İSLAMOFOBİNİN SİNEMA SEKTÖRÜNE YANSIMALARI

       GİRİŞ

            İslamofobi, “İslam” kelimesi ile Yunancadaki “phobos” kelimelerinin birleşiminden oluşmuş, “İslam korkusu” anlamına gelen bileşik bir sözcüktür. Phobos/fobi kelimesi normal korkudan ziyade; belli bir nesnenin, durumun veya etkinliğin yarattığı ve kişinin kendisi tarafından da yersiz ve aşırı kabul edilen akıl dışı, yoğun, inatçı bir korku anlamı taşımaktadır.

         Korku duygusu, tehlikeli zamanlarda kaçma ve saldırı şeklinde bireyin varlığını sürdürmesine yardımcı olan davranışlar ürettiği için faydalı olsa da, fobi derecesine ulaştığında, kişilerin sosyal ve meslekî hayatlarını olumsuz yönde etkilemeye başlar. Bazen bireylerin, bazen de bireylerin oluşturdukları toplumların hayatlarını olumsuz yönde etkileyen fobiler üç kısma ayrılabilir:

1.      Belli bir objeye yönelik fobiler: Köpek fobisi, şimşek fobisi, örümcek fobisi, sel fobisi, oyuncak bebek fobisi, palyaço fobisi gibi.

2.      Belli bir duruma yönelik fobiler: Yükseklik fobisi, klostrofobi (kapalı alan korkusu) gibi.

3.      Belli bir duruma yönelik fobiler: Sosyal fobi, islamofobi gibi.

      Bu makalede olguya yönelik fobiler arasında sayılan islamofobinin kökeni ve ortaya çıkış nedenlerine kısaca değinildikten sonra, sinema sektöründeki yansımaları ele alınacaktır.

   1. İSLAMOFOBİ

   İslamofobi, insanların en temel içgüdüsü olan yaşama ve güvenlik ihtiyaçlarının Müslümanlar tarafından tehdit edildiği algısından kaynaklanan korkunun neticesi olarak; Müslümanlara yönelik öfke, nefret ve saldırganlıkları ifade eden bir kavramdır. Dünyanın farklı devletlerinde zaman zaman Müslümanlara yönelik saldırılar olsa da, bu kavram daha çok Amerika ve Avrupa halkının İslam dinine karşı ön yargıları için kullanılmaktadır.

            1.1. İSLAMOFOBİNİN DOĞUŞU

            İlk kez 1991 yılında kullanılan islamofobi kelimesi, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yeniden gündeme gelerek bu günkü popülerliğini kazanmıştır. Aslında -ismi yeni konulmuş olsa da- İslam dinine yönelik nefret ve saldırıların kökeni bundan çok daha eski tarihlere dayanmaktadır. Bunu İslamın doğuşuna kadar götürmek mümkündür. İslamın doğuşu sırasında bu yeni dini; ekonomik ve siyasal çıkarlarına kaşı bir tehdit olarak algılayan bazı kişiler tarafından, Müslümanlığı tercih eden insanlara karşı çeşitli saldırılar düzenlenmiş, fizyolojik ve psikolojik baskılar uygulanmıştır.

            İslamofobiyi artıran diğer olaylar ise Haçlı seferleri ve İspanya engizisyonudur. Haçlı seferleri ile Avrupalı Katolik Hıristiyanlar, Papanın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları üzerinde askerî ve siyasi kontrol kurmak için 1096-1272 yılları arasında akınlar düzenlemişlerdir. İspanya engizisyonu ise; Müslümanlarla Yahudilerin kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak için, Aragon kralı II. Fernando ve Kastilya kraliçesi I. Isabel tarafından 1478'de kurulmuş olan mahkemeleri ifade etmektedir. Bu mahkemeler sonucunda 200.000’e yakın Yahudi ve çok sayıda Müslüman, İspanya’yı terk etmek zorunda kalmıştır.

            1.2. İSLAMOFOBİNİN NEDENLERİ

            İslamofobinin oluşumunda farklı kültürel, tarihsel, siyasal, ekonomik, teolojik ve psikolojik unsurlar neden olarak gösterilebilir.

            İslamın doğuşu ve yayılışından çok önceki zamanlarda bile Doğu toplumlarını “alt tabaka” ve “ikinci sınıf” olarak gören Batılılar, daima kendilerini “medenî” ve “özgürlük âşığı” kimseler olarak tanımlarken, doğuluları “despot” ve “barbar” toplumlar olarak nitelendirmişlerdir.

          Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da uzun yıllar egemen güç olarak kalması, Avrupalıların bilinçaltındaki Türk-Müslüman düşmanlığını tetiklemiştir. Osmanlı’nın Avrupa’daki hâkimiyetini kaybetmesi üzerine, Avrupalı Devletler tarafından öç alma gayesiyle Müslümanlara yönelik soykırımlar başlatılmıştır. Sırp ve Hırvatların, Bosna Hersek’teki Boşnak Müslümanlara yaptıkları katliamlar bu kabîldendir. Bu sayılanlar islamofobinin tarihî ve kültürel nedenlerine örnek olarak gösterilebilir.

Avrupalılarda, Avrupa kıtasının İslamlaşması ve Hıristiyanların kendi ülkelerinde Müslümanlara karşı azınlık duruma düşerek hâkimiyetlerini kaybedeceklerine dayalı oluşan endişe ve korkular, islamofobinin siyasal nedenlerini oluşturur. Bu endişe ve korkular aşırı sağcı partiler tarafından, halk desteğini kazanmak için bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

            Avrupada yabancı işçi ihtiyacının azalması, son yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizler ve buna bağlı olarak Hıristiyan nüfusta işsizlik oranının artmasına doğru orantılı olarak Müslümanlara yönelik ırkçı yaklaşımlar artmıştır. Ayrıca Avrupa ve Amerika’ya vasıfsız işçi olarak göç eden Müslüman ailelerin ikinci ve üçüncü nesil çocuklarının iyi eğitim almaları neticesinde devlet kademelerinde önemli kadrolara gelmeleri, haklarını daha yoğun bir şekilde aramaya başlamaları ve ekonomik olarak güçlenmeleri; Avrupa ve ABD’nin yerli halkı tarafından dinî, siyasi ve ekonomik tehdit olarak algılanmaya başlanılmış, bu da islamofobik davranışların tetiklenmesine sebep olmuştur.

            İslamafobinin başka bir nedeni de farklı kimliklere yönelik teolojik anlayış ve dinî hoşgörüsüzlüktür. Kur’an ayetlerinin öncesini ve sonrasını, nâsihini ve mensûhunu, muhkem ve müteşâbihini, nüzul sebebini ve iletmek istediği mesajı dikkate almadan yapılan yorumlar, “cihad” ayetleri ekseninde yoğunlaşmaktadır. Cihad kelimesi Kur’an’da “zorluklara karşı elinden geleni yapmak” anlamında kullanılırken, bağlamından koparılarak “haksız savaş ve terörizm” şeklinde anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda İslam dini -özünde- tek tipçi, hoşgörüsüz ve yıkıcı bir siyasal ideoloji olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum İslam dinini tanımayan zihinlerde, bu dine ve mensuplarına karşı önyargıların oluşmasına sebebiyet vermektedir.

            Sayılan bütün nedenler, aynı zamanda islamofobinin psikolojik nedenlerinin kapsamına girmektedir. Çünkü gerek ekonomik, gerekse siyasal ve dinî korkular, öfke duygusunu tetikleyerek insanların davranışlarında olumsuz değişikliklere yol açmaktadır. Bu ise psikolojinin konusuna girer.

            Medyanın Müslümanları terör, bombalama ve şiddet olaylarıyla özdeşleştirmesi ve insanların bilinçaltlarını istenilen doğrultuda şekillendirmesinin, İslamofobik tutumun günden güne ilerlemesindeki en büyük etken olduğu açıktır. Medya vasıtası ile şekillenen beyinlerdeki kazanılmış korkuların en büyük tetikleyicisi ise; radikal İslamcı örgütlerin – ki bununla kastedilen, yanlış ve eksik dinî bilgiye sahip olan ya da İslam kelimesini kullanarak bu dine karşı provokasyon amacı güden sahte müslümanlardır- yapmış olduğu terör saldırıları olmuştur. Bu saldırıların şüphesiz en büyüğü ve islamofobinin kademe atlamasına sebep olan olay, 11 Eylül 2001’de El-Kaide örgütü tarafından ABD’deki Dünya Ticaret Merkezleri üzerine gerçekleştirilen intihar eylemleridir.

            1.3. 11 EYLÜL SALDIRILARI

                19 hava korsanı dâhil olmak üzere 2996 kişinin can kaybına uğradığı ve 10 milyar doların üzerinde maddî hasarın meydana geldiği 11 Eylül 2001 saldırıları Amerika’da, El-Kaide’ye bağlı teröristler tarafından kaçırılan 4 sivil uçağın farklı noktalara intihar eylemi düzenlemesiyle gerçekleşmiştir.

            Teröristler tarafından kaçırılan American Airlines’in 11 sefer sayılı uçağı, yerel saatle 08:46:30’da, New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesinin 94-98. katlarına çarparak, binanın 102 dakika sonra yıkılmasına sebep olmuştur. United Airlines’in 175 sefer sayılı uçağı, saat 09.02.59’da Dünya Ticaret Merkezi’nin güney kulesinin 77-85. katlarına çarpmış ve bina 56 dakika içerisinde yerle bir olmuştur. Kaçırılan üçüncü uçak olan American Airlines’in 77 sefer sayılı uçağı, ABD Savunma Bakanlığı Karargâhı olan Pentegon’a çarpmıştır. Dördüncü uçak olan United Airlines’in 93 sefer sayılı uçağı ise Washington, DC’yi hedeflemiş fakat yolcuların müdahalesi sonucunda hedefine ulaşamayarak, DC’nin 240 km kuzey batısına,  Pensilvanya Shanksville kırsalına düşmüştür.

            11 Eylül saldırılarıyla ilgili; Amerika’nın Orta Doğu ve Afganistan’a karşı işgal faaliyetlerini meşrulaştırarak, ülke ve kamuoyunun desteğini almak amacıyla düzenlenen senaryolar olduğuna dair pek çok komplo teorileri olsa da, bu makalenin konusunu teşkil etmediğinden dolayı bu teoriler hakkında bu kadarını söylemek yeterli görülmektedir.

       2. SİNEMA SEKTÖRÜNDE İSLAMOFOBİ

               Sosyal bilimler ve kültürel çalışmaların içinde hem bir disiplin hem de bir sanat biçimi olarak yer bulan sinema, örtük ve açık göndermeleri ile en önemli ideolojik aygıtlardan birisidir.

            Sinema, muhatapların bilinçaltına hitap eden ses ve görüntüleri, içerisinde barındırmakla, günümüzün en önemli silahlarından biri haline gelmiştir. Özellikle ABD’nin tekelinde bulunan Hollywood sineması, küreselleşen dünyamızdaki en önemli kitle iletişim kaynağı olarak, tüm dünya bireylerinin algılarını ve yaşam tarzlarını şekillendirmede etkili bir unsurdur. Tek bir devletin tekelinde bulunan bu büyük unsurun, o devletin siyasal, ekonomik ve kültürel değerlerinden tamamen soyutlanmış olması düşünülemez. İnsanların bilinçaltına hükmeden sinema, kurşunsuz bir silah olarak, toplumların değer yargılarını istenilen tarzda değiştirmeyi sağlayan en tehlikeli araçtır.

            Sinemanın bilinçaltına yaptı etkileri anlamlandırabilmek için, öncelikle bilinç ve bilinçaltının ne anlama geldiğinden söz etmek gerekmektedir.

         2.1. BİLİNÇALTI MESAJI

           Bilinç, insanoğlunun ilk uyaranları almaya başlamasıyla işlerlik kazanan ve ömrünün sonuna kadar devam eden farkında olma faaliyetleridir. Bilinçaltı ise, çevremizdeki ses, görüntü ve mesaj gibi uyarımların farkında olmadan insan zihnine yerleşmesidir.

       Bütün alışkanlıkların ve tesadüflerin tüm nedenleri bilinçaltında yatmaktadır. Öğrenme ve her türlü değişim bilinçdışında/bilinçaltında başlar ve insan davranışlarının büyük bölümü bilinçdışının kontrolü altındadır. Başka bir deyişle, hayatı şekillendiren şey bilinçaltıdır; bilinçaltı, bir fikri kabul eder, sonra onu uygulamaya başlar.

            Bilinç, bilgileri sırayla işlerken; bilinçaltı, çoklu işlem yapabilir. Bilinç, saniyede 2 bin bit bilgi işleme kapasitesine sahip olmasına rağmen; bilinçaltı, 4 milyar bit bilgiyi işleyebilmektedir. Bilinçaltı işlediği her şeyi, o an oluyormuş gibi varsayarak vücudu kontrol etmekte ve dışarıdan gelen tüm tehditlere yanıt vererek vücudu canlı tutmaya çalışmaktadır. Bilinçaltı, çevrede olup biten her şeyi tüm detaylarına kadar kaydedip; görüntü, ses, his, tat, koku ve düşünceleri depolar; daha sonra, kaydettiği uyarıcılara benzer uyarıcılarla karşılaştığı an, -otomatik olarak- aynı tepkiyi gösterir. Bilinçaltının tek amacı kişiyi korumak olsa da, “tehlikeyi oluşturan” ile “o an, o mahalden geçen” arasında bir fark gözetmez. Örneğin; Bir şahıs, çocukluğunda şiddet ya da tacize maruz kaldığı bir anda, aynı ortamda işittiği bir müzik sesini, yıllar sonra tekrar duyduğu zaman; eskiden maruz kaldığı o trajik olayın duygusunu yeniden yaşar ve vücut ona göre davranışsal tepki geliştirir. Ya da ilkokuldaki öğretmeninin parfüm kokusunu, yıllar sonra tekrar duysa, ilkokulda yaşadığı duyguları yeniden anımsar ve hisseder. Bütün duyular için aynı durum söz konusudur.

            Gestalt kuramında algısal örgütlemenin şeklini ortaya koyan bir takım kurallar vardır ve bunlardan birisi “şekil ve zemin ilişkisi”dir. Bir nesneye bakıldığında görülen şey, zemin üzerindeki nesnenin bütünlüğüdür. Başka bir deyişle, dikkatin yoğunlaştığı nokta şekil, diğer yüzey ise zemindir. Gözümüz yalnız şekli net olarak algılarken, beyin hem şekli hem de zemin net bir şekilde algılayarak kara kutuya (bilinçaltına) kaydeder.

            Bilinçaltı mesajı yollamanın farklı teknikleri olmakla birlikte, “25. kare” olarak adlandırılan teknik makalenin konusuyla alakalıdır. Sinema filmlerinde göz, sadece 24 kareyi algılayabilmekteyken, 25. kareye yerleştirilen görüntüyü algılayamaz ve görüntü bilinçaltına depolanır. Böylece verilmek istenen mesaj, hedef kitleye ulaşmış olur.

            Bilinçaltı tüm tohumları kabul eden bir tarla gibidir. Hangi tohum (düşünce) ekilirse onu alır ve bir zaman sonra onu yetiştirip, büyütür. Sonra o düşünce gerçek hayatın bir parçası haline gelir.

        2.2. HOLLYWOOD SİNEMASINDA İSLAMOFOBİK UNSURLAR

        Hollywood sinemasında islamofobik unsurların işlenişini, 11 Eylül 2001 öncesi ve sonrası olarak iki devreye ayırmak mümkündür.

           19. yy. sonrasında Batı medeniyetleri, kendi üstün tarihini evrenselleştirme ve sömürgeci niyetlerini meşrulaştırma adına; doğulu halkı tembel, pis, uyuşuk, cinselliğe düşkün, zorba bir krallıkla yönetilen ve medeniyetten yoksun insanlar olarak tanımlamışlardır. 11 Eylül saldırılarına kadarki dönemde Hollywood filmlerinde işlenen doğulu figürü de bu iddiayı ispatlamaktadır. Dönemin Müslümanları konu alan filmleri; cinsel imgeler, bilinçdışı fanteziler, arzular, korkular ve rüyalarla örülüdür. 1921 yapımı Şeyh (The Sheik) adlı filmde Müslümanlar, vahşi ve şehvet düşkünü olarak betimlenirken; Arap Geceleri (1942), Ali Baba ve Kırk Haramiler (1944), Kobra Kadın (1944), Sinbad ve Sailor(1947) gibi filmlerde ihtişam, gizem, tutku ve çok eşlilikle hesabı sorulmayacak özgür cinselliğe olan meylin şekillendirdiği bir fantastik anlatım tarzı benimsenmiştir. 1980’lerin sonlarında yapılan filmlerde ise Batı’nın “öteki/doğulu” karşısında koyduğu “ben/batılı”; her daim “öteki”den daha güçlü ve bedeni ya da zekâsıyla üstün görünen beyaz adamdır. Bu üstünlük, “öteki”nin beceriksizliğinden dolayı komik duruma düşmesinin batılı “ben”e yarattığı özgüven ve alaycılık ile vurgulanmaktadır.

        11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Hollywood sinemasında “öteki”ye karşı olan söylem boyut değiştirmiştir. Doğunun cehaleti, barbarlığı ve her zaman üstesinden gelinebilecek eksikliklerinin yerini, her an tehlike ve tehditleri hatırlatan, dolayısıyla özgüven yerine endişe aşılayan bir doğu imgesi almıştır. Bu dönemden sonra Doğu alay edilecek, aşağılık ve komik durumdan ziyade; masum insanları acımasızca katleden, onların mallarını gasp eden, terörizmin menşei olan tehlikeli bir unsur olarak gösterilmeye başlamıştır.Uçuş 93 (2006), Dünya Ticaret Merkezi (2006), Tanrının Vadisinde (2007), Krallık (2007), Yargısız İnfaz(2007), Charlie Wilson’un Savaşı (2007) ve 2005’te en iyi film ödülüne layık görülen Çarpışma (2004) filmleri, 11 Eylül saldırılarından sonra çekilen filmlere örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca 23 Haziran 2012 tarihinde vizyona giren,Innocence of Muslims (Müslümanların Masumiyeti) adlı filmde, -İslam dinince yasak kabul edilmesine rağmen- İslam peygamberi Hz. Muhammed karakterinin yüzü gösterilmiştir. İslam dinini aşağılayıcı söylemler içeren bu film, Müslüman çevrelerin büyük tepkilerine neden olmuştur. 2012 yapımı Argo (Operasyon) filmi ise 1979 yılında İran İslam Devrimi esnasında Tahran'da meydana gelen rehine krizi olayında, ABD büyükelçiliğinde bulunan ve Kanada Büyükelçiliğine kaçan altı ABD'li diplomatın İran'dan kaçırılması olayını konu edinmiştir. İran halkını “ çağ dışı” gösteren bu film, 85. Akademi Ödülleri'nde “En İyi Kurgu”, “En İyi Uyarlama Senaryo” ve “En İyi Film” ödüllerini kazanmıştır. Bu ise İranlıların büyük tepkisine yol açmıştır. 2013 yapımı Zorlu İkili filminde Müslümanlar, tehlikeli, tehditkâr ve adam öldürmeyi Allah için yapanlar olarak lanse edilmeye çalışılmıştır.

          Müslümanların Hollywood sinemasındaki olumsuz tiplemelerine daha pek çok filmde rastlamak mümkündür. Ancak onların hepsini burada dile getirmek mümkün olmayacağından dolayı birkaç tanesiyle iktifa edilmiştir. Şimdi bu tür filmlere -daha detaylı- birkaç örnek verilerek anlatılmak istenilenin daha iyi anlaşılması sağlanmaya çalışılacaktır.

      2.2.1. KANDAHAR

      Mohsen Makhmalbaf fimi olan Kandahar veya diğer adıyla  Ayın Ardındaki Güneş, 2001 yılı İran-Fransa ortak yapımı bir filmdir. Başrolünde Nelofer Pazira’nın oynadığı film, Taliban dönemi Afganistan’ının durumunu anlatmaktadır. Filmde, Afganistan’dan kurtulmak için Kanada’ya kaçan Nafas(Nelofer Pazira)’ın, Afganistan’da kalan kız kardeşinden intihar edeceğine dair bir mektup alması ve onu kurtarmak için döndüğü Afganistan’da yaşadıkları konu edilmiştir.

2001 yılı “Cannes Film Festivali Yarışmalı Bölümü Resmi Seçimi ve Ecumenical Ödülü” ile “Selanik Film Festivali Film Eleştirmenleri Ödülü”ne layık görülen Kandahar filmi, yapımcısı olan Mohsen Makhmalbaf’a da aynı yıl Unesco'nun verdiği “Federico Fellini Ödülü”nü kazandırmıştır.

          Filmde Afganistanlı Müslümanlar; pejmürde, pis, aşağılık, aç, zalim, görgüsüz olarak tanıtılmaktadır. Halk; yüzleri kirli, ayakları çıplak, kıyafetleri yırtık zavallılardır. Açlıktan ve hastalıktan ölen Müslüman halka yardım elini uzatan kişiler ise, yardımsever Batılılar olarak gösterilmiştir.

          Filmde Müslüman kadınlar, hiçbir kimliğe sahip olmayan âciz varlıklardır. Nafas, ülkesindeki kadınlara acıyarak şöyle der: “ Ülkemdeki kadınlar, nüfusun yarısı olmasına rağmen ne isimleri ne de resimleri var. Belki de sadece bu yüzden onlara ‘kara kafa’diyorlardır.” Müslüman ülkede kadınların sosyal haklarının ihlal edildiğine dair pek çok mesaj içeren bu filmde, kız çocuklarının eğitim hakları ellerinden alınırken, erkek çocuklarına terörizm eğitimi verildiği işlenmektedir.

           Medresenin kuru betonunda sıkış tepiş oturan erkek çocuklarının Kur’an-ı Kerim’i çok yüksek sesle ve çılgınca sallanarak okudukları bir sırada, “molla” dedikleri öğretmenin elinde tespihle despot bir şekilde öğrencilerin aralarında dolaşarak, ara sıra onları susturup bazı sorular sorduğu sahne dikkat çekicidir. Öğrencilerden sessizlik isteyen molla şunu sorar:

          -Kılıç ne içindir?

          Hemen elindeki kılıcı kınından çıkaran bir öğrenci şu şekilde cevap verir:

         -Bu kılıç, Tanrının emirlerini yerine getirmek içindir. Hırsızların elini, katillerin kafasını koparır.

         Molla, Kur’an okumaya devam etmelerini ister; sonra tekrar sessizliği sağlayarak öğrencilerine şunu sorar:

         -Kalaşnikof nedir?

         Başka bir çocuk elindeki kalaşnikofu havaya kaldırarak anlatmaya başlar:

        -Kalaşnikof, yarı otomatik bir silahtır, mermileri hızlıca atar, nişan alınan hedefi yok eder. Hedefi vurmakla kalmaz, onun vücudunu parçalar ve öldürür. Savaşta bizi koruması için onu yanımızdan hiç ayırmamamız gerekir.

        Bu sahneden de anlaşılacağı üzere terör, onu işleyen şahıslara hasredilmeyip,  bir dinin (İslam) emri ve o dinin bütün mensuplarının benimsediği bir gerçek gibi tasvir edilmiştir.

       2.2.2. DİKTATÖR 

     Larry Charles’in yönetmenliğini yaptığı Diktatör (The Dictator) filmi, 16 Mayıs 2012’de gösterime girmiştir. Senaryosuna katkıda bulunan ve aynı zamanda başrolünü üstlenen Sacha Baron Cohen’in çevirmiş olduğu, ABD yapımı bir komedi türü olan bu film, New York ve İspanya’da çekilmiştir.

      Film içerisinde İslam veya Müslüman kelimeleri kullanılmasa da Arap kelimesinin kullanılması, karakterlerin giydikleri kıyafetler, “Diktatör” karakterinin kullandığı sakal biçimi ve Taliban’a yardım etmesi gibi unsurlarla islamofobik söylemin Müslümanları nitelendirdiği aşağılayıcı vasıflar filmde kendini göstermektedir.  Dolayısıyla filmdeki karakterler, izleyenlerin zihinde batı algısındaki İslam’ı çağrıştırmaktadır ve film bu algıyı daha da güçlendirmektedir.

        Filmde, Doğu ülkelerinden biri olan Wadia, “Diktatör” lâkabında bir yönetici tarafından anti-demokratik bir biçimde yönetilmektedir. Wadia, zengin uranyum yataklarına sahip, füzelerin üretildiği, BM’yi ve diğer dünya ülkelerini kendisine asla muhatap almayan bir devlettir. Diktatör, istediğini elde etmek için adam öldürme ve rüşvet gibi etik olmayan her yola başvuran, panseksüel ilişkilerde bulunan, aynı zamanda pedofiliye düşkün olarak küçük erkek çocuklarına tecavüz edip intiharlarına sebep olan, hiçbir kimse tarafından sevilmeyen, beceriksizliğinden dolayı daima komik duruma düşen ve Usame bin Ladin’i sarayında gizleyen bir yöneticidir.

         Filmdeki algı operasyonu, cinsel öğelere fazlaca yer vermekle kuvvetlendirilmektedir. Zira yapılan araştırmalarda, insanların en fazla zihinsel tepki verdiği durumların doğum ve ölüm olayları olduğu bilinmekle birlikte, cinsellik içeren reklam filmlerinin de diğerlerine nazaran beynin daha fazla bölgesini uyararak insanlara gönderilmek istenen mesajı daha kolay ilettiği ve zihinde kalıcı hale getirdiği tespit edilmiştir. Bu gün pek çok reklam filmleri, çizgi filmler, bilgisayar oyunları ve sinema filmlerinde bu taktik uygulamaktadır.

    Filmde Diktatör’e oynanan bir oyun neticesinde ülkesi demokratik yönetime geçecektir. Diktatör, intihar etmek üzereyken kendisini bundan vazgeçiren arkadaşına, ülkesinde çocuk işçilerin ve köle çalışanların her daim olacağını söyleyerek “Yaşasın zulüm!” diye bağırır. Sonra Amerikalı milletvekillerinin olduğu bir mecliste diktatörlük ile demokrasiyi karşılaştırarak mesaj içerikli bir konuşma yapar.

        Filmde eleştirilen konu anti-demokratik bir rejim olsa da; verilmek istenen olumlu mesaj, karşıtını göstererek yapılırken yine öteki/doğulu üzerinden yapılmıştır. Bu durum, ırkçılık ve doğulu hakkında algı şekillendirmekten başka bir şey değildir.

            2.2.3. UNITED 93/ UÇUŞ 93

           Senaryosu ve yönetmenliğini Paul Greengrass’ın yaptığı, Fransa-İngiltere ve ABD ortak yapımı olan United 93 filmi, dram-gerilim-suç ve tarih türü bir film olup, 1 Eylül 2006’da vizyona girmiştir.

            Filmde 11 Eylül saldırılarında kaçırılan United Airlines adlı şirkete ait 93 sefer sayılı uçağın mürettebat ve yolcularının o gün yaşadığı dehşet varsayımlara dayanarak anlatılmaktadır.

           Uçağı kaçıran teröristlerin, filmin ilk sahnelerinde Kur’an okuyup, namaz kılarak ibadet etmeleri, uçakta insanlara saldırıp onları yaralarken tekbir getirmeleri dikkat çekicidir. Bu tür terör olayları cihad kelimesi ile özdeşleştirilerek, İslamın emri gibi yansıtılıp, bu dinin terörizm içerikli bir ideolojiden başka bir şey olmadığı aşılanmaya çalışılmaktadır.

                Bu tür filmlerde tahayyül edilenden farklı olarak, gerçek İslamı tanıtmak adına da bazı filmler yapılmıştır. Bir Bollywood filmi olan My Nme is Khan ( Benim Adım Khan)(2010)  filmi ile Endonezya yapımı Ayat Ayat Cinta (Sevgi Ayetleri) (2008) adlı film bunun en güzel örneklerindendir. Shahrukh Khan ile Kajol’un başrolerini paylaştığı birinci filmde, -tarafsız bir şekilde- her din, ırk ve milletten iyi ve kötü insanların olabileceği, işlenilen terör eylemlerini bir dinin mensuplarının tamamına mâl etmenin yanlışlığı vurgulanmış; ABD’de 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlara karşı işlenilen nefret suçları ve çifte standart gözler önüne serilmiştir. Fedy Nuril’in başrolünü üstlendiği Ayat Ayat Cinta fimi ise, 11 Eylül saldırılarından sonra terör ile İslam dininin özdeşleştirilmeye başlaması sebebiyle ortaya çıkan tutuma karşılık; İslamın fedakârlık, sevgi ve sabra dayalı gerçek yüzünü göstermeyi amaçlamıştır.

          SONUÇ

          Bilinçaltı şekillendirmesinde ve insan algılarını yönetmede oldukça önemli bir güce sahip olan sinema sektörünün, İslamofobi olgusunun artışındaki payı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra artan İslam karşıtlığı, bu tarihten sonra sinemada boyut atlamakla birlikte, çok daha yoğun bir şekilde işlenilmeye başlamıştır.

            İslam dininin tehlike ve terör ile bağdaştırılması, gayrı-müslim halkta islama karşı bir ön yargı meydana getirerek, Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarının artışına neden olmuştur. Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslüman halk, çifte standartlara maruz kalmış, yaşadıkları toplumdan dışlanarak özgüvenleri kırılmaya çalışılmıştır. Bu tutumlara maruz kalan Müslüman bireylerin sosyal ve meslekî yaşantıları, olumsuz yönde etkilenmiştir. Kendini yaşadığı devlette güvenliksiz içerisinde hisseden Müslüman gençlerin bir kısmı marjinalleşmeye başlamıştır.

          Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır ki; terörün ne dini, ne ırkı, ne de milleti vardır. Terör terördür, başka bir şey değildir. Bu gün zihinlere oturtulan “Terör İslam’dır!” algısının yıkılması Müslümanlara düşmektedir. Bunun için İslamı bilmeyen bireylere, bu dini en doğru şekilde tanıtmak gerekmektedir. Onu en doğru şekilde tanıtabilmek; öncelikle doğru bir biçimde anlamak ve yaşamak ile mümkün olur. Bu konuda biz Müslümanlara düşen görev, kendi bireylerimizin İslam dinini en iyi şekilde anlayarak yetişmesini sağlamak ve başka toplumlara yaşantımızla İslam’ın terör dini olmadığını göstererek örnek olmaktır.

             BİBLİYOGRAFYA

    Demir, Tarkan ve Aşan, Nuh, “ Hollywood Kamerasında İslam’ın Ötekileştirilmesi”, Turkish Studies- International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Vol. 9/5, ss. 741-748, Ankara, Spring 2014.

        Karslı, Necmi, “İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c. I, S. 13, ss. 75-100, 2013.

      Küçükbezirci, Yağmur,  “Bilinçaltı Mesaj Gönderme Teknikleri ve Bilinçaltı Mesajların Topluma Etkileri”, Turkish Studies- International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Vol. 8/9, ss. 1879-1894, Ankara, Summer 2013.

        Muslu, M. Barış, Beynine Format At, Doğan Kitap Yay., İstanbul, 2015.

       Önal, Hülya ve Baykal, Kemal Cem, “Klasik Oryantalizm, Yeni Oryantalizm ve Oksidentalizm Söylemi Ekseninde Sinemada Değişen ‘Ben’ ve ‘Öteki’ Algısı”, Zeitschrift für die Welt der Türken (Journal of World of Turks), Vol. 3, No. 3, ss. 107-128, 2011.

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Bollywood (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Diktatör_(film) (Erişim Tarihi: 10.01.2016)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Haçlı_Seferleri (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/İslamofobi (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/İspanyol_Engizisyonu (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Kandahar_(film) (Erişim Tarihi: 10.01.2016)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Panseksüellik (Erişim Tarihi: 10.01.2016)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/Washington,_DC (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            https://tr.wikipedia.org/wiki/11_Eylül_saldırıları (Erişim Tarihi: 31.12.2015)

            www.sinemalar.com/film/132/ucus-93 (Erişim Tarihi: 10.01.2016)

 

( İslamofobinin Sinema Sektörüne Yansımaları başlıklı yazı zeynepkartal tarafından 11.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu