İshak el-Kindi, aristokrat
bir aileye mensup olup beşinci göbekten dedesi olan Eş’as b. Kays, Arabistan'daki
meşhur Kinda kabilesinin reisidir. Bu kabile, hicretin 10. yılında İslamı kabul
etmiştir. Hz. Ebûbekir, halifeliği döneminde onu kız kardeşiyle evlendirmiştir.
Bu aile, Emevî ve Abbâsi döneminde de devlet kadrosunda önemli görevlerde
bulunmuştur. Kindî’nin babası İshak el-Sabbah ise Abbâsi halifelerinden Hâdi,
Mehdî ve Hârun Reşit dönemlerinde Kûfe valiliği yapmıştır.[4]
Kûfe’de
doğduğu bilinen Kindî, ilim tahsili için Bağdat’a gitmiştir. Burada pek çok
farklı alanda ilim öğrenmiş ve devlet büyükleri tarafından saygı duyulan bir
insan olmuştur. Ancak ona en fazla değeri gösteren halife Mu’tasımdır. Mu’tasım,
Kindî’yi sarayda astronom ve astrolog olarak vazifelendirilmiş ve oğlu Ahmet'in
hocalığı görevini ona vermiştir. Ancak Kindi’nin bu saygınlığı Mütevekkil’in
hilafetine kadar devam edebilmiştir. Anti-Mu’tezilî bir politika takip eden Mütevekkil’e,
Kindî’yi çekemeyen bazı çağdaşları tarafından -doğru değilse de- onun Mu’tezileye
mensup olduğu ihbar edilmiştir. Saraydaki maceraları sona eren Kindî, saray
dışında da kitap yazmaya devam etmiştir ve 866 yılında hayata gözlerini
yummuştur.[5]
Batı dünyasına tercüme edilen eserleri
sayesinde batıda “Alchindus” diye tanınan Kindî’yi, düşünce tarihçisi olan Geromino
Gardano, insanlığın 12 harikasından biri saymaktadır.[6]
Aşırı tutumlu
bir karaktere sahip olduğu sanılan Kindî'nin aynı zamanda o yöredeki nadir
bulunan hayvanları evinde besleme gibi bir tutkusu olduğu bilinmektedir. Mal
konusunda cimri olsa da ilim konusunda oldukça cömert olan Kindî, farklı
alanlarda 277 tane eser kaleme almıştır.[7] Sicistânî, Kindî ile
ilgili şu sözleri sarf ediyor:
“Araplara ait ilmlerdeki
derinliğinden; nahiv, şiir, astroloji, tıp, çeşitli bilgi ve sanat dallarındaki
üstün başarısından başka felsefe, matematik ve bunlara ilişkin alanlarda
Müslümanlardan ilk yetişen odur. Öyle ki, bu kadar bilgiyi bir insanın elde
etmesi az görülmüştür. Eserlerinin listesi bir tomar kağıt tutmaktadır. Me’mun
döneminde Kindî’den önce çoğunluğu Hıristiyan olan ünlüler varsa da İslam
toplumunda bu yolu ilk açan Kindî’dir. Sonraki Müslümanlar da onu takip
etmiştir.”[8]
Aynı zamanda dindar bir kişiliğe sahip olan ve dinin
hükümlerine karşı son derece duyarlı olan Kindî, yakalandığı bir hastalığı
şarapla tedavi ederken günah işlemiş olma endişesine kapılarak şarabı bırakmış
ve bal ile tedaviye başlamıştır.[9]
Kelamdan
felsefeye geçişi sağlayan ilk filozof olan Kindî, din ile felsefeyi
uzlaştırarak vahyî bilginin aklî bilgiyle asla çelişmeyeceğini ortaya koymuştur.
Ona göre din ile felsefe konu, amaç ve epistemolojik açıdan birdir. Her
ikisinin de gayesi kişinin, varlığın bilgisinin hakikatine ulaşarak Allah'ın
varlığını ve birliğini kavraması ve kendisini iyiliklere yöneltip kötülüklerden
alıkoyar hale gelmesidir. Bu iki bilgi türünün epistemolojik açıdan benzediği
noktalar da vardır. Fakat Tanrı mahsulü olan vahiy bilgisi, insan mahsulü olan
felsefe bilgisinden üstündür ve ikisi asla çelişmez. Çelişiyor gibi görülen bir
nokta varsa vahiy bilgisi tercih olunur.[10]
Kindî’nin
düşünce yapısında tasavvufî nisvelere de rastlamaktayız. Her ne kadar onun sezgi
anlayışı bilgiye dayalı epistemolojik bir sezgi olsa da; O, kişinin nefsini
temizlemeden hakiki bilgi elde edemeyeceğini savunur. Platon’un şehvet gücünü
domuza, öfkeyi köpeğe, aklı ise meleğe benzetmesini taktirle anar.[11] Bu anlamda aynı sûfîler
gibi nefsin boyutlarını tanımlamada betimleyici bir üslûbu benimsemiş olur.
Kindî’nin bir
özelliği de kadirşinas bir kişiliğe sahip olmasıdır. O, “İlk Felsefe Üzerine”
adlı eserinde geçmişe şükran borçlu olduğumuzu dile getirerek Aristo'nun şu
sözünü güzel bulduğunu ifade eder: “Bize gerçek adına bir şey getirenler bir
yana onların atalarına da teşekkür etmeliyiz. Çünkü onlar, bunların varlık
sebebi, bunlar da bizim gerçeğe ulaşmamızın sebebidirler.”[12]
Buraya kadar Kindî’nin
hayatı ve karakteristik özelliklerine kısaca değinmiş bulunmaktayız. Şimdi ise
biraz cimri bir insan olduğu düşünülse de son derece kadirşinas, dînî hükümlere
bağlı, uzlaştırmacı, birçok ilmî alana hâkim ve çok sayıda eserler ortaya
koymuş olan Kindî’nin ilimler sınıflandırmasını ve ortaya koyduğu eserleri ele
alalım.
Kindî’ye göre ilimler, İlâhi İlimler ve insânî ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanî ilimlerde kendi aralarında sınıflanır.
Kindî’ye göre
bu ilimlerin en üstünü, kaynağı vahiy olan İlâhî bilgilerdir. Çünkü bu
bilgiler, insanların benzerlerini ortaya koyamadıkları, duyu ve akıl yoluyla
elde edilemeyen, akıl tarafından inkar edilemeyen zorunlu bilgidir.
Kindî’ye göre
matematik her ne kadar alet ilmi olsa da değişmeyen, kesin bilgiyi ortaya
koyması açısından çok kıymetli bir ilimdir. Ona göre matematik ilmlerini
bilmeyen bir kimse bir ömür boyu felsefe okusa da anlayamaz, sadece yazılanları
tekrar etmiş olur. Kindî, matematiğe verdiği önemi şu sözcüklerle dile
getirmektedir:
“İşte tam filozof olmak isteyen
kimsenin matematikten sonra okuması gereken Aristoteles’in kitapları yukarıda adlarını
saydıklarımızdan ibarettir. Zira bir kimse aritmetik, geometri, astronomi ve
müzikten ibaret olan matematik ilimlerinden yoksun olur ve sonra da bu
kitapları hayatı boyunca kullanmaya kalkarsa bunlardaki hiçbir bilgiyi tam
olarak elde edemez;ezberlese dahi onun bu yöndeki çabası ve kazancı sadece
bilgi aktarma düzeyinde kalır. Matematik bilgisinden yoksun olan kimse bu
kitaplardaki bilgilerin künhüne asla vâkıf olamaz…”[13]
Kindî, Arapçanın dışında
başka bir dil bilmese de onun mantık ve felsefeye olan ilgisi, tercüme
faaliyetlerinde etkin bir şekilde yer almasını sağlamıştır. O, hangi kitapların
tercüme edileceğini seçmiş, bazen tercümanların ücretini kendisi ödemiş ve
çevirisi yapılan eserleri hem dil ve üslup açısından hem de bilimsel açıdan
kontrol etmiştir. Bu çerçevede O ve çevresinin Arapçaya kazandırdığı metinler
arasında Aristoteles’in “Metafizik”i, Plotinos'un “Enneadlar”ının IV-VI. bölümlerinin
özetlenerek ifade edilmesinden ibaret olan “Aristoteles’in Teolojisi” kitabı, Proclus’un
“Teolojinin Unsurları” adlı eserinin özetlenerek Aristoteles’e nispet edildiği “El-Hayrü’l-Mahz”
zikredilebilir.[14]
Kindî, Fars kökenli 5
varrâk ve kâtibin de yardımıyla 277 tane kitap kaleme almıştır. Bu kitaplar
felsefe, mantık, müzik, astroloji, geometri, siyaset, meteoroloji, astronomi,
psikoloji, optik, ahlak, ilahiyat, kehanet, kimya ve diğer dallarda yazılmıştır.
Bu kitaplardan birkaçının ismini şöyle zikredebiliriz:
1.
İlk Felsefe Üzerine Risale
2.
Tarifler Üzerine Risale
3.
Alemin Sonsuzluğu Üzerine Risale
4.
Sonsuzluk Üzerine Risale
5.
Göklerin Allah’a Secde ve İteat Etmesi Üzerine Risale
6.
Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine Risale
7.
Cisimsiz Cevherler Üzerine Risale
8.
Nefis Üzerine Risale
9.
Uyku ve Rüyanın Mahiyeti Üzerine Risale
10. Akıl Üzerine Risale
11. Aristotelesin Kitaplarının
Sayısı Üzerine Risale
12. Üzüntüyü Yenmenin Çareleri
Risalesi[15]
Bunlar dışında Kindî’nin,
bugün pek bilimsel kabul edilmeyen bazı ilimlerle de meşgul olduğu, bu dallarda
yazdığı eserlerden anlaşılmaktadır:
1.
Sayı ile fal bakma ve zicr usûlü üzerine risale
2.
Yeni doğan çocukların hayatlarının süresi ve geçimlerinin
niteliği hakkında risaleler
3.
Efsunculuk ve üfürükçülük hakkında risaleler
4.
Simya’nın reddine ve gerçek kimyanın kabulüne dair risaleler
5.
Doktorlukta yıldızlardan faydalanmaktan söz eden risale[16]
Âlemi “Ay altı âlem” ve “Ay
üstü âlem” olarak ikiye ayıran Kindî, Astrolojiye önem vermiş ve yıldızların
insanlar üzerindeki etkisinden bahsetmiştir. Kindî’ye göre her insan
gökyüzündeki yıldızların sebebiyle canlılığını devam ettirmekte, gök
cisimlerinin hareketleri ile insan yaşantısındaki olayların doğrudan bir
alakası olmaktadır. Burçlar olarak bildiğimiz astrolojik olgular, Kindî
tarafından epistemolojik bir şekilde ele alınmaktadır. Ona göre “Ay üstü âlem”
oluş ve bozuluşa uğramayan, ideal ve mükemmel varlıkları; “Ay altı âlem” ise
oluş ve bozuluş kanunlarına tâbi olan süreksiz varlıkları içerir. Âlemi dıştan
çepeçevre kuşattığı farz edilen, madde
ve sûreti bulunan fakat ezelî olmayan, bir organizma gibi canlı ve akıllı olan,
“Ay altı âlem”deki organik ve inorganik
varlık türlerine mecâzi ve yakın etki eden küreye Felek denir. Kindî,
“Güneş ve ay bir hesaba göre (hareket etmekte)dir. Bitkiler ve ağaçlar secde
ederler.”[17]
âyetlerini açıklayarak Felek’in duyu ve hareket gücüne sahip, canlı, gören,
işiten,temyiz gücü olan, psikolojik güce sahip ve zorunlu olarak akıllı
varlıklar olduğunu ifade eder.[18]
Kindî’ye göre her insan,
Ay üstü alemin bu dünyadaki yansımasıdır ve o aleme benzer özellikler
taşımaktadır. Aslında onun bu görüşleri özgün bir felsefe olmayıp Aristo'dan
aldığı açıktır. Çünkü Aristo'ya göre de yıldızların kendileri insan üstü bir
zeka taşıyan varlıklardır, onlar tanrılığa en çok yaklaşan salt formlardır. Daha
aşağı olan yeryüzündeki hayat üzerinde de bunu böyle ereklere göre yönelten
etkileri vardır. Aristoteles’in bu düşüncesi, Yeni Platoncu ve Ortaçağ astrolojisinin
kökü olmuştur.[19]
4.KİNDÎ’NİN TAKİPÇİLERİ
Kindî’nin en meşhur
takipcisi, Ebu'l Abbas Ahmed İbni Muhammed İbni Mervan es- Serahsî’dir. Horasanlı
bir âlim olan Serahsî, Halife Mu’tezid’in hocalığını ve danışmanlığını
yapmıştır. Serahsî, İslam kültüründe Stoacılar hakkında doğru ve geniş bilgiye
sahip olan ilk kişidir. O, kırk harften müteşekkil; Yunanca, Farsça ve
Süryanice gibi yabancı dillerden Arapça’ya kelime aktarmaya yarayacak bir
sessel alfabe icat ederek bir bakıma bugünkü transkripsiyon ve transliterasyon
metodunu ilk icat eden kişi sayılmaktadır.[20]
Ortaçağın büyük astronom
ve astrologlarından biri olan Ebû Ma’şer el-Belhî ise önceleri Kindî aleyhinde
propagandalarda bulunsa da sonradan Kindî’in yoluna intisap ederek astronomi ve
astroloji alanında başarılı bir bilim adamı olmuştur.[21]
Ebu Zeyd el-Belhî ise
matematik, astronomi ve felsefe ile ilgili eserler veren;[22] tefsir, coğrafya, tıp, ahlak
ve siyasetle[23]
de ilgilenen serbest düşünceli bir insandır. Kindî’nin talebesi olmuş ve onun
din ve felsefe arasındaki uzlaştırmacı tutumunu benimsemiştir.
Ortaçağ Latin dünyasında
da Alchindus olarak tanınan Kindî’nin özellikle matematik, astronomi, tıp,
kimya, optik ve meteoroloji gibi pozitif bilimlere dair eserlerinden on yedisi
Latinceye, dördü İbraniceye çevrilmiştir.[24] Kindî’nin ününün Batı
dünyasına yayılarak, eserlerinin Batı dillerine çevrilmesindeki en büyük
etkenlerinden birisi de onun çok geniş bir ilim yelpazesine sahip olmasıdır
diyebiliriz.
5.KİNDÎ’NİN METOT ANLAYIŞI VE BİLGİ
TEORİSİ
Kindî’ye göre bilgi dört
yoldan elde edilebilir: Duyu, akıl, sezgi, vahiy.
Bunlardan ilki ve
kesinliği en az olanı duyu bilgileridir. Yani beş duyu
organımız ile elde ettiğimiz bilgilerdir. Duyu algılarımız, madde ile
ilişkilidir, madde ise sürekli bir değişim halindedir. Madde değişken olduğuna göre
duyularla elde ettiğimiz bilgiler de değişmeye mahkumdur. Değişen duyu bilgisi,
sabit olan akıl bilgisinden kesinlik yönüyle daha zayıftır. Buna bağlı olarak duyu
bilgisinin konusu olan fizik, akıl bilgisinin konusu olan metafizikten
aşağıdadır. Ancak insan kendisine daha yakın olan duyu bilgisini daha kolay
elde ettiğinden dolayı metafiziği anlamak için fiziği bir basamak olarak
kullanmalıdır. Allah, insana gece ve gündüzün oluşumu, yeryüzü şekilleri gibi
durumları işaret ederek, Allah'ın varlığını anlamaya çağırır.
Duyu algıları tasarlama
gücü(el-musavvire)nde oluşur. Tasarlama gücü onları hafızaya ulaştırır ve böylece
zihinde kavram olarak yer alır. Duyu organları ile elde ettiğimiz bilgiler,
tikeller ile; akıl bilgisi tümeller ile ilgilidir. Akıl yolu ile elde edilen
bilgiler zihinde bir imaj uyandırmazlar, onlar zihinde varlığı zorunlu olarak
kabul edilen aksiyomlardır. Örneğin; “Bir şey kendisinin zıttı olamaz.”
cümlesinin zihinde bir imajı yoksa da doğruluğu akıl tarafından hiçbir isbata
gerek duyulmaksızın onaylanmaktadır.[25]
İslam dünyasında akıl
problemi ile ilgilenen ilk düşünür Kindî’dir. O, bu konuda “Akıl Üzerine”
isimli bir risale yazmıştır. Kindî, aklı “Varlıkların hakikatini bilen basit
bir cevherdir.” şeklinde tarif etmektedir.[26] Onun akıl hakkındaki
görüşleri Aristoteles ve İskender'in görüşleri etrafında şekillenmektedir.
Kindî’nin kendine özgü
sınıflandırmasında akıl 4 kısma ayrılır:
1.
Faal (sürekli fiil halindeki) akıl: Bu akıl, insana
dışarıdan etki eden bir güç olmayıp nefsin temel fonksiyonu olan tümel
kavramlardan ibarettir.[27] Kindî’ye göre bu akıl, sürekli
fiil halindedir. Bütün akledilenlerin ve insâni akılların ilkesi sayılan bir
akıldır. Bu aklın vericilik işlevi, insanda doğuştan var olan akla etki ederek
onu aktif hale getirmektir.[28] Kindî’ye göre “Gerçek Bir”,
akıl değildir. Dolayısıyla O, ilk aklı Tanrıyla özdeşleştirmez. Aristo ise her
şeyin ilk sebebinin ve var edicisinin “İlk Akıl” olduğunu ileri sürmekteydi.
2.
Bi’l-kuvve (potansiye
haldekil) akıl: Bu akıl türü, insanda doğuştan var olan, özne-nesne ilişkisinin
gerçekleşmediği pasif bir güçtür.[29]
3.
Müstefâd (fiil alanında
çıkan) akıl: İlk aklın etkisi sonucunda güç halindeki aklın ortaya çıkmasıdır. Müstefâd
akıl, nefs tarafından önceden edinilmiş bağımsız bilgi halinde olup, nefsin
dilediği zaman ortaya çıkardığı, nefste bilfiil bulunan fakat statik özellikte
olan ve nefsin istediği zaman kullanabileceği beceridir.[30] Örneğin; Okumayı ve
yazmayı bilmeyen birinin, okuma-yazmayı öğrendiğinde zihninde oturan bu bilgi
müstefâd akıldır ve istendiğinde ortaya çıkmak üzere hazır bekler. Bu bilginin
eyleme dökülüşü ise zâhir aklı oluşturur.
4.
Zâhir/Beyâni akıl: Müstefâd aklın aktif durumudur. Yani bilgiler
ile özdeşleşen aklın bu bilgileri ortaya koymasıdır.[31]
Bu dört akla toplu bir
örnek verelim: Araba kullanmayı hiç bilmeyen bir insan düşünelim. O kişiyi
araba kullanmayı öğrenmek adına harekete geçiren ilk şey faal akıldır. O
kişinin bu bilgileri edilmeye müsait olduğu zihin zünyası bi’l-kuvve akıldır.
Araba sürmeyi öğrendiğinde sahip olduğu ve istediğinde kullanabileceği bu bilgi,
müstefâd akıldır. O arabayı kullanarak eyleme dönüştürmesi ise zahir akıldır.
Kindî, akıl konusunda
Aristoteles ve İskender'in görüşlerini takip etse de yaptığı tasnifin özgünlüğü,
bi’l-kuvve aklın ölümsüz olması ve ilk aklın Tanrı olmaması açısından Aristo ve
İskender'den ayrılmaktadır. Kindî’ye göre nefs, Allah'ın nuruna ve cevherine ait
olduğu için nefs gibi, nefsin yetisi olan bi’l-kuvve akıl da ölümsüzdür.[32]
Kindî’ye göre bilgi
kaynakları, duyurular ve akılla sınırlı değildir. İslam literatüründe tezkiye diye
isimlendirilen “nefsin arındırılması” ile elde edilebilecek olan ilham ve sezgi de bilgi elde etme yoludur. Ona göre bilgi elde
edilmeden nefis kötülüklerden arındırılamaz. Kindî şöyle der:
“Aklı sayesinde şehvet ve öfkesini
bastıran kimse, bir de ilmin derinliklerine vararak varlığın hakikatini
araştırmayı karakter haline getirirse hikmet, kudret, adalet, hakikat, iyilik
ve güzellikle nitelenen Yüce Allah'a yakın benzerlikte faziletli bir insan olur.
Yani bu nitelikleriyle O, yüce Yaratanın kuvvet ve kudretinden bir çeşit pay
almış olur.”[33]
Kindî’ye göre nefsini
kötülüklerden uzak tutarak hakikatin bilgisini elde etmeye çalışan kimse, mânen
yol katetmeye başlar ve Allah’ın kudreti ile birtakım gerçeklere vâkıf
olur.Başka bir ifade ile kalp gözü açılır, gördüğü rüyalar gerçek olabilir ve o
kişi ölülerle konuşma yeteneği de elde edebilir.
Bilgi yollarının en üstünü
ise ilâhi yol ile elde edilen bilgidir ki bunun kaynağı vahiydir. O, beşeri bilginin
aksine hiçbir çaba harcamaksızın ve zaman faktörü olmadan ortaya çıkar. İnsan
zihninin zorunlu olarak kabul ettiği ve yaratıcı tarafından peygambere verilen
bilgidir. Bilginin en kesin boyutudur. Böylece Kindî, felsefe tarihinde nübüvveti
ilk kez epistemolojik ve teolojik açıdan ele alıp değerlendiren bilim adamı
olmuştur.
Kindî’nin bilgi teorisini
öğrendikten sonra onun bilginin ispatlanmasındaki metotlar ile ilgili görüşlerini
daha rahat anlayabiliriz.
Kindî’ye göre araştırma yöntemlerinde kural; öncelikle
bilginin alanını tespit etmek, sonra o alana uygun bir metot ile onun
kesinliğini ispat etmeye çalışmaktır. Eğer bir alanda farklı bir alanın metodu
uygulanırsa, o bilginin doğruluğu ispat edilemez. Örneğin; metafizik alanda araştırma
yapan bir kişi, duyusal bilgi metotlarını kullanırsa yanlış sonuçlara ulaşır.
Zira metafizik duyularla idrak edilemez. İşte araştırma yapanların çoğu Kindî’ye
göre bu metot hatasından dolayı şaşakalmışlardır.[34]Birçok kişi duyularla
ilgili olmayan metafizik alemi duyulara indirgemeye çalışmış, vaziyet böyle
olunca ya antropomorfizme düşmüş veya dinin aklın verilerine ters olduğunu
düşünerek inkâra gitmiştir.
Aynı şekilde fizik ile
ilgili bilgilerde de sabit olan matematiksel bilgileri kullanamayız. Çünkü
fiziksel olaylar sürekli bir değişim içindedir, sabit ve değişmeyen
matematiksel metot değişen bir şeyin bilgisini bize sunmaz.
Kindî’ye göre matematikte
ikna metodunu, metafizikte duyu ve analojiyi, tabiat ilminin ilkelerinde
kıyası, belağatta ispat metodunu kullanamayız.[35]Özetle her ilimde ancak kendi
alanına hâs bir metot kullanılarak doğru sonuca ulaşılabilir.
6.METAFİZİK
VE KOZMOLOJİ
6.1.İLK FELSEFE VE SEBEPLİLİK
Kindî’ye göre felsefe değer
bakımından insan sanatlarının en üstünüdür. O felsefeyi “İnsanın gücü ölçüsünde
varlığın hakikatini bilmesidir.” şeklinde tarif etmektedir.
Kindî’ye göre sebeplilik bağıntısı olmadan gerçeğin
hakikatini bilemeyiz. Alemde meydana gelen her şeyin bir sebebi vardır,
sebepsiz yere yaratılan hiçbir şey yoktur. Bu varlığın sebebi öğrenilmediği
takdirde gerçeğin bilgisi elde edilemez. Ona göre felsefenin en kıymetlisi ve
mertebe bakımından en yücesi, “İlk Sebeb”in ve “İlk Gerçek”in bilgisi demek
olan “İlk Felsefe”dir. “İlk Gerçek”, Tanrı olduğuna göre onu konu alan “İlk
Felsefe” de metafiziktir. Bu demek oluyor
ki bütün ilimler tek bir ilmin yani metafiziğin bilgisine ulaşmak, Allah'ın
varlığını ve birliğini anlamlandırmak için vardır.
Kindî’nin sebepler
sınıflandırması dört kategoriyi kapsar:
1.
Maddî sebep
2.
Formal (sûrî) sebep
3.
Etkin (fail) sebep
4.
Mütemmim (gâyî) sebep.[36]
Bu sebebleri bir örnekle
açıklayacak olursak: Bir kalem düşünelim. Bunun maddî nedeni kalemin elde edildiği ağaç, formal nedeni o kalemin şekli, fâil
nedeni onu kalem şekline getiren insan ve tamamlayıcı nedeni yani gayesi yazı yazmaktır. Bir de bütün bu
nedenlerin hepsinin dayandığı bir ilk
neden vardır ki o da bunların hepsini yaratan Yüce Yaratıcı’dır.
Kindî’ye göre Tanrı,
Gerçek Bir’dir ve İlk Sebep’tir. Onun sebebi yoktur. Eğer ondan başka İlk Sebep
olmuş olsa sonsuzun sonsuzdan büyük olması gerekir ki; bu akıl kurallarına
aykırıdır. Ayrıca teselsül lâzım gelir ki; hiç bitmeyen bir zincirleme bizi hiçbir
zaman sonuca ve bilgiye ulaştırmaz. O, kendi kendisinin de sebebi olamaz, çünkü
bir şeyin kendi kendisinin sebebi olması da mantıken imkansızdır. Demek ki O,
sebepsiz bir sebeptir yani “kıyam bi nefsihî” dir.
Ayrıca Gerçek Bir, kategorilerin dışındadır,
hareket türlerine benzemez, nefis ve akıl değildir, benzer isimlerden değil ve
maddi bir ilke de değildir. O bütün noksanlıklardan münezzehtir, bütün kemal
sıfatlar ile muttasıftır, “muhalefetün lil havadis” olan bir zattır.
6.2.BİR’İN MAHİYETİ
Tanrı’nın Gerçek Bir
olduğunu ifade eden Kindî, “bir”in ne demek olduğunu da açıklama gereği
duymuştur. Ona göre “bir”, şekil itibariyle sayılara benzediği için sayılar
arasında zikredilse de sayı değildir. Ancak sayıların ilkesidir. “2,3,4,…19,20…”
gibi bütün sayılar sayı dizini olarak sonsuza kadar gitse de tek tek ele
alındığında “bir”lerin toplamından oluşup bir’lere bölünebileceği için
niceliktir, “bir” ise hiçbir şeye bölünmeyeceğini için nicelik ve sayı
değildir. Bir, temeldir ve bir şeyin üzerinde oturduğu temel o şeyin kendisi
olamaz.[37]
Bilindiğine göre Henri Léon Lebesgue (d.1875- ö.1941) “bir”i asal sayı kabul eden son profesyonel
matematikçidir.[38]
Bugün ise hiçbir profesyonel matematikçi tarafindan “bir” asal sayı veya
bileşik sayı olarak kabul edilmemektedir. En küçük asal sayının 2 olarak kabul
edilmesi, bir’in sadece tek bir çarpanının olması sebebiyledir. Bu düşünce, Kindî’nin felsefesiyle örtüşmektedir.
Bir ile Birlik aynı şey
değildir. Bir, munfasıl nicelikleri; Birlik ise muttasıl nicelikleri ifade eder.
Örneğin; “ Şu ev birdir ve birliktir.” dediğimizde sayı olarak 2,3,4… değil
tektir ve tuğla, beton, demir vs.den oluşan birliktir, demektir. Öyleyse tüm
tümellerdeki “birlik” öze ilişkin olmayıp araz ve nitelik konumundadır. Onlar
hakiki ve zorunlu birden gelir. Onların varoluşu onlardan daha yüce, şerefli ve
eşyanın var oluşundan önceye giden bir sebeptir.[39]
6.3.RÖLATİVİTE (İZÂFİYET ) TEORİSİ
Kindî’ye göre Tanrı’nın
nitelikleri mutlak ve gerçektir. Onun dışındaki bütün varlıklar ise
rölatif(göreceli)tir. . Örneğin; Bir ev bir başka eve göre küçük ya da
büyüktür. Bir insan bir başka insana kıyasla akıllı ya da az akıllıdır.
Bu saydıklarımız kendi
aralarında göreceli oldukları gibi birbirleri arasında da görecelidirler. Cisim
zamanla, zaman cisimle, mekan hareketle, hareket mekanla ve dolayısıyla hepsi
birbiriyle bağımlıdır. Bunlardan hiçbiri müstakil değildir. Mesela, hareket
olmadan zaman da olamaz. Hareket varsa zaman ve mekanda vardır.
Aynı zamanda eşya kişinin
bakış açısına göre de değişir. Örneğin; Bir şey birine göre güzel başka birine
göre çirkin olabilir, birine göre iyi, bir başkasına göre kötü olabilir.
Kindî’nin rölativite görüşünü
asırlar sonra en iyi şekilde savunan ve geliştiren kişi Einstein olmuştur. O bu
görüş ile Newton ve Galileo’nin mekan, hız ve zaman anlayışını yıkmıştır.[40]
Einstein’in bu konuda Kindî’den ayrılan tek yanı ise bu teoriyi fiziksel
alanda kullanmasıdır. Aynı teori Kindî tarafından metafizik konuların isbatında
kullanılıyordu.
Kindî’ye göre fiiller
ikiye ayrılır:
1.
İlk gerçek fiil ki bunun faili Tanrıdır. Tanrı bir şeye “ol”
dediği anda o şey oluverir.[41]Bu ilk gerçek fiil “yoktan
var etmek” anlamına gelen ibdâ olarak isimlendirilir.
2.
Sebep-sonuç etkileşimi sonucunda ortaya çıkan fiillerdir ki
bunların etkin faili yine Tanrıdır. O dilemeden hiç bir şey meydana gelemez.
Ancak bu tür fiillerin bir de mecâzi fâili vardır ki işte bu, kul’dur. Kul
burada bir bakıma etkin bir bakıma edilgin konumdadır. Bu türden fiillerin uzak
sebebi Tanrı, yakın sebebi ise kuldur.
Kindî’nin “Gerçek fâil’in
yaratması birlik feyziyle olur.” ifadesi sudûr teorisini çağrıştırsa da O, her
fırsatta yoktan var etmeyi savunmaktadır.
6.4.KİNDÎ’NİN ATOMCULUĞU TENKÎDİ VE
ÂLEMİN EZELÎLİĞİNİ REDDİ
Atomculuk, Eleacı Ekol’ün
metafiziğine ve Herakletios’un “her şeyin değişken ve zorunlu olarak hareketli
olduğu doktrini”ne karşı; Leucippe ve Demokritos tarafından geliştirilen ve
maddenin sayısız, bölünmez, hareket halinde, birbirine benzer, sonsuz küçük
parçalardan meydana geldiğini savunan görüştür.
Atomculuk Eflatun ve
Aristoteles tarafından reddedilmiştir. Eflatun'a göre atomculuk, maddenin
yapısını anlatmada yeterli değildir. Aristo, Platon'un bu tenkitlerini
geliştirerek Kindî’ye hareket noktası teşkil etmiştir.
Aristo'ya göre devamlılık
ancak bölünebilirlik ile mümkündür ve atomun bir parçası diğer parçasından ayrı
değildir, bütün parçalar birbirleri ile ilintilidir. Ancak Aristo’ya göre “zaman”da
bir atomculuk söz konusudur. Zamanın atomları yani bölünmeyen en küçük yapı
taşları an’lardır. An; sonsuz, devamlı, değişmez ve
bölünmez bir yapıya sahiptir. Aristo’nun an hakkındaki bu görüşlerini, Zenon’un
zaman ile ilgili olan paradoxlarindan etkilenerek ortaya koyduğu açıktır.
Kindî, hareket, cisim ve mekanda atomculuğun olmadığı
konusunda Aristoteles ile hemfikir ise de; zaman konusunda ondan ayrılır. Kindî’ye
göre zamanda atomculuk düşünülemez. Ona gore zaman sonsuza kadar bölülenebilir.
Sonsuza kadar bölünebilen herşey nicelik ifade eder ve sonludur. Âlemi
oluşturan her şey bölünebildiğine ve sonlu olduğuna göre âlem de sonludur. Sonu
olan bir şeyin başlangıcı da vardır yani âlem ebedî olmadığı gibi ezelî de
değildir.[42]
Kindî, âlemin sonsuz olmadığı
görüşünü birtakım matematiksel önermelerle de kanıtlamaya çalışmaktadır. O, Öklid’in
“Elementler”indeki 6 aksiyomunu kullanarak âlemin ezelî olmadığını ve sonradan
var edildiğini ispatlar. Bu aksiyomlar:
1.
Miktarca biri diğerinden büyük olmayan her cisim birbirine
eşittir.
2.
Eşitlik cismin sınırları arasındaki boyutların bilfiil ve
bilkuvve eşit olmasıdır.
3.
Sonlu olan bir şey sonsuz olamaz.
4.
Eşit olan her cisimden birinin miktarı artırılınca hem önceki
durumundan hem de öteki eşitlerinden daha büyük olur.
5.
Miktarları sonlu olan her iki cisim birleştirilince bu
birleşim de sonlu olur. Miktarı ve konumu olan her cisim için bu bir
zorunluluktur.
6.
Aynı cinsten olan iki şeyin küçüğü büyüğünü veya onun bir
kısmını oluşturur.[43]
Bu aksiyomlara göre: Sonsuz
olduğunu farz ettiğimiz bir cisimden bir parça alın. Bu durumda, bu cisim
önceki halinden eksik oldu. Şimdi aldığınız parçayı kalan parçaya geri ekleyin.
a) Eğer geriye kalan kısım sonlu ise eklenen parçadan sonra sonsuz olması
gerekecek. Bu ise bir çelişkidir. b)
Parçası alınarak geriye kalan cisim sonsuz ise alınan parça tekrar eklenince
cisim önceki durumundan ya büyük olur veya küçük olur. Eğer önceki durumundan büyük
oldu ise sonsuz olanın sonsuz olandan büyük olması gerekir ki bu bir çelişkidir.
Eğer önceki durumuna eşit olduğu düşünülürse, o zaman da kendine başka bir
cisim eklenen cisimin miktarında hiçbir artma olmuyor demektir yani parça bütün
arasında bir fark gözetilmiyor demektir. Bu da bir çelişkidir. Öyleyse hiçbir
nicelik sonsuz değildir. Âlem nicelik olduğuna göre sonsuz ve sınırsız olması
imkansızdır. Sonlu olan her şey yaratılmış ve her yaratılanın da bir yaratıcısı
olduğuna göre, âlemin de yoktan var eden bir yaratıcısı vardır. O da kâdir-i
mutlak ve şânı yüce olan Gerçek Bir(Tanrı)dir.[44]
Kindî’nin âlemi, Ay altı
ve Ay üstü âlem olarak ikiye sınıflandırdığından bahsetmiştik. Yeri gelmişken
şunu da belirtmek gerekiyor ki onun canlı olarak nitelendirdiği Ay üstü âlem,
varlığın meydana geliş ve sürekliliğinin sağlanmasında mecâzi de olsa aracı bir
etken konumundadır.
7.KİNDÎ’NİN PSİKOLOJİK GÖRÜŞLERİ
Kindî nefsin mahiyeti ve
işlevlerini, arındırılmasının yol ve yöntemlerini ve ölümden sonraki durumunu
irdeleyip temellendiren ilk İslam filozofudur. “Nefs Üzerine”, “Nefs
Üzerine Birkaç Söz” ve “Uyku ve Rüyanın
Mahiyeti Üzerine” isimli risaleleri bu konuda elimize ulaşan eserlerindendir.
Kindî “Tarifler Üzerine” adlı risalesinde nefsin üç şekilde tarifini yapar:
1.
Canlılık yeteneği bulunan ve organı olan doğal bir cismin
tamamlanmış halidir.
2.
Güç halinde canlı olan doğal bir cismin ilk yeteneğidir.
3.
Kendiliğinden hareket eden mânevi bir cevher olup birçok güce
sahiptir.[45]
Kindî’ye göre nefs; akıl
ve hareket gücüne sahip, bedenden bağımsız, dolayısıyla bedenden önce de sonra
da varlığı olan mânevî bir cevherdir. Güneş ışınlarının nuru, güneşten geldiği
gibi onun cevheri de Yüce Yaratan’dan gelir.Nefs, madde gibi eni, boyu,
derinliği olan şey olmayıp; basit, şerefli, büyük ve yetkin bir varlıktır.[46]
Nefsin birbirine zıt olan şehvet,öfke
ve akıl güçleri vardır. Öfke insanları kin ve intikam duygusuna sevk ederken,
düşünen nefs (akıl) ona engel olur. Şehvet gücü de olur olmaz şeyleri istemekle
insanı bayağı duruma düşürecek iken; düşünen nefs ona insanlık onuru ile
bağdaşmayan bir şey olduğunu hatırlatarak bu isteklerden vazgeçirir. Bunlar her
ne kadar nefsin işlevi olsa da nefsin kudretinin birbirinden farklı tezâhürleri
olup, birbirinden ayrı şeylerdir.[47]Çünkü bir şey kendisinin
zıttı olamaz.
Allah’ın nuru olan nefs, insan
bedenine girmekle karanlığa gömülmüş olduysa da o, akıl âleminden geldiğinden
dolayı oradaki ilk durumun hatıralarını da beraberinde getirmiştir. Bu sonlu
olan dünyada insan nefsinin başlıca görevi, tekrar ezelî olan akıl alemine ve
onun nimetlerine yönelmektir. Bu da akıl yönünden kuvvetlenmek ile mümkün olur.
Bu sûretle nefs, felekten feleğe ve akıl âlemine yükselir. Bu durumdan sonra
onda kuvve halinde bulunan şeyler, fiil haline geçer, gizli olan şeyler ona
açılır. Allah'ın kudretine benzer ve bedenden ayrıldığında da kendi rubûbiyet
alemine giderek Allah'ı görebilir.[48]Aslında burada Kindî’nin
tasavvufî bir zihin yapısına sahip olduğu görülmektedir. Tasavvufî düşüncedeki makam
ve hâl sahiplerinin, nefsini arındırdıktan sonra bu makamlara yükselerek
Rabbine ulaşması, keşf gibi vâsıtasız bilgi edinme yollarına kavuşması, son noktada
Rabbanîleşmesi yani Tanrı'nın esmâsının tecellîsi ile onun ahlâkı ile
ahlaklanması gibi düşünceler Kindî’nin bu felsefesine benzemektedir.
Nefsini kemâle erdiren
kişi, günah kirlerinden arınarak, bir bebek gibi saf ve temiz olduğu zaman
özüne döndüğünden dolayı asıl huzur ve mutluluğu yakalayabilir.
Kindî, insan ruhunu büyük
çapta etkileyerek ona kuvvet verici ve harekete geçirici olan, dolayısıyla da
ilâhi nura ulaşmada bir vesîle olarak kabul ettiği mûsikîye de önem vererek bu
ilim hakkında yedi tane risâle kaleme almıştır. Onun mahâretli bir ûdî olduğu
ve ud çalarak felçli bir hastayı iyileştirdiği rivayet olunmuştur.[49]
Kindî “Üzüntüyü Yenmenin Çareleri” adlı
risâlesinde, insan psikolojisine zarar veren üzüntünün mahiyetini açıklayarak,
ondan kurtulma konusunda bir takım çareler üretmeye çalışmıştır.
Kindî’ye göre üzüntü, sevilenlerin
kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir
rahatsızlıktır. İnsanın bu durumdan kurtulması için şöyle bir düşünce yapısına
sahip olması gerektiğini ifade eder:
“Hiçbir kimsenin bütün
isteklerini elde etmesi mümkün olmadığı gibi sevdiği her şeyi sonuna kadar
elinde tutması daha mümkün değildir. Zira içinde yaşadığı oluş ve bozuluş
dünyasında değişmezlik ve süreklilik yoktur. Değişmezlik ve süreklilik ancak
akıl aleminde söz konusu olabilir. Öyleyse sevdiklerimize ve kaybetmek
istemediklerimize ulaşmak istiyorsak akıl alemini gözetmeli, seveceğimizi, elde
edeceğimizi ve isteklerimizi oradan beklemeliyiz. Eğer böyle yaparsak hiç kimse
bizim edindiğimiz değerleri gasp edemez.(…)Görüp dokunmadan önce sahip
olduğumuz şeylerin hayaliyle avunmamalıyız. Elimizden çıktıktan sonra da artık
üzülmemeli ve düşüncelerimizde onlara yer vermemeliyiz.”[50]
Kindî, üzüntüden
kurtulmanın bir çözüm yolu olarak arzu edilen şeylerin değişmeyen ve ebedî olan
akıl alemi ile ilgili olması gerektiğini öğütlüyor. Çünkü duyu âlemindeki her şey
değişmeye mecburdur. Herakletios’un da dediği gibi, değişmeyen tek şey
değişimin kendisidir. Örneğin; Bir insan, bir şeyin güzelliğine âşık olarak onu
arzular fakat o güzellik bir gün bitmeye mahkumdur. Yeni model bir arabayı
hevesle alır fakat daha yeni modeli çıkınca önceden aldığı eskimiş sayılır ve
en yeni olana yönelir. O sebeple ki arzulanan şeylerin bizi sonunda hüsrana
götürmesini istemiyorsak değişmeyeni arzulamak gerekmektedir.
İnsanın elde edemediği ve kaybettiği şeylerden dolayı da üzülmeye hakkı yoktur .Çünkü elde edemediğin şey senin değildir, kaybettiğin ise artık sana ait olmaktan çıkmıştır. İnsan elindeki ile yetinmeli yani kanaatkar olmalıdır ki daima mutlu olsun; tıpkı Peygamber Efendimizin “Asıl zenginlik, kanaattir.” buyurduğu gibi…
SONUÇ
Ebû Yusuf Ya’kub el-Kindî,
İslam dünyasında felsefeyi ilk kez kullanan, din ile felsefe arasını uzlaştıran,
pek çok ilmî sahada da İslam dünyasına değerli fikirlerini miras bırakmış mümtaz
bir şahsiyettir. O pek çok fikrinde Aristo'dan etkilenmiş olsa da ortaya
koyduğu özgün fikirleri ve geniş ilim yelpazesine sahip olması sebebiyle doğuda
ve batıda tanınmış, hatta insanlığın on iki harikasından biri olarak kabul
edilmiştir.
Kindî, her yaratılanın bir
sebebi olduğu, hiçbir şeyin kendi kendisinin sebebi olamayacağı; herşeyin fiil
halinde sonsuz olamayıp, ancak kuvve halinde sonsuz olabileceği; Allah’ın
âlemin sebebi ve idarecisi olup ezelî,tek, basit, hakîm,benzersiz olduğu;
felekler âleminde yok olma ve değişme olmayıp, ay altı âlemde değişimin ve
sonluluğun kaçınılmaz olduğu; nefsin bedenden önce de sonra da varlığının
olduğu, ilim yoluyla nefsin mânevî kirlerden arındırıldıktan sonra gizli
ilimler ve âlemlerin kendisine açılacağı; bilgi bakımından aklın derecelerinin
olduğu gibi esasları kabul etmektedir. O, bu görüşlerinin çoğunda Yunan
felsefesinden beslenmiştir.
Kindî Allah’ın âlemi
yoktan var etmesine ters düşecek görüşleri benimsemeyerek, felsefesini İslam
düşüncesi ile çelişmeyecek şekilde ortaya koymuştur. Bu sebeple Aristoteles’den
ayrıldığı belli başlı noktalar şunlardır:
a.
Âlem sonradan yaratılmıştır.
b.
Zaman sonlu ve sınırlıdır.
c.
Her şeyi ibdâ eden yani yoktan var eden etkin bir sebep
vardır.
d.
Bilgi yalnızca akıl ile elde edilmez. İlâhî (vahiy) kaynaklı
nübüvvet yolu ile de elde edilebilir. Bu iki bilgi yolu da birbiriyle aynı
düzlemdedir yani çelişemez. Ancak vahiy
bilgisi kesinlik açısından daha kuvvetlidir.
Kindî’yi tanıdıktan sonra bize düşen görev, onun bize bıraktığı bu ilmî mirası kabullenmek, sahiplenmek, kullanmak ve geliştirmektir. Mevlâ'dan temennimiz ise bu konuda muvaffak olabilmektir.
KAYNAKÇA
Kur’an-ı Kerim
Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Türkiye Diyanet
Vakfı Yay., Ankara 2014.
Gardet, Louis, “Hicrî 330
Yılından Önce İslam’da Din ve Felsefe”, İslam
İlimleri Enstitüsü Dergisi, çev.: Mustafa Sait Yazıcıoğlu, sayı:V, Ankara
1982, s.: 331-351.
Gökberk, Macit, Felsefe tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul
2013.
Kaya, Mahmut, “ Kindî:
İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, İslam
Felsefesi Tarih ve Problemler içinde, ed.: M. Cüneyt Kaya, İsam Yay.,
İstanbul 2013.
……, Kindî: Felsefî Risâleler, Klasik Yay., İstanbul 2006.
Kindî, Ebû Yusuf Ya’kub b.
İshak, “İlk Felsefe Üzerine”, Kindî:
Felsefî Risâleler içinde, çev.: Mahmut Kaya, Klasik Yay., İstanbul 2006.
……, “Üzüntüyü Yenmenin
Çareleri”, Kindî: Felsefî Risâleler
içinde, çev.: Mahmut Kaya, Klasik Yay., İstanbul 2006.
Sarıtaş, Kamil, “Kindî’nin
Akıl Teorisinin Kaynağı Sorunu Üzerine”, Dînî
Araştırmalar Dergisi, c.: XIV, sayı: 40, 2012, s.: 90-111.
Sunar, Cavit, “İslam
Meşşâî Felsefesinde İlk Adım”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.: XVII, sayı: 13, Ankara 1969, s.:
19-49.
Ülken, Hilmi Ziya, İslam Düşüncesi Türk Düşüncesi Tarihi
Araştırmalarına Giriş, Ülken Yay., İstanbul 2005.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Asal_sayı
[1] Louis Gardet, “Hicrî 330 Yılından Önce İslam’da Din ve Felsefe”, İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, çev.: Mustafa Sait Yazıcıoğlu, (sayı:V,
Ankara,1982, s.: 331.)
[2] Hilmi
Ziya Ülken, İslam Düşüncesi Türk
Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş, (İstanbul: Ülken Yay., 2005.),s.:174.
[3] Gardet, “Hicrî 330 Yılından Önce İslam’da Din ve Felsefe”, s.: 336.
[4]
Mahmut Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, İslam Felsefesi Tarihi ve Problemler,
ed.: M. Cüneyt Kaya, (İstanbul:İsam Yay., 2013.), s.: 92; Mehmet Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, ( Ankara:Türkiye
Diyanet Vakfı Yay., 2014.), s.:159.
[5]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.:93.
[6]
Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.:
160.
[7]
Mahmut Kaya, Kindî: Felsefî Risâleler,
(İstanbul:Klasik Yay., 2006.), s.:7.
[8] Kaya,
“ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.:93., naklen; Sicistânî, Müntehâbü Sivâni’l-Hikme, s.:113.
[9]
Kaya, Kindî: Felsefî Risâleler,s.:8.
[10]
Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş,s.:
156.
[11]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”,s.:111.
[12] Ebû
Yusuf Ya’kub b. İshak el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, Kindî: Felsefî Risâleler ,çev.: Mahmut Kaya, (İstanbul:Klasik Yay.,
2006.) s.:141.
[13]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.:97-98., naklen;
Kindî, Aristotelesin Kitaplarının Sayısı
Üzerine, s.: 266.
[14]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 95.
[15]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.:93-94.
[16] Cavit
Sunar, “ İslam Meşşâî Felsefesinde İlk Adım”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (c.: XVII, sayı:
13, Ankara 1969, s.: 46-47.)
[17] Rahman Sûresi 55/5-6.
[18]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 106-107.
[19] Macit
Gökberk, Felsefe tarihi, (İstanbul: Remzi
Kitabevi, 2013.),s.:77.
[20]
Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.:
161.
[21]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 115.
[22]
Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.:
162.
[23]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 115.
[24]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 116.
[25]
el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, s.:145.
[26]
Kamil Sarıtaş, “Kindî’nin Akıl Teorisinin Kaynağı Sorunu Üzerine”, Dînî Araştırmalar Dergisi, (c.: XIV,
sayı: 40, 2012, s.:91.)
[27]
Kaya, Kindî: Felsefî Risâleler,s.:
23.
[28] Sarıtaş,
“Kindî’nin Akıl Teorisinin Kaynağı Sorunu Üzerine”, s.:94.
[29]
Kaya, Kindî: Felsefî Risâleler,s.:
23.
[30] Sarıtaş,
“Kindî’nin Akıl Teorisinin Kaynağı Sorunu Üzerine”, s.:96.
[31]
Kaya, Kindî: Felsefî Risâleler,s.:
24.
[32] Sarıtaş,
“Kindî’nin Akıl Teorisinin Kaynağı Sorunu Üzerine”, s.: 100.
[33]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 112., naklen;
Kindî, Nefs Üzerine, s.: 244-246.
[34]
el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, s.:146.
[35]
el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, s.:148.
[36]
el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, s.:140.
[37]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 101.
[38] https://tr.wikipedia.org/wiki/Asal_sayı
[39]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 102.
[40]
Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.:
172.
[41] Bakara Sûresi 2/117.
[42] Kindî’nin atomculuğu tenkidi hakkında daha detaylı bilgi için bkz.: Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.:163-170.
[43]
el-Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, s.:149.
[44]
Kaya, “ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 105.
[45]Kaya,
Kindî: Felsefî Risâleler,s.: 41.,
naklen; Kindî, Tarifler Üzerine, s.:
185-186.
[46]Kaya,
Kindî: Felsefî Risâleler,s.: 41-42.
[47]Kaya,
“ Kindî: İslam Dünyasının Felsefe ile Tanışması”, s.: 109.
[48] Cavit
Sunar, “ İslam Meşşâî Felsefesinde İlk Adım”, s.: 43.
[49] Cavit
Sunar, “ İslam Meşşâî Felsefesinde İlk Adım”, s.:43.
[50]
Kindî’nin üzüntüyü yenmenin çarelerine ilişkin sunduğu önerilerin detaylı
bilgisi için bkz.: Ebû Yusuf Ya’kub b.
İshak el-Kindî, “Üzüntüyü Yenmenin Çareleri”, Kindî: Felsefî Risâleler, çev.: Mahmut Kaya, ( İstanbul: Klasik
Yay., 2006.)