(Not: Bu makale objektif bir bakış açısı ile İslam Filozofu Fârâbî'nin felsefî görüşlerini yansıtmaktadır. Onun siyaset felsefesi hakkında tarafımızdan olumlu veya olumsuz bir kanaat belirtilmemiştir.)
Fârâbî'nin Felsefesinde Ahlâk ve Siyaset
GİRİŞ
Ahlak sözcüğü, Arapça “ha-le-ka”
kökünden türeyen “hulk” mastarının cemîsi olup, Türkçede müfredinin yerine
kullanılmakta ve yaratılış, tabiat, karakter, huy anlamlarına gelmektedir.
Bir terim olarak
davranış düzenini ifade eden ahlak, insan hayatının zorunlu bir boyutu ve tamamlayıcı
bir parçasıdır. Bir davranış düzeninin iyi veya kötü olmasından söz etmek
anlamlı olduğuna göre; ahlakı “iyi ahlak” ve “kötü ahlak” şeklinde ifade etmek
mümkündür. Ancak günlük dilde sıklıkla “kötü ahlak” yerine “ahlaksız”
kelimesinin kullanımına rastlanmaktadır.
Ahlak, çoğu zaman
“ahlak felsefesi” anlamına gelen “etik” kelimesi ile de karıştırılmaktadır.
Halbûki ahlak, bir şahsın hayatında veya toplumda genel kabul görmüş davranış
düzenini ifade ederken; etik/ahlak felsefesi, bir yandan ahlâkîliğin varlığını,
diğer taraftan da ahlâki terim ve kavramlar ile ahlâki önermelerin anlamları ve
birbirleri ile irtibatını, bunların nasıl temellendirildiğini ifade eder.
Kısacası etik, ahlak üzerinden konuşur, sorgular, tartışır, düşünür ve
yargılar. Ahlak yöresel iken; etik evrensel kabul gören kuralları ifade
etmektedir.[1]
Genel olarak iki çeşit
ahlak anlayışından söz etmek mümkündür:
1. Faziletlerin
kazanılması ve faziletli olma olarak ahlak,
2. Kurallı
yaşam ve kurallara uygun davranma olarak ahlak.
Bu kısımlar İslam
toplumundaki ahlak anlayışı bağlamında ele alındığında; birinci kısım,
sûfîlerin “zühd” adındaki yaşam tarzlarında amelî olarak dile gelmiş, daha
sonra da “felsefî ahlak” içerisinde teorik bir şekilde temellendirilmiştir.
İkinci kısım ise; muhaddisler, fukahâ ve kelamcıların ilgi alanına girmiş,
muhaddisler tarafından ayet ve hadisleri kullanılarak dînî hayatın kuralları
dile getirilirken; ahlak, fukahâ ve kelamcılar tarafından fıkıh usulü ve akâid
kitaplarında teorik olarak ele alınmıştır.
Ahlak teorisi, ahlakın
temel kavramlarını, ilkelerini ve kurallarını temellendiren düzenli ve tutarlı
açıklamalardır ki; İslâmî ahlak teorilerini iki gruba ayırmak mümkündür:
1. Kuralcı
ahlak teorileri
2. Karakterci
ahlak teorileri
Kuralcı ahlak
teorileri, ahlâkî davranışları emir ve yasaklar veya iyi ve kötü fiillerin
tasviri şeklinde ifade eder. Örneğin; “Yardım etmek iyidir” ve “Zarar vermek
kötüdür.” şeklinde kurallar dile getirir. İkinci kısım ise -daha çok-
filozofların kabul ettiği ahlak tarifini içerir: “Ahlak, insan nefsinden
düşünüp taşınmaya gerek kalmaksızın, bir takım fiillerin ortaya çıkmasını
sağlayan melekedir.” Yani bu teoriye göre; kişide gerçek bir ahlâkın
varlığından söz etmek, onun ahlâkî fiilleri tek sefere mahsus olarak değil, bir
meleke olarak kendinde bulundurmasıyla ve yaşam tarzı olarak benimsemesiyle
mümkün olur.
Bu yazıda İslam
felsefesinin kurucu filozofu sayılan ve bu felsefenin ana eğilimlerini
belirleyen Fârâbî’nin ahlak felsefesi ele alınacaktır. Ancak onun ahlak
felsefesi anlatılmadan evvel, hayatı ve eserlerinden kısaca bahsetmek ve -ahlak
ilminin onun felsefesindeki yerini görmek adına- onun ilimler sınıflandırmasına
değinmek yerinde olacaktır.
Ebû
Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarkhan b. Uzluğ b. Turhan el-Fârâbî et-Türkî[2] bu
günkü Kazakistan sınırları içerinde bulunan Fârâb şehrinin Vesiç kasabasında
yaklaşık olarak h.258/m.871-72 tarihinde, Sâmânî sarayında vazifeli olan bir
kumandanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir.[3]
İleri
gelen bir aileye mensup olan Farabî, tahsilinin temelini dil bilimleri ve dînî
eğitim ile atarak; fıkıh, tefsir ve hadis ilimleri öğrenmiştir.[4]
Küçük yaşta ilim tahsili için Bağdat’a giden Farabî, orada devrin ünlü dil
bilimcilerinden biri olan Ebû Bekr İbnü’s-Serrâc’dan Arap grameri tahsil etmiş,
sonra Harran’a giderek Yuhanna İbn Haylân’dan Aristo mantığını öğrenmiştir.
Harran’dan sonra tekrar Bağdat’a dönen Fârâbi’nin burada metafizik, mûsikî ve
matematik gibi diğer felsefî ilimlerin eğitimini aldığı bilinmektedir.[5]
İleriki yıllarda Bağdat’ta ortaya çıkan siyâsî
kargaşalar sebebiyle Suriye bölgesine göç eden Fârâbi, Halep’te Hemadânî Emîri
Seyfu’d-Devle ile iyi ilişkiler kurarak onun himayesine girmiş[6] ve
Şam’ın fethedilmesiyle Şam sarayındaki yerini almıştır. Hayatının bir döneminde
Mısır’a seyahat ettiği fakat burada çok kalmayıp Şam’a döndüğü bilinmektedir.
Fârâbi, 80 yaşını aşkın olarak h.339/m.950 senesinde Şam’da rahmet-i Rahmân’a
kavuşmuştur.[7]
Dil
bilgisi, felsefe, mûsikî, matematik, astronomi ve zamanın diğer ilimlerini
tahsil eden Fârâbi, bu ilimlerdeki yetkinliği sebebiyle İslâm dünyasında
“Muallim-ü Sânî” (İkinci Öğretmen) -ki ilki Aristodur- , Latin dünyasında aynı
manaya gelen “Magister Secundus” lakabına layık görülmüştür. Anadili olan
Türkçeden başka Arapça ve Farsça, kısmen de Yunanca bildiği zannedilmektedir.[8]
Fârâbi,
mantık, müzik, siyaset, ahlak, tıp, matematik gibi pek çok alanda eserler
kaleme almıştır. Bu eserlerden bazılarının ismi şu şekilde zikredilebilir:
1. İhsâ
ul-Ulûm
2. Kitâbu’l-Ahlak
3. Kitâbu’l-Cedel
4. Uyûnü’l
Masâ’il
5. Risâle
fî Me’ani’l-Akl
6. Risâle
fî’l-Huruf
7. Es-Siyâsetü’l
Medeniyye
8. Risâle
Tahsîlü’s-Sa’âde
9. El-Medînetü’l-Fâzıla
10. Makâle
fi’l-Halâ
11. Et-Ta’lîkât
12. Risâle
fî Mâhiyeti’n-Nefs
13. Kitâbu’l-Mîsikâ
el-Kebîr
14. Risâle
fî’l-Hikme
15. Kitâbu’t-Tenbih
alâ Sebîlü’s-Sa’ade
16. Füsûlü’n
Müntezea
17. Kitâbu’l
Mille[9]
Fârâbî’nin
en özgün çalışmaları, onun ahlak ve siyaset felsefelerini içeren metinleridir.
O, mutluluk, erdem, toplum hayatı, siyaset ve din meselelerini aynı potada
eritmiş, ahlak felsefesini toplumsal bir zeminde ele almış, siyaset felsefesi
ile ahlak felsefesi arasında kopmayan bir bağ kurmuştur.
Farabi ilimleri yapısı,
gayesi, konu ve elde ediliş şekilleri bakımından sınıflara ayırmaktadır. O,
ilimleri gayeleri bakımından sınıflandırırken Aristo'nun sınıflandırmasına
sadık kalarak, ilimleri nazarî ve amelî olmak üzere iki şekilde
kategorize etmiştir. Farabi'ye göre nazarî ilimler; felsefe veya hikmet olarak
adlandırılan ve insana amel gerektirmeyip yalnızca eşyanın bilgisini kazandıran
ilimlerdir. Amelî ilimler ise; insana varlıkların amel gerektiren bilgisini
verip, bunlardan güzel olanları yapabilme kudretini kazandıran ahlâk ve
sanatlardır. Nazarî ve amelî ilimler kendi aralarında da sınıflara ayrılırlar.[10]
Aşağıdaki tabloda bu sınıflandırma gösterilmiştir:
Farabî, ilimleri yapısı
yönünden sınıflandırırken de iki kısma ayırmaktadır: İlki cüz’î ilimlerdir ki bunlar tikel varlıkları ve onların anlamlarını
konu edinirler. Bu ilimlerde tikel varlıkların özel arazları ele alınarak
nazarî şekilde incelenir. İkincisi küllî
ilimlerdir ki bunlar tümel kavramların yapısını, konularını ve
prensiplerini konu edinirler. Bu sınıflandırma Farabi'ye özgü bir
sınıflandırmadır[11]
Farabi'nin kendine özgü
üçüncü bir sınıflandırması daha vardır ki; bu sınıflandırma İhsâu'l Ulûm adlı
eserinin konusunu teşkil eder. Bu eser, ortaçağ boyunca alanında yazılan en
önemli eser olup; birçok Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi bilim adamına kaynaklık
etmiştir. Onun bu eserdeki konu ve elde ediliş yönünden ilimler tasnifi, aşağıda
gösterilmiştir:[12]
Bu yazıda Farabi'nin
ahlak felsefesi ele alınacağından dolayı onun ilimler tasnifinde ahlakı nereye
koyduğu bizim için önemlidir. Ahlak ilmi, varlığın kendini gerçekleştirme
çabasını, insanların birbirleri ve nesneler ile olan ilişkilerini ve toplumsal
düzeni konu alan bir ilim olduğundan dolayı “insan bilimleri” arasında yer almaktadır.
Ancak Farabi, ilimleri doğa ve insan bilimleri şeklinde ayrıma tabi tutmaksızın
ahlak ilmini “medenî ilimler” sınıfına dâhil etmiştir. Medenî ilimler, doğal
ihtiyaçların zorlaması ile bir şehir kuran insanların iradeli olarak yaptıkları
hareketleri ve ahlaklarını, bir de siyasete dair hususları araştıran ve
inceleyen ilimlerdir.[13]
Dolayısıyla onun ilimler tasnifinde ahlâk ve siyaset arasında yakın bir ilişki
söz konusudur.
İslam felsefesinde ahlâk
alanı, Farabi ile birlikte psikolojik temelden hareketle epistemolojik ve
toplumsal yönleriyle incelenmeye başlanmıştır.[14]
Farabi, davranış düzeni demek olan ahlakı, zorunlu olarak sosyal varlık olan
insanların oluşturmuş oldukları toplumlar için vazgeçilmez bir mutluluk kaynağı
olarak görmektedir. Ona göre insanın en yüce amacı mutluluğa erişmektir, toplum
ise mutluluk için bir araçtır. Farabi'nin felsefesinde ahlâk ile siyaset iç içe
kurgulanmıştır. Şimdi Farabi’de ahlakîliğin gayesi olan mutluluğa kısaca değindikten
sonra onun ahlak felsefesi, psikolojik ve toplumsal boyutlarıyla ele
alınacaktır.
Farabi'ye göre ahlaklı
olmanın amacı mutluluğa erişebilmektir. Mutluluk en yüce gaye, ulaşılacak en
son yetkinlik ve insanın ulaşabileceği en yüksek iyiliktir.[15]
Farabi'ye göre mutluluğun ötesinde insanın elde edebileceği daha büyük bir şey
yoktur.[16]
Filozoflar “iyi”yi üç
gruba ayırmaktadırlar: 1. Kendiliğinden iyi 2. Başka bir şey için yani vâsıta
olarak iyi 3. Hem vâsıta hem de gaye olarak iyi. Mutluluk, üçüncü kısma dâhil
olup zenginlik, dostluk ve sağlık gibi diğer bütün iyilikleri kapsadığından
dolayı en yüksek iyilik; insanların kendisini aklî ve ahlakî açıdan yetiştirmesi
ve etkinleştirmesi ile elde edilebileceğinden dolayı en yüksek yetkinliktir.
Farabi'ye göre bütün
varlıklar, kendi türü içerisinde daima yetkinleşme çabası gösteriler. Örneğin;
Bir tohum, doğal olarak ağaç olup meyve vermek ister, bir hayvan yavrusu doğal
olarak büyüyerek evlat vermek ister. Aklî yetisi olduğundan dolayı tabiat
varlıklarının en üstünü olan insan ise kendi türüne mahsus olan düşünce ve
konuşma özelliklerini etkinleştirmeyi amaçlar. İnsan, düşünsel yetkinliğe
ulaştığı müddetçe ahlakî yetkinlik kazanarak mutluluğu elde eder. Bu
yetkinleşme ancak eğitimle, eğitim ise erdemli bir toplumda yaşamak ile mümkün
olur.
Her insan, doğal olarak
iyi kabul ettiği şeyleri istemekte, ona yönelmekte ve onları elde ederek
yetkinleşmeye çalışmaktadır. Buna göre her insanî davranış -kötü bile olsa-
iyiyi amaçlamaktadır. Örneğin; Bir hırsız, yaptığı hırsızlık fiilinde kendisi
için bir menfaat gördüğünden dolayı bu fiili işlemektedir. İntihar eylemi haddi
zatında ahlakî bir davranış olmasa da; intihar eden kişi, bu dünyada çektiği
acılardan kurtulacağına inandığından dolayı bunda kendisi için bir iyilik
görmesi sebebiyle bu eylemi yapar. İnsanın yaptığı her şey, bir bakıma en
yüksek iyi olan mutluluğu elde edebilmek içindir.
Farabi, milletlerin ve
devletlerin kendileri ile bu hayatta dünya mutluluğunu, âhirette ise en yüksek
mutluluğu elde ettikleri şeyleri dört kısma ayırmaktadır: 1.Nazarî Erdemler 2.Fikrî
Erdemler 3.Ahlakî Erdemler 4.Amelî Erdemler.
Nazarî
erdemler, yalnızca varlıkların ve onların içeriklerinin akıl
tarafından kavranmasını sağlayan ilimlerdir. Bu ilimlerin bir kısmı zihinde
nereden geldiği bilinmeyen ve baştan beri var olan aksiyomlardır; bir kısmı ise
araştırma, çıkarsama, öğrenme ve öğretme yoluyla elde edilen bilgilerdir.[17] Akılda
kendiliğinden var olan ve yanlışlanamayan bilgiler, metafiziğin konusunu teşkil
ederken; araştırmaya dayalı bilgiler, ay altı âlemdeki varlıkların
incelenmesini konu alan fizikî ve matematiksel bilgileri ifade etmektedir. Amelî erdemler, kendisi ile faydaları
amaçlanan marangozluk ve demircilik gibi zanaatlarda ve sanatlarda oluşan
yetkinliklerdir. Kendisiyle dış dünyadaki tikel varlık ve olaylara karşı
insanın tavır alma ve davranışta bulunma süreçleri kastedilen fikrî erdemler ise; kavrama ve
anlayışın ötesinde iradî fiilleri ifade eder.[18]
Beşerî varlık sahasını iradenin etkinliği içerisinde değerlendiren Farabi'ye
göre, tanrısal adaletin kozmik yansımaları olan tabiattaki zorunlu düzen, irade
ile son bularak yerini seçme hürriyetine bırakır. Kişi iyiye de kötüye de ideal
anlamlar yükleyerek dilediğini tercih edebilir, bu ise ahlakîliğin ana
dinamiğini teşkil eder.[19] Ahlâk
ve siyaset, bir yandan iradenin dâhil olduğu olayları kapsamlı bir şekilde
araştırarak bilginin konusu yapar; diğer taraftan fiil ile ilişkilendirerek
amelî bir disiplin haline dönüştürebilir.[20]
Nazarî erdemleri “bilgi”
ile açıklayan Farabi'ye göre insan; kendi türüne, içerisinde yaşadığı bir parça
olduğu dünyaya ve bütün varlıkların birinci ve ikinci sebebine dair bir
kavrayış yani felsefî bir yetkinlik kazanmadıkça bu erdemleri elde edemez. Bunu
Farabi’nin şu sözlerinden çıkarmak mümkündür:
“Mutluluğa
güzel şeyler bizde yerleşik hale geldiğinde ulaştığımıza ve güzel şeyler de
bizde ancak felsefe sanatı sayesinde yerleşik hale geldiğine göre, bundan,
kendisi ile mutluluğa ulaşılan şeyin felsefe olduğu, zorunlu olarak ortaya çıkar. Felsefe ise bizde
ancak temyiz yetkinliği ile oluşur.”[21]
Farabi'nin bu sözünde
üç nokta dikkati çekmektedir: Ona göre gerçek mutluluk güzel şeylerin insanda yerleşik
hale gelmesiyle elde edilebilir. İyiliklerin tesadüfî veya tek sefere mahsus
olarak değil, bir meleke haline geldiği müddetçe ahlakîliğinden söz etmek
mümkündür. Örneğin; Bir insana farkında olmadan yardım etmek -hakikatte ahlakî
bir eylem olsa da- yardım eden kişiye ahlaklılık kazandırmaz. Eğer kişi
yardımseverliği bir meleke haline getirdi ise onun yaptığı yardımlar ahlâkî bir
hüviyet kazanır.
Burada dikkat çeken
diğer bir nokta ise; mutluluğa eleştiren şeyin “felsefe” olduğunun
vurgulanmasıdır. Farabi'ye göre mutluluk felsefenin, dolayısıyla da dinin nihâî
gayesini oluşturur. Felsefe ile dinin amaçları bir olduğu gibi konuları da
birdir. Her ikisi de varlıkların en son ilkelerini, varlıkların ilk sebebini,
ilk ilkesi hakkındaki bilgiyi, insanın kendisi için var olduğu en son gayeyi
belirler. Din, felsefenin kapsamında yer alır, yani felsefenin bir parçasını
oluşturur. Çünkü dinde ispatsız olarak ele alınan bilgilerin ispatları
felsefededir ve felsefe dinde bulunan tikellerin sebeplerini veren tümelleri
içeren ilimdir.[22]
Felsefî alanın
toplumsallaştırılmasının en önemli aracı dindir ve din bir yönüyle eğitim ve
öğretimdir. Farabi'ye göre kişi mutluluğa kavuşmak için bu mutluluğu elde etmiş
erdemli bir şahsın -ki o peygamber veya filozoftur, aynı zamanda erdemli şehrin
başkanıdır- eğitim ve öğretiminden geçmelidir. Farabi bu konuda şunları dile
getirir:
“Yüce mutluluğun elde edilmesi insan varlığının
amacı olunca; insan, mutluluğun ne olduğunu bilmeye, onu amaç edinmeye ve göz
önünde tutmaya ihtiyaç duyar. Ayrıca, mutluluğu elde etmek için yapması gereken
şeyleri bilmesi ve onları yapması gerekir. İnsanların yaratılışça farklılıkları
üzerine söylenenlerin ışığında, denilebilir ki, her insan, mutluluğun ne
olduğunu ve bu konuda neler yapması gerektiğini kendi başına bilmez; onun, bu
amaç için bir öğretmen (muallim) ve kılavuza (mürşid) ihtiyacı olur. Bazı
insanların, klavuzlanmaya az ihtiyacı olduğu halde, bazılarının daha çok
ihtiyacı vardır. Kaldı ki, bir insan, bu iki konuda yani mutluluk ve ona götüren
fiilleri bilmede kendisine kılavuzluk edilmese de, dışarıdan bir dürtü ve itici
güç olmaksızın kendisine öğretilen ve gösterilen şeyleri yapmayabilir.”[23]
Farabi'nin vurgu yaptığı
üçüncü nokta ise; felsefenin bizde “temyiz yetkinliği” ile oluşabileceğidir. Bu
temiz yetkinliği yani ayırt etme gücü ancak aklın yetisi olabilir. Dolayısıyla
felsefi yetkinlik, düşünsel bir yetkinliğinin varlığını zorunlu kılar. Farabi'ye
göre insanın bütün başarıları düşünme yetisi ile ilgili olup; doğru ile yanlış,
iyi ile kötü, yararlı ile zararlının bilgisi, ahlâk, estetik, sanat ve teknik ancak
bu yetiyle mümkün olmaktadır.[24]
İnsanda ortaya çıkan ilk ruhsal belirti beslenmeye yetisi, ikincisi ise duyu yetisidir. Duyularda oluşan
algılar, zamanla silikleşmeye başlayınca yerini tahayyül yetisine bırakır. Bu yetinin birleştirme, araştırma ve
taklit etme gibi özellikleri bulunmaktadır. Felsefe, bilim teknoloji, sanat ve
ahlak gibi en yüksek etkinlikleri mümkün kılarak insan ruhunun en yüksek
fonksiyonunu yerine getiren şey ise düşünme
yetisi yani akıldır. Bu
yetilerin hepsi arzu etme yetisi ile
alakalı olduğundan dolayı, insanda her türlü bedensel ve ruhsal yönelimin
irâdî bir boyutu da vardır.[25]
Farabi'ye göre insan,
iradesi ile eğitime tabi tutulduktan sonra bu yetilerini kullanır; bundan sonra
da fiil halinde olan akıl (faal akıl), insanın kuvve halinde olan aklını
harekete geçirerek gerçek bir düşünsel yetkinliğe ulaşmasını sağlar. Başka bir
ifade ile faal akıl ile özdeşleştirilen Cebrail gelerek; kendisini felsefî
alanda geliştiren filozofun taakkul yetisine, peygamberin ise muhayyilesine
şimdiye ve geleceğe dair tikel bilgiler/vahiy bırakır, böylece o kişinin
nefsinde ittisal gerçekleşmiş olur ve peygamber ya da filozofun nefsi, maddeden
mufârakat ederek (ayrılarak) en yüksek yetkinliğe erişir. Nefsin düşünen
parçası yetkinleşerek bilfiil akıl haline dönüştüğünde, o insan, maddeden
soyutlanmış olur. Maddeden tamamen soyutlanmış bir nefis, gerçek mutluluğu elde
edebilir.[26]
Farabi’nin, maddeden
soyutlanarak gerçek bir düşünsel yetkinliğe erişme fikrini, parapsikolojideki
“telepati” ve “prekognisyon” fikirleriyle ilişkilendirmek mümkündür. Telepati/uzaduyum,
bireyler arasında, bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleşen bilgi
aktarımıdır. Bir başka deyişle, parapsikolojide incelenen paranormal bir
yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir,
duyum veya imajların aktarılmasını sağlayan tesir irtibatıdır.[27] Prekognisyon
ise meydana gelecek olayların önceden paranormal olarak algılanması demektir.[28]
İttisal yetisi kendisinde mevcut olan peygamber ve filozof, maddeden
soyutlandığı için bu iki özelliği doğal olarak elde etmiş olur.
Bütün insanların bu
yetkinliğe ulaşması mümkün olmadığından dolayı, yukarıda anlatılan ittisali
gerçekleştiren bir kimsenin liderliğindeki erdemli bir devlette yaşamak ve o
lidere iteat ederek, koyduğu kurallara uymak insanları dünya ve ahiret
mutluluğuna kavuşturacaktır.
Farabi'ye göre insanı
devlet oluşturmaya sevk eden üç temel sebep vardır:
1. İnsan,
temel ihtiyaçlarını temin edebilmek için türdeşleri ile işbirliği yapmak
zorundadır.
2. Evrendeki
her varlığın tabiatı gereği bir görevi ve sıra dizimi vardır. Her birinin
ödevini gerçekleştirebilmesi için diğer varlıklarla işbirliği yapması
zorunludur. Toplum halinde yaşama, evrendeki düzenin zorunlu kıldığı bir
durumdur.
3. İnsan,
en üstün ödevi ve teolojik gayesi olarak gerçek mutluluğa tek başına yaşamakla
ulaşamayacak bir varlıktır.[29]
Sayılan sebeplerden
dolayı insanoğlu zorunlu olarak toplumsal bir varlıktır. Ancak bu toplum, erdemli
bir toplum olduğu müddetçe bu beklentileri karşılayabilir.
Erdemli şehrin başkanı,
ittisal yeteneğine sahip olarak yüce yetkinliğe erişmiş olan peygamber veya
filozoftur. Farabi'ye göre erdemli şehrin başkanın şu on iki özelliği şahsında
toplamış olması gerekmektedir:
1. Organları
tam olmalı
2. İyi
bir anlama yeteneğine sahip olmalı
3. Hafızası
güçlü olmalı
4. Uyanık
ve zeki olmalı
5. Öğrenmeyi
ve öğretmeyi sevmeli ve öğretimin getirdiği zorluklara karşı sabırlı olmalı
6. Güzel
bir ifade yeteneğine sahip olmalı
7. Şehvetine,
yeme-içme ve cinsel arzularına düşkün olmamalı
8. Doğruluğu
ve doğruları sevmeli, yalandan ve yalancıdan nefret etmeli
9. Onurlu
ve cömert olmalı, her türlü bayağı şeyden kendisini uzak tutmalı
10. Altın
ve gümüş gibi dünyevî şeyleri basit görmeli
11. Adaleti
ve adil kimseleri sevmeli, insanlara adil davranmalı, haksızlık yapılması istendiğinde
karşı koyabilmeli
12. Azimli
ve kararlı olmalı, amaçlarına ulaşmak hususunda cesur olmalı.[30]
Farabi, ilk başkan olması
beklenilen kişinin; yöneticiliğe dair doğal bir yatkınlığı olmakla birlikte,
pratik ve teorik bütün ilimlerin yanında yöneticilik ile ilgili özel bir
eğitime de tabi tutularak doğal yatkınlığını geliştirmesini şart koşmaktadır:
“Bu
yaratılmışların hepsi, hangi amaçla var
olmuşlarsa, ona göre iradeyle eğitilmeye muhtaçtır. Onlar, yatkın oldukları
şeylerle, bu şehirlerin en son veya en yakın yetkinliklerini almak üzere
eğitilirler. Herhangi bir iş konusunda öyle yüksek yaratılışlar vardır ki,
bunlar, onların yatkın oldukları şeylerle eğitilmez ve ihmal edilirlerse,
zamanla onların sahip oldukları yetenekler yok olur. Bazen de söz konusu işte
kötü şeylerle eğitilirlerse bu durumda bayağı şeyler bulunup ortaya çıkarılmış
olur.” [31]
Farabi ilk başkanı şu
şekilde tarif eder:
“O
imamdır, erdemli şehrin birinci başkanıdır, erdemli milletin hükümdarıdır ve
ma’mur dünyanın tamamının hükümdarıdır.”[32]
Bu sözüyle Farabi’nin evrensel bir dünya görüşünü
benimsediği de ortaya çıkmaktadır.
Erdemli şehirde halk, filozof/peygamberin
koyduğu dinin inançlarını benimseyip, amellerini yerine getirirler. Eğer bu
dinin mensupları, birçok erdemli şehirden oluşan bir millet boyutuna ulaşırsa “erdemli
ümmet”; eğer yeryüzündeki bütün insanlar bu dini benimserlerse “erdemli dünya devleti”
ortaya çıkar.[33]
Farabi'nin önerdiği
yönetim şekilleri sırayla şunlardır:
1. Yukarıda
sayılan 12 şartı taşıyan başkanın kurduğu devlet.
2. Melîk
ve hakîmden oluşan ikili yönetim sistemi.
3. Sayılan
sıfatların 4 ve 6 kişilik komisyonlara dağıtılarak oluşturulan sistem.
4. Sayılan
sıfatlardan kimsede bulunmaması durumunda, geleneği sürdüren fakat yeni kanun
koyma yetkisi bulunmayan bir başkanın yönetimi.[34]
Erdemli şehir; gerçek
mutluluk bilinci, ortak din, ortak bir amaç, inanç ve fiiller sayesinde halkın
sevgi ve adalet temelindeki bir ahenk içerisinde yaşamış olduğu şehirdir.[35]
Böyle bir şehrin en önemli özelliği halk arasındaki “uyum”dur. Farklılıklar ise
kaosa yol açacağından dolayı erdemsizliği beraberinde getirir.
Erdemli şehrin
mensupları, bu dünyada aklî ve ruhî mükemmelleşmeye eriştikleri için öldükten sonra gerçek mutluluğa kavuşacaklar;
erdemsiz şehir ise bundan mahrum olacaktır.[36]
Farabi'ye göre erdemsiz
şehirlerin ilk özellikleri; varlığın sürekli değişmesi ile bir kaos ortamının
hakim olması ve daima zıt güçlerin birbirleriyle mücadele içerisinde bulunmasıdır.
Böyle bir şehir halkı, varlığını devam ettirebilmenin şartının; başkaları ile
mücadele ederek onları alt etme ve onlar üzerinde haksız bir hâkimiyet kurma
olduğunu zannederler. Bu düşünce yapısında adalet, güçlünün güçsüzü bertaraf
etmesiyle kurulan hâkimiyet ve yasalardır. Bunlara göre zulmün adil olmadığı
görüşü, zayıf olan devletler tarafından ortaya atılan ve fizikî korku ve
güçsüzlükten kaynaklanan bir düşüncedir.
Devletlerarası sözleşme
fikri, erdemsiz devletlerin başka bir özelliğini yansıtır. Sözleşme, güç
bakımından eşit olan iki devletten birinin diğerine üstünlük kuracağı zamana
kadar ertelenmiş geçici bir haldir. Üstünlük kuran ve yönetimi ele geçiren
devlet, sözleşmeyi bozacak ve güç kullanarak diğer devleti hâkimiyeti altına
almaya çalışacaktır.
Erdemsiz devletlerin
bir diğer özelliği de metafizik unsurlara işaret ederek insanların inançlarını sömürmek
ve yeryüzündeki ni'metleri ele geçirmektir. Bu, güç bakımından yetersiz olan ve
mücadele edemeyen kimseler tarafından uydurulmuş, dinî unsurları siyasete alet
ederek halkı kandıran ve kendisine itaat ettiren bir devlet yapılanmasıdır. Böyle
bir durum erdemli toplumlarda ortaya çıkarsa bunlara fâsık veya delalete düşmüş
toplumlar denilir.[37]
Farabi'ye göre câhil şehir(devlet) halkı, gerçek
mutluluğu tanıyamaz ve düşünemez. Bunlar kendisine öğretilse bile kabul
etmeyerek dünyevî zevklerin peşinde koşarlar. Fâsık şehir ise, düşüncesi itibariyle faziletli şehirden ayırt
edilemez; Allah'ı, yüce varlıkları ve faziletli şehrin bildiği her şeyi
bilirler ama işleri cahil şehrin yaptığı işler gibidir. Değişmiş şehir daha önceden faziletli bir şehir olup, farklı fikirlerin
etkisiyle değişerek başka türlü düşünen ve yaşanan hale gelmiş bir şehirdir. Şaşkın şehir dünya hayatından sonra saadet'e
kavuşacaklarını sanan şaşırmış halkın oluşturduğu bir şehirdir. Liderleri
kendisine vahiy geldiğini ve kendisinin en doğru yolda olduğunu söyleyerek
halkı aldatır ve dinî duyguları istismar eder.[38]
Farabi, cahil
şehir(devlet)lerin varlık ve siyasete dair bakışlarını irdeleyerek bu şehirleri
6 kısma ayırmaktadır:
1. Zarûrî şehir:
Halkı yaşamak için gerekli olan yiyecek, içecek, ev ve kadından sadece yeterli
miktarda alır ve bunları elde etmek için birbirlerine yardım ederler.
2. Zenginlik (beddâle) şehri:
Halkının bütün işleri güçleri ve hayatlarının amacı servetlerini artırmaktır.
Şehirdeki en zengin kişi bu şehrin başkanıdır.
3. Bayağılık
ve bedbahtlık şehri: Halkı yemeyi, içmeyi, şehvet peşinde koşmayı sever;
eğlence ve şakayı her şeyden üstün tutar. Mutluluğu dünya hayatına dair bir tür
oyun ve eğlenceden ibaret sayar.
4. Timokrasi (haysiyet/kerâme şehri):
Bu şehrin halkı, milletler arasında ünlü olmayı, itibar kazanmayı, övülmeyi,
şan ve şöhret elde etmeyi severler. Yabancılar arasında büyük tanınmak ve
hürmet görmek isterler. Bu şehirdeki ilişkiler bir tür şeref ve liyâkat
alışverişine göre inşa edilir.
5. Tiranlık(teğallüb) şehri:
Bütün zevkleri zafer ve üstünlükten ibarettir. Başkalarını ezmeye ve hiç ezilmemeye
çalışırlar. Şehrin ana amacı; sahip olduğu güçlü askerî sınıf, askeri teçhizat
ve egemenliklerini ortaya çıkaran zihnî güç vâsıtası ile içerde ve dışarıda zor
kullanarak egemen olmak ve hakları olmayan nimetlere konmaktadır.
6. Demokratik şehir:
Özgür yaşamayı amaçlar. Halkı sadece diledikleri gibi yaşar ve dilediklerini
yaparlar. Halkın tek belli bir amacı yoktur ve her vatandaş en iyi olarak
gördüğü şeyin peşinden koşmakta özgürdür. Yöneticiler ise bu özgürlük ve
eşitliği korumak ile mükelleftir. Yönetilenler nasıl yönetilmek istiyorlarsa
yöneticiler ona riayet ederler. Bu şehirde yöneten ve yönetilenler arasında
hiçbir fark yoktur. Aşırı özgürlük bir süre sonra politik yozlaşmayı
beraberinde getirecek ve yönetici kademeleri para karşılığı ele geçirilebilecektir.
Yine de bu durum yönetilenlerin onayı ile mümkün olacaktır. Demokrasinin bu
türden cazip yapısı, birçok soy, şehir ve milletlere mensup olan insanların bu
şehirlere göç etmesine, bu olgu ise şehrin nüfus ve sınırlarının genişlemesine
sebep olacaktır. Bunun sonucunda evlilikler çeşitlenecek farklı yatkınlıkları olan
ve son derece değişik eğitim ve yetişme şekillerine ait nesiller ortaya
çıkacaktır. Akabinde şehirde yerliler ve yabancıların ayırt edilemeyeceği bir
ortam oluşacaktır. Özgürlük ve eşitlik; filozof, hatip ve şair kimliklerini
bulunduran erdemli insanların da yetişmesine mahal verecektir. Bu şehrin en
güzel tarafı da budur. Fakat bu şehirde filozof sadece teorik bilgi ile
yetinecekse saygı görecek, amelî icraatlerin içerisinde bulunursa bazı
yaptırımlarla karşılaşacaktır. Eğer filozof, başkan olursa mevcut durum
tarafından mevkisi elinden alınacak ya da yönetimi sallantılı ve çekişmeli bir
halde işlevsiz kalacak ve öldürülmekten kurtulamayacaktır.[39]
Farabi'ye göre erdemli
şehirlerin amacı metafizik alanda bir mutluluğa kavuşmak iken, erdemsiz
şehirlerin gayesi servet, iktidar, şan ve şöhret gibi şeylerin peşinde koşarak
maddî/dünyevî mutluluğu elde etmektir.
Toplumsal bir varlık
olan insanın yetkinlik kazanabilmesi için bir devlet içerisinde yaşaması
zorunludur. İnsan topluluklarının oluşturmuş oldukları devletin düzenli
işleyişi ve erdemli yaşayışı, davranış düzeni demek olan ahlak ile son derece
ilişkilidir. Bu yüzden Farabi'nin felsefesinde ahlak ile siyaset iç içe
işlenmektedir.
Farabi'ye göre insanın en yüce gayesi olan
mutluluk, en yüksek iyiliği ve yetkinliği ifade eder. Bu yetkinlik kişinin
maddeden soyutlanarak ittisali gerçekleştirmesi ile mümkün olur. İttisal,
insanda kuvve halinde bulunan aklın, faal akıl tarafından harekete geçirilerek
fiil haline dönüştürülmesi demektir. Bu ise ancak eğitim ile mümkün olur.
Eğitim, ittisale vesile
olsa da bütün insanların bunu gerçekleştirmesi konusunda yeterli değildir. Böyle
bir durum ancak doğuştan bir takım üstün yeteneklere sahip olan ve muhayyile
yetisi bulunan peygamber ile taakkul yetkisi bulunan filozofa mahsustur.
Sıradan insanlar ise bu vasıflardaki bir kişinin yönetimi altında onların eğitimine
tabi tutularak, kendilerine verilen görevleri yerine getirerek, bu erdemli
yönetici tarafından konulan kurallara itaat ederek dünya ve ahiret mutluluğuna
kavuşabilir. Erdemli olan bir devlet, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek
için bir araçtır.
Erdemli devletin en
önemli özelliği, halkın ortak amaçlar ve inançlar etrafında birleşerek, adalet
ve sevgi içerisinde bir uyum sergilemesidir. Kaosun hâkim olduğu, güçlünün
zayıfı ezmeyi mübâh gördüğü ya da yöneticilerin halkın dini duygularını sömürerek
kitleler üzerine haksız hâkimiyet kurduğu şehirler ise erdemsiz şehirlerdir.
Erdemli şehirlerin nihaî gayesi metafizik mutluluğa erişmek iken, erdemsiz
şehirlerin tek amacı dünyevî zevk, eğlence ve üstünlük gibi şeyler ile geçici
mutluluğu elde etmektir.
Farabi'nin önceki filozofların görüşlerinden etkilenerek içerisine özgün yorumlarını kattığı ahlak ve siyaset felsefesi, kendisinden sonraki filozofların bu konudaki görüşlerini şekillendirmesi açısından İslam felsefesinde son derece önemli bir yere sahiptir. Farabi, İslamdaki ilk filozof olmamasına rağmen, İslam felsefesinin kurucusu kabul edilen çok değerli bir bilim insanımızdır.
Altunya,
Hülya, “Fârâbî, Bacon ve Dilthey’de İnsan Bilimleri”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.7,
Isparta 2000, s. 171-176.
Arkan,
Atilla, “Fârâbî’nin Gözüyle Ahlak-Siyaset İlişkilerinin Analizi”, 2. Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu,
Sakarya 2005,s. 387-396.
Aydınlı,
Yaşar, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”, İslam
Felsefesi Tarih ve Problemler içinde, ed. M. Cüneyt Kaya, İsam Yay.,
İstanbul 2013.
Bayrakdar,
Mehmet, İslam Felsefesine Giriş,
Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2014.
Bircan,
Hasan Hüseyin, “Ahlak: Mutluluk ve Erdem”, İslam
Felsefesi Tarih ve Problemler içinde, ed. M. Cüneyt
Kaya, İsam Yay., İstanbul 2013.
Fârâbî,
Ebû Nasr, Es-Siyâsetü’l-Medeniyye veya
Siyâsetü’l-Mevcûdât, çev. Mehmet Aydın, Abdulkadir Şener, M. Rami Ayas,
Büyüyenay Yay., İstanbul 2012.
……….,
Mutluluğun Kazanılması “Tahsîlu’s-Sa’âda”,
çev. Ahmet Arslan, Divan Yay., İstanbul 2013.
Korkut,
Şenol, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, İslam
Felsefesi Tarih ve Problemler içinde, ed. M. Cüneyt Kaya, İsam Yay.,
İstanbul 2013.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Etik
(Erişim Tarihi: 22.12.2015)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Farabi
(Erişim Tarihi: 22.12.2015)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Telepati (Erişim Tarihi: 22.12.2015)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Prekognisyon (Erişim Tarihi:
22.12.2015)
www.egitisim.gen.tr/site/arsiv/57-23/78-farabi-ahlak-anlayisi.html
(Erişim Tarihi: 22.12.2015)
[1]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Etik
[2]Semiha Duran, “Fârâbî ve Onun
Ahlak Anlayışı”, www.egitisim.gen.tr/site/arsiv/57-23/78-farabi-ahlak-anlayisi.html
[3] Mehmet Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, (Ankara:Türkiye
Diyanet Vakfı Yay., 2014), s.173.
[5] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.173-174.
[6] Yaşar Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat
Meşşâî Okulu”, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler içinde, ed. M. Cüneyt Kaya,
(İstanbul:İsam Yay., 2013), s.146.
[7] Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”,s.147.
[8] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.174.
[9] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.175.
[10] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.120.
[11] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.120.
[12] Bayrakdar, İslam Felsefesine Giriş, s.121-122.
[13]Hülya Altunya, “Fârâbî, Bacon ve
Dilthey’de İnsan Bilimleri”, Süleyman
Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (S.7, Isparta, 2000,
s.176).
[14]Hasan Hüseyin Bircan, “Ahlak:
Mutluluk ve Erdem”, İslam Felsefesi Tarih
ve Problemler içinde, ed. M. Cüneyt Kaya, (İstanbul: İsam Yay., 2013),
s.672.
[15] Ebû Nasr El-Fârâbî, Kitâbu’t-Tenbih ala Sebîli’s-Saâde, thk.
Jafar El-Yasin, (Beyrut: Dar al-Manahel,1985), s.47, aktaran; Atilla Arkan,
“Fârâbî’nin Gözüyle Ahlak-Siyaset İlişkilerinin Analizi”, 2. Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu, (Sakarya: 2005,s.388).
[16] Ebû Nasr El-Fârâbî, Kitâbu Ârâi Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla, nşr. Albert Nasrî Nâdir, (Beyrut: Dâru’l Meşrık, 1986), s.106, aktaran; Bircan, “Ahlak: Mutluluk ve Erdem”, 672.
[17] Ebû Nasr El-Fârâbî, Mutluluğun Kazanılması “Tahsîlu’s-Sa’âda”, çev. Ahmet Arslan, (İstanbul: Divan Yay., 2013), s.53.
[18] Arkan, “Fârâbî’nin Gözüyle
Ahlak-Siyaset İlişkilerinin Analizi”, s.389.
[19] Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat
Meşşâî Okulu”, s.170.
[20] Arkan, “Fârâbî’nin Gözüyle
Ahlak-Siyaset İlişkilerinin Analizi”, s.389.
[21] Fârâbî, Et-Tenbîh, s.77, aktaran; Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”,
s.154.
[22] Ebû Nasr El-Fârâbî, Kitâbu’l-Mille ve Nusûsu’n-Uhrâ, nşr. Muhsin Mehdî, (Beyrut: Dâru’l-Meşrık, 1986), aktaran; Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”, s.173.
[23] Ebû Nasr El-Fârâbî, Es-Siyâsetü’l-Medeniyye veya
Siyâsetü’l-Mevcûdât, çev. Mehmet Aydın, Abdulkadir Şener, M. Rami Ayas,
(İstanbul:Büyüyenay Yay., 2012), s.83-84.
[24] Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat
Meşşâî Okulu”, s.164.
[25] Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat
Meşşâî Okulu”, s.163.
[26] Ebû Nasr El- Fârâbî, Fusûl al-Madanî: Aphorisms of The Statesman,
nşr. D. M. Dunlop, (Camridge: Camridge Universty Press, 1961), s.155, aktaran;
Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”, s. 160-161.
[27]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Telepati
[28]https://tr.wikipedia.org/wiki/Prekognisyon
[29]Şenol Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler
içinde, ed. M. Cüneyt Kaya, (İstanbul: İsam Yay., 2013), s.697-698.
[30] Ebû Nasr El-Fârâbî, Kitâbu Ârâi Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla, thk. Yusuf Kerem, (Beyrut: 1982), İdeal Devlet, trc. Ahmet Arslan, (1997), aktaran; Arkan, “Fârâbî’nin Gözüyle Ahlak-Siyaset İlişkilerinin Analizi”, s.391.
[31] Fârâbî, Es-Siyâsetü’l-Medeniyye, s.82.
[32] Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, s.127, aktaran; Aydınlı, “Fârâbî ve Bağdat Meşşâî Okulu”, s.171.
[33]
Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, s.117-118, aktaran; Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”,
s.705.
[34] Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla; Fusûl, aktaran; ; Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, s.706.
[35] Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, s.706.
[36] Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, aktaran; ; Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, s.708-709.
[37] Bu bilgiler için bkz. Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, aktaran; Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”,
s.709-710.
[38] Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, aktaran; https://tr.wikipedia.org/wiki/Farabi
[39] Bu bilgiler için bkz. Fârâbî, Medîneti’l-Fâzıla, aktaran; Korkut, “Siyaset: Felsefe, Din ve Şehir”, s.712-715; https://tr.wikipedia.org/wiki/Farabi