Tefsir ilmi, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)
nın Kur’an-ı Kerîm’in bazı ayetlerini açıklamasıyla başlamıştır. Ancak
Peygamberimizin bizzat canlı bir tefsir olması; Kur’an’ın indiği toplumun,
ayetlerin iniş sebebine vâkıf olması ve Kur’an dilini son derece iyi bilmeleri
gibi sebeplerden dolayı, onun anlaşılamayan ayetleri açıklama kabîlinden olan
sözleri bugünkü tefsirler gibi hacimli bir kitap oluşturacak nitelikte
değildir. Şu saydığımız sebeplerden başka onun bugünkü anlamda bir tefsir
kitabı yazdırmamış olmasının başka bir sebebi de; muhtemelen ön görüşlülüğü ile
ihtiyatlı bir şekilde davranmış olmasından kaynaklanmaktadır. Zira o, bir tefsir
kitabı kaleme aldırmış olsaydı insanların zihninde, Kur’an’ın açık ve net bir
kitap olmayıp, peygamberin dahi onu anlama gayreti sarf ettiği gibi bir
düşüncenin hâsıl olması kaçınılmazdı.
Ancak Peygamberlik döneminden
uzaklaşıldıkça, Arapçayı iyi bilmeyen ve ayetlerin nüzul sebeplerine vâkıf
olamayan toplumların İslâmiyet’e girişi neticesinde tefsir ilmi, boyut atlamış
ve tefsirlerde ayetleri açıklamak için rivayetler ile birlikte dirayet usulüne
yer verilmiştir. Zaman akışına orantılı olarak alanı genişleyen tefsir
kitapları nihayet günümüzde en hacimli hâlini almıştır.
Tefsir ilminde ilk kez rivayet usulünün
yanında dirayet usulünü de kullanan ve Kur’an’ı ayet ayet tefsir eden ilk
müfessirsin Mukâtil b. Süleyman olduğu bilinmektedir. Biz de çalışmamızda onun
kısaca hayatına, ilmî kişiliğine, ona yapılan olumlu ve olumsuz eleştirilere
değinmeye çalışacağız.
Ebu’l-Hasan
Mukâtil b. Süleyman el-Ezdî el-Horasânî’nin doğum tarihi hakkında kaynaklar
kesin bir bilgi vermese de onun hicrî ikinci asrın ortalarında 80 (m.699)
yılında doğduğu sanılmaktadır.
Benû Esed mevlâlarından biri olduğu
söylenen Mukâtil b. Süleyman, devrin önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri
olan Horosan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu şehirde yetişip büyüyen
el-Belhî, hayatının geri kalanını Merv, Bağdat, Basra gibi şehirlerde
geçirmiştir. Mekke ve Beyrut gibi farklı şehirlere de seyahatler ettiği
bilinmekle beraber buralarda fazla kalmadığı anlaşılmaktadır.
Emevî emîrleri ile iyi münasebetler
içerisinde olan Mukâtil b. Süleyman, Emevî kumandanlarından Sâlim b. Ahvez
el-Mâzinî’nin yanında büyük îtibar görerek, zaman zaman iktidara karşı ortaya
çıkan ayaklanmalarda onun adına Hâris b. Süreyc ile yapılan barış görüşmelerine
katılmıştır. Belh’te Cehm b. Safvân ile îtikâdi konularda ciddî tartışmalara
girmiş; Basra’da Atiyye el-Avfî, İbn Şihâb ez-Zührî, Atâ b. Ebû Rebâh gibi
âlimlerden istifâde etmiştir. Bağdat’ta hadis rivâyetleri yapmış ve Ebû Ca’fer
el-Mansur ve Mehdî Billâh ile ilmî sohbetlerde bulunmuştur. Sonra tekrar
Basra’ya dönerek ömrünün son demlerini Basra’da geçirmiş ve burada h.150/m.767
senesinde hayata gözlerini yummuştur.[1]
Mukâtil
b. Süleyman, hadis rivayeti ve akâid ile ilgilenmişse de onun ilmî kişiliğinde
öne çıkan en önemli özelliği tefsirciliğidir. Bazı kaynaklar onu, müfessir
olmasının yanında bir muhaddis ve mütekellim olarak değerlendirse de onun
hadisçiliği ciddî eleştirilere maruz kalmıştır. Kelamcı yönü ise îtikâdî anlam içeren
bazı ayetlere yaptığı yorumlar ve aşırı tenzihçi âlimler ile yaptığı
tartışmalardan ibarettir. Onun ilmî kişiliğini daha iyi anlatabilmek için bu üç
alandaki konumuna kısaca değinmeye çalışalım.
Mukâtil b. Süleyman, Grek
uygarlığının merkezi olan ve Zerdüştlük, Budizm ve Nasturî Hıristiyanlığının
yaygın olduğu Belh şehrinde doğup büyüdükten sonra; Merv şehrine geçmiş, burada
belli bir şöhret elde ederek Emevî devlet adamlarının yanında itibar görmüştür.
Daha sonra çeşitli dinlerin, mezheplerin ve eski kültürlerin yatağı olan
Basra’ya giderek orada iskân etmiştir. Süryânî’lerin İslam’dan evvel açtığı
okullarda ilim tahsil edildiği, Yunan felsefesi ve Fars hikmetinin okutulduğu,
Hıristiyan mezheplerinin yaygın olduğu; Şia, Mu’tezile, Hariciye mezheplerinin,
tâbiîn müctehidlerin bir arada bulunduğu ve siyâsî-akîdevî tartışmaların
cereyan ettiği bu ortamda Mukâtil’in farklı inanç ve kültürlerden etkilenmiş
olması kaçınılmaz bir durumdur.
Mukâtil bu etkileşimden sonra Abbâsi
halifelerinin baş şehri olan Bağdat’a geçmiş ve burada kendisine dînî sorular
yönelten insanlara verdiği cevaplar ve yaptığı rivayetler ile ün salmıştır.[2]
Mukâtil
b. Süleyman’ın hadis rivayetlerinde isnadı önemsemeyerek onları dayanaksız bir
şekilde insanlara sunması, güvenilir olmayan râvilerden de rivayette bulunması,
rivayetlerinde isrâiliyat kökenli haberlere yer vermesi, çeşitli din ve
kültürlerden elde ettiği bilgileri İslâmî bilgiler ile harmanlayarak sanki
peygamberden sâdır olmuşçasına rivayet etmesi onun hadis âlimlerince
eleştirilmesine sebep olmuştur. Ona yapılan eleştirilerin bir kısmının, onunla
itikadî alanda aynı safta yer almayanlar tarafından karalama politikası
güdülerek yapılmış olduğu gerçekse de onun elimize ulaşan tefsirinde gerçekten
isnada yer vermediği ve israiliyat kökenli bazı efsaneler ile fantastik
hikâyeler naklettiği de görülmektedir.
Mukâtil’in, rivayetlerinde
Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarından beslendiğini Louis Massignon’un şu
sözlerinden anlamak da mümkündür:
“Bu
zât, tefsirdeki metodunda bir otorite olmuştur. Eş-Şafii gibi bir şahsiyet onu
teyit etmiştir. Mücâhid ve ed-Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbas’ın talebesi olan
Mukâtil, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarına müracaat etmeye cesaret edebilmiştir.
Kur’an’daki Kitab-ı Mukaddes tefsirlerinin sahih kaidelerini formule eden ilk
şahıs olarak karşımıza çıkar.”[3]
Mukâtil’in,
tefsirinde israiliyat kabîlinden yaptığı rivâyetlere örnek olarak Ahzab
sûresinin 36-39. ayetlerini yorumlayışını gösterebiliriz. Bu ayetleri ne
şekilde yorumladığının daha iyi anlaşılabilmesi adına onun bu ayetlere yaptığı
tefsiri olduğu gibi sunmayı uygun buluyoruz:
“36.
Ayet: Allah ve Rasulü bir işi hükme
bağladığı zaman hiçbir mü’min erkek
(yani, Esed oğullarından Abdullah b. Cahş. b. Rebah b. Sabra b. Murre b.
Gumm b. Cudan) ve hiçbir mü’min kadın (yani,
Cahş kızı ve Abdullah b. Cahş’ın kız kardeşi Zeyneb) için o işlerinde istediklerini
yapma hakları yoktur…
Nebi
(a.s.), halası Umeyye binti Abdulmuttalib’in kızı Zeyneb bt. Cahş’ı Zeyd b.
Harise’ye istedi. Abdullah, kız kardeşinin Zeyd’le evlenmesi fikrinden
hoşlanmadı; çünkü cahiliye döneminde bedevî olan Zeyd, esir olarak Mekke’ye
getirilip satılmıştı. Sonra Nebi (a.s.) onu azat ederek evlat edinmişti. Güzel
ve beyaz tenli olan Zeyneb de “Onu
kendime denk görmüyorum, ben Kureyş hanımları içerisinde en mükemmellerinden
biriyim.” dedi. Nebi’nin “Ben onu senin için eş olarak beğendim.” demesi
üzerine, Allah ve Rasülü bir işi hükme bağladığında hiçbir mü’min erkek ve
hiçbir mü’min kadına o işlerinde istediklerini yapma hakları yoktur,
ayeti indi. Kelb’oğollarından olan Zeyd b. Harise Nebi’ye demişti ki:
-Ey
Allah’ın Nebisi! Benim adıma bana kız iste.
Nebi
(a.s.) sormuştu:
-Kadınlardan
beğendiğin var mı?
Zeyd
de cevap vermişti:
-Cahş
kızı Zeyneb.
Nebi
(a.s.) demişti ki:
-İsabet
ettin, biz elimizden geleni esirgemeyeceğiz. Ancak o pek güzeldir ve herhangi
bir davranış ile incitilmemesi gereken üstün bir kişiliğe sahiptir.
Zeyd
dedi ki:
-Ey
Allah’ın Nebisi! Onun güzel bir kadın olduğu bir gerçek olmakla birlikte beni
reddedecek olursa bu bana her şeyden daha ağır gelir.
Bu
sebeple Zeyd, Ali’nin yanına gitti. O da ona Nebi (a.s.) ile konuşmasını
söyledi. Zeyd dedi ki:
-Sen
Nebi’ye git. O sana karşı çıkmayacaktır.
Bu
sebeple Ali, onunla birlikte Nebî’nin yanına gitti. (Allah rasulü şöyle
buyurdu):
-İstediğini
yapacağım ey Ali. Seni onun yakınlarına gönderiyorum. Git onlarla konuş ve
benim: “Zeyd’i sizin için uygun görüyorum ve kızınızı ona nikâhlamanızı
istiyorum.” dediğimi bildir.
Onlar
da kızlarını ona nikâhladılar.
Zeyd
mehir olarak –Nebî’nin kendisine verdiği- 10 dinar, 60 dirhem, 1 başörtü, 1 üst
elbise, 1 gömlek, 1 alt elbise, 50 ölçek buğday ve 10 ölçek hurma verdi ve
onunla gerdeğe girdi. Aradan kısa bir zaman geçmişti ki Nebi’ye Zeyneb’ten
çektikleri dolayısıyla şikâyet etmeye başladı. Nebi, Zeyneb’in yanına gitti,
ona öğüt verdi. Bu arada onun güzelliği, kılığı-kıyafeti hoşuna gitti. Bu
Allah’ın hükme bağladığı bir konu idi. Sonra Nebi (a.s.), içinde Allah’ın
dilediği duygular ile geri döndü. Bundan sonra Nebi (a.s.) Zeyd’e: “Sana karşı
durumu nasıldır?” diye soruyor, Zeyd de Zeyneb’i ona şikâyet ediyordu. Nebi
(a.s.) de ona şöyle tavsiye de bulunuyordu:
-Allah’tan
kork. Hanımını nikâhın altında tut.
Kalbinde
ise başka türlü duyguları saklıyordu. Bunun üzerine Allah, şöyle buyurdu:
…Kim
Allah ve Rasulüne isyan ederse, kuşkusuz apaçık bir delâlet ile sapmış olur.
Bu
ayet nazil olunca Abdullah b. Cahş, Zeyneb’in evliliği ile ilgili yetkileri
Nebi’ye verdi. Zeyneb de Nebi’ye dedi ki:
-Ey
Allah’ın Rasulü! Ben de benimle ilgili yetkileri sana veriyorum.
Nebi (a.s.) de Zeyneb’i Zeyd’e nikâhladı. Bir
süre sonra Nebi (a.s.) Zeyd’in yanına gitti. Zeyneb’i ayakta gördü. Zeyneb,
Kureyş kadınlarının en mükemmellerinden olup, güzel ve beyaz bir kadındı.
Nebi’nin kalbi ona meyletti ve “Kalpleri evirip çeviren Allah’ı tenzih ederim.”
dedi. Zeyd durumu fark etti ve dedi ki:
-Ey
Allah’ın Rasulü, bana izin ver de onu boşayayım, çünkü o bir parça kibirli
birisidir. Bana büyükleniyor ve diliyle beni rahatsız ediyor.
Nebi
(a.s.) ise şöyle karşılık verdi:
-Hanımını
nikâhın altında tut ve Allah’tan kork.
Sonra
Zeyd onu boşadı. Bunun üzerine Allah şu buyruğunu indirdi:
37.
Ayet: Hani sen (Ey Muhammed) Allah’ın kendisine (İslam
ile)
nimet verdiği, senin de kendisine (kölelikten azad etmek suretiyle)
nimet ettiğin kimseye…
Çünkü
bedevî olan Zeyd, cahiliyede köle, sonra da bir azadlı olmuştu. O esir alınmış
ve köle olarak satılmıştı. Sonra Nebî’nin eline geçmiş ve Nebi de onu azad
etmişti.
…
‘Zevceni nikâhında tut ve Allah’tan kork’ diyordun. Allah’ın (üzerine
Kur’an indirmesi halinde) açığa çıkaracağı şeyi (yani, ‘keşke
Zeyd Zeyneb’i boşasa’ temennisini) ise içinde gizliyordun. (yani,
kalbinde saklıyordun), insanlardan (yani, onların Zeyneb
hususunda ileri geri konuşmalarından) korkuyordun. Halbûki ( Zeyneb
hakkında) Allah’tan korkman daha uygundu…
Nebi
bu ayeti, Allah’ın Zeyneb bt. Cahş ile ilgili durumunu – çünkü kalbi ona
meyletmişti- açıkladığı şekilde okudu. Bu sebeple Ömer (r.a.) şöyle dedi:
“Şayet Rasulüllah (s.a.) Kur’an’dan bir şey saklamış olsaydı, aleyhindeki bu
durumu açığa vuran bu ayet-i kerimeleri gizlerdi.”
…Nihayet
Zeyd’in o kadın (Zeyneb bt. Cahş) ile bir bağı kalmayınca (ey
Nebi)
biz onu senin ile evlendirdik…
Zeyd
bin Harise onu (Zeyneb’i) boşadı. İddeti bittikten sonra Nebi onunla evlendi.
Zeyneb bt. Cahş (r.anha), Nebi’nin diğer hanımlarına karşı övünerek şöyle dedi:
“Sizi velileriniz olan erkekler evlendirdi, oysa beni Nebi’si ile bizzat Allah
Teâlâ evlendirdi.”
…Böylece
evlatlıklarının eşleri ile herhangi bir bağı (yani,
ihtiyacı olan cima ilişkisi) kalmayınca onlarla evlenmek hususunda (yani,
kişinin kendi sulbünden olmayıp da evlat edindiği kimsenin hanımı ile
evlenmesinde) mü’minlere bir vebal olmasın. Allah’ın emri elbette yerini bulur.
Bu
buyruğun anlamı şudur: Nebi’nin Zeyneb ile evlenmesi takdir edilmiş bir iştir.
Nebi
(a.s.) onunla evlenince Enes, “ Muhammed, oğlunun hanımı ile evlendi. Oysa o
bize çocuklarımızın hanımlarıyla evlenmeyi yasaklıyor.” dedi. Bunun üzerine
Allah, onların bu sözleriyle ilgili şu buyrukları indirdi:
38.
Ayet: Nebi lehine Allah’ın farz kıldığı (yani, Allah’ın
onun için helal kıldığı) şeylerde ona hiçbir harec/vebal yoktur. Bu
Allah’ın önce geçenler hakkındaki sünnetidir(yani, Allah’ın
Muhammed’den önce geçmiş olanlar hakkındaki sünneti de böyle idi).
Kasıt,
Dâvud’un (a.s.) kendisi sebebiyle fitneye maruz kaldığı bir kadına, Urya b.
Hannan’ın karısına âşık olmasıdır. Allah daha sonra Dâvud ile sevdiği kadını
bir araya getirdi. İşte Allah, Muhammed (a.s.) ile Zeyneb’i de bir araya
getirmiş bulunmaktadır. Çünkü Davud (a.s.) hakkında olanın benzerini onun
hakkında da takdir etmiştir. Çünkü Allah’ın emri mutlaka yerini bulan bir
kaderdir (yani, Allah Davud ve Muhammed’e bahsi geçen hanımlarla
evlenmelerini takdir buyurmuştur).
39.Ayet:
Onlar (yani, özel olarak Nebi a.s.) Allah’ın risâletlerini tebliğ
ederler. O’ndan korkarlar (Nebi a.s. insanlardan değil, Allah’ın açığa
vurduğu Zeyneb bt. Cahş’ın durumu hakkındakileri gizlemek hususunda Allah’tan
korkar –çünkü Allah rasülü, Zeyneb’e âşık olmuştu-). (Allah’tan aldıklarını
tebliğ hususunda) Allah’tan başka bir kimseden korkmazlar. Hasîb olarak (yani,
Zeyneb’in durumu hakkında –çünkü ona âşık olmuştu- şahit olarak)Allah
yeter (yani, O’ndan daha üstün bir şahit olmaz).”[4]
Mukâtil’in bu ayetler ile ilgili yapmış
olduğu rivayetlerin isnattan yoksun olması, onların güvenilirliğini
düşürmektedir. Onun, Hz. Muhammed’in durumunu Davud (a.s.)a benzeterek süslü
bir aşk hikâyesi şeklinde anlatması, bu rivayetlerin Yahudi kaynaklı olduğu
tezini güçlendirmektedir. Peygamberlerin “ismet” sıfatını dile getiren ilk
âlimin Mukâtil bin Süleyman olduğunun bilinmesi de onun kendi rivayetleri
arasında çelişkili bir hal sergilediğinin kanıtıdır. Zira halk arasında pek de
etik görülmeyen böyle bir durumun peygamberlere nisbet edilmesi onların “ismet
sıfatı”na ters düşmektedir. Eğer Mukâtil kendi içerisinde çelişmeyen bir kişi
ise bu rivayetlerin sonradan kitaba dâhil edildiği açıktır. Ayrıca kitapta
tekrarlar göze çarpmaktadır ki bu da kitaba başkaları tarafından sonradan
ekleme ve çıkarma yapılmış olabileceği ihtimalini daha da güçlendirmektedir.
Böyle bir rivayetin mantîken de tutulur yanı yoktur. Zira Zeyneb bt. Cahş,
Rasülüllah’ın halasının kızıdır ve çocukluktan itibaren onunla mülâki olduğu ve
tesettür farz kılınmadığı devirlerde onun güzelliğini daha net bir şekilde
müşahede ettiği açıktır. Eğer Peygamber ona âşık olsaydı başkasına nikâhlamaz
ve onunla evlenmesinde bir mani bulunmazdı.
Bu ayet onun rivayetlerinden yalnızca
bir tanesidir. Mukatil’in tefsir kitabında Âdem (a.s.)ın yaratılışı, kalem, arş
ve kürsün mahiyeti, makâm-ı Mahmut, sidre-i münteha, melekler ve cinler gibi
birçok konu hakkında aynı türden, oldukça fantastik rivayetlere yer
verilmektedir.
Mukâtil’in rivayetlerine yöneltilen
eleştirilerin sebeplerinden birisi de zamanının tahammul’ü-l ilim anlayışına
muhalif yönde hareket etmiş olmasıdır.[5]Bu
anlayışa; göre ilim tahsil etmek isteyen bir kimse, o ilme vâkıf olan hocaların
ders halkasına oturur, bizzat o ilmi uzmanından öğrenerek ilim tahsil ettikten
sonra icazet alıp ilmini başkalarına aktarırdı. Ancak Mukâtil bu yolu
benimsememiş, başkalarından işittiği rivayetleri naklettiğinden dolayı eleştiri
yağmuruna tutulmuştur. Bu konudaki eleştirmenlerden birisi de İbrahim
el-Harbî’dir:
“
Mukâtil, Mücâhid’den bir şey dinlememiştir. Ancak Mukâtil insanların tefsir ile
ilgili rivayetlerini bir araya toplamış ve buna göre tefsir yapmıştır. Eğer bir
kimse, Ma’mer’in ve Şeybân’ın Katade’den naklettiği tefsir rivayetlerini bir
araya getirecek olursa, bunları esas alarak tefsir yapması güzel olurdu. Ben
tefsirime ondan hiçbir şey almadım…”[6]
Mukâtil
bin Süleyman, El-Harbî’nin dışında daha pek
çok ilim adamı tarafından eleştirilmiştir. Bunlardan birkaçını vermek yerinde
olacaktır: Nesâî, hadis uydurdukları bilinen dört kişiyi yalancılıkla
suçlamaktadır. Ona göre bu kişiler, Medine’de İbn Ebî Yahya, Bağdat’ta
el-Vakîdî, Horosan’da Mukâtil b. Süleyman ve Şam’da Muhammed İbn Said’dir.[7]Vekî
b. El-Cerrah, Mukâtil ile mülâkî olduğunu, lâkin onun yalancı olduğunu ve
kendisinin Mukâtil’den hiçbir şey yazmadığını ifade etmektedir.[8]
El-Mehdî ise şöyle demektedir:
“Şunun
benim hakkımda söylediğine bak! ‘İstersen hatırın için Abbas hakkında hadis
uydurayım’ dedi. Ben de ‘İhtiyacım yok’
diye cevap verdim.”[9]
Bunlara ve bu kabîlden yapılan diğer
eleştirilere bakıldığında Mukâtil bin Süleyman’ın rivayetlerinin pek güvenilir
olmadığı kabul edilse de yalnızca eleştirilere dayanarak onun kesinlikle bir
yalancı olduğunu ileri sürmemiz Müslüman ahlakına yakışmaz. Kaldı ki onun
rivayetlerinden bir kısmı ileriki devirlerde sahih hadis kitaplarında da yer
alacak olan rivayetlerdir. Bir kimse hakkında olumlu eleştirilerin yanında
olumsuz eleştirilerin de olması çok doğal bir durumdur. İnsan unsurunun
bulunduğu her yerde bu gibi durumların olması kaçınılmazdır.
Hadis
ilminde yalancılıkla itham edilen Mukâtil b. Süleyman, tefsir ilminde bir otorite kabul edilmektedir. O Kur’an’ı
baştan sona kadar tefsir eden, rivayet ve dirayet metodunu birlikte kullanan
ilk müfessirdir. Dirayet metotunu kullanması onun nakle önem verdiği kadar akla
da önem verdiğini göstermektedir. O nâsih-mensuh, muhkem-müteşâbih,
vücûh-nezâir gibi tefsir ilminin ana meseleleri hakkında kitaplar kaleme alarak
bu ilmin inşâsında önemli rol oynamıştır.[10]
Mukâtil b. Süleyman ayeti ayet ile
tefsir etmiş, kitaplarında birçok rivayetlere yer vermiştir. Ancak onun en
büyük zaafı yaptığı rivayetleri isnatsız olarak sunması olmuştur.
O, Kur’an’ı ayet ayet açıklamıştır.
Müteşâbih ayetleri -o konuda açık bir nakil olmadıkça- akıl kavrayamayacağı
için, te’vil etmekten kaçınmıştır. Onun zamanında Kur’an’ın baştan sona kadar
tefsir edilmesi alışıldık bir durum olmadığından dolayı, her yeni çıkan şey
eleştirildiği gibi, onun tefsiri de eleştirilmeye maruz kalmıştır. Ed-Dehhâk’ın
kendisine sunulan Mukâtil’in tefsirini “Her kelimeyi tefsir etmiş.” diyerek
beğenmediği rivayet edilmektedir.[11]
Mukâtil’in tefsiri hakkında yapılan
olumlu eleştirilerden bazıları ise şöyledir: İmam-ı Şâfî, “Bütün insanlar şu üç
kimsenin ıyâlidir: Tefsirde Mukâtil, şiirde Zübeyr b. Ebî Sülmâ, kelamda Ebû
Hanîfe.”[12]
demektedir. El-Kasım b. Ahmet el-Saffar ise şöyle söyler: “İbrahim el-Harbî
benden Mukâtil’in kitabını alır ve ona bakardı. Bir gün ona ‘Ey Ebû İshak,
Mukâtil’i kötülemelerinin sebebi nedir?’ diye sordum. Sebebin Mukâtil’e haset
etmeleri olduğunu söyledi.”[13]İbn
Hâlikân ise Mukâtil hakkında “O Allah’ın kitabının meşhur müfessirlerinden idi.
Onun meşhur bir tefsiri vardır. O şerefi yüce olan âlimlerdendi. Allah ondan
razı olsun.” diyerek övgü ve dua içerikli cümleler kullanmıştır.[14]
Çok sayıda âlim Mukâtil b. Süleyman’dan
rivâyete bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: İsmail b. Ayyaş, Sa’d b.
Es-Salt, Süfyan b. Uyeyne, Abdurrahman b. Muhammed el-Muhâribî, Abdurrezzak b.
Hemmam, el-Velid b. Müslim, Ebû Nusayr Sa’dal, İbn Saîd el-Belhî, Ebû Hayve,
Şureyh b. Bureyd el-Hımsî, Ebû Nasr Mansur b. Abdülhamîd el-Barûdî, Ebû’l
Cüneyd ed-Darir, Ebu Yahya el-Hammanî, Bakıyye b. El-Velîd, Şebâbe b. Sevvâr,
İmad b. Kîrat en-Neysabûrî, Abdullah b. El-Mübârek, Abdurrahman b. Süleyman,
Abdusssamed b. Abdulvâris, Attab b. Muhammed b. Şevzeb, Ali b. el-Ca’d, İsâ b.
Ebî Fâtıma, İsâ b. Yunus, Haremî b. Umâre b. Ebî Hanîfe, Hammad b. Muhammed
en-Nevârî, Hamza b. Ziyad et-Tûsî, Nasr b. Hammad el-Verrâk, Yahya b. Şibl,
Yusuf b. Hâlid es-Sumnî, el-Velîd b. Merised el-Beyrûtî.[15]
Maturidî, Mukâtil’i eleştirmekle
birlikte yorumlarına temas etmiş, Ebu Leys es-Semerkandî çok sayıda rivayetle
ondan yararlanmış, Sa’lebî “el-Keşf ve’l Beyan”da Mukâtil’in tefsirinin farklı
tariklerini derlemiş; Vâhıdî, Ferrâ el-Beğavî, en-Nesefî, İbn Kesîr gibi
müfessirler de aynı yolu izlemiştir.[16]
Mukâtilin bazı eserlerinin adlarını İbn Nedim kitabında şöyle zikretmektedir:
a. Tefsîrü’l-Kur’ân
b. Tefsîr’u Hamsi Mie Âye mine’l-Kur’an
c. Kitâbu’l-Vücûh ve’n-Nezâir
d. Kitâbu’l-Kırâat
e. Kitâbu Müteşâbihi’l-Kur’ân
f. Kitâbu Nevâdiri’t-Tefsir, en-Nâsih ve’l-Mensuh
g. Kitâbu’l Cevâbât fî’l-Kur’ân
h. Kitâbu’r-Red ale’l-Kaderiyye
i. Kitâbu’l Aksâm ve’l-Lugât
j. Kitâbu’t-Takdîm ve’t-Te’hîr
k. Kitâbü’l-Âyât ve’l-Müteşâbihât[17]
Bu
eserlerden bu gün üç tanesi elimize ulaşmıştır:
a. Tefsîru’l-Kur’ân (et-Tefsîru’l-Kebîr): Kur’an’ın baştan sona tefsir edildiği ilk kitaptır. Bu eserin ona ait olmadığı gibi söylentiler varsa da, esere sonradan ekleme ve çıkarımların yapılmış olması daha kuvvetli bir ihtimaldir.
b. Tefsîr’u Hamsi Mie Âye mine’l-Kur’an: Fıkha dair ayetlerin incelendiği bir kitaptır. İlk fıkhî tefsirdir de denilebilir.
c. Kitâbu’l-Vücûh ve’n-Nezâir: Kur’an’daki 185 kelimenin hangi anlamlarda kullanıldığını inceleyen bir kitaptır. İlk Kur’an terimleri sözlüğüdür.
Mukâtil b. Süleyman’ı bizim gözümüzde
değerli bir müfessir kılan en önemli husus, onun bize ilmî alanda ilkleri
sunmuş olmasıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi onun eserleri kendisinden
sonraki devirlerde tefsir yapanlara ışık tutmuş, müfessirlerin mürâcaat
ettikleri bir ana kaynak olma niteliği kazanmıştır.
Mukâtil b. Süleyman, isnat zincirini
zikretmeyi çoğu zaman esgeçse de; Sâbit el-Bünanî, Said el- Makburî, Atâ b. Ebî
Rebah, Atiyye b. Sa’d el-Avfî, Amr b. Şuayb, İbn Şihab ez-Zührî, Nâfî, Zeyd b.
Eslam, Şurahbil b. Abdullah b. Bureyde, Abdullah b. Ebî Bekr b. Enes b.Malik,
Muhammed b. Sîrîn, Ebû İshak es-Sübleyî ve Ebû’z-Zübeyr el-Mekki gibi
âlimlerden rivayette bulunmuştur.[18]
Biz de bu çalışmamızda Mukâtil b.
Süleyman’ın “Tefsîru’l Kebîr”ini inceledik. Onun tefsirinde rivayetlerin büyük
kısmının isnad zincirinin verilmemesi ve kendisinden sonraki devirlerde kitaba
ilâveler yapılmış olması gibi sebeplerden dolayı rivâyetlerin peygambere
aidiyeti tam olarak saptanamamaktadır. Bu sebeple mahiyeti tam olarak
bilinemeyen bütün rivayetleri burada zikretmeyi gerekli görmüyoruz. Ancak yine
de onun tefsirine karşı genel bir bakış açısı edindirmek adına Tablo-2 de bizzat peygambere nisbet
ettiği hadislerin sayısını ve isnad açısından durumunu belirteceğiz. Tablo-3’te
ise bu hadislerin geçtiği diğer kaynakları zikredeceğiz.[19]
Ancak bu konuyu bitirmeden önce
Mukâtil’in kelâmî yönüne değinmeden geçmek istemiyoruz.
Siyâsi,
îtikâdî ve fikrî çatışmaların had safhaya ulaştığı bir zaman ve zeminde yaşamış
olan Mukâtil b. Süleyman’ın îtikâdî yönü hakkında çeşitli söylemler kendini
göstermektedir. O, zaman zaman Şia, Zeydiyye, Müşebbihe ve Mürcie mezheplerine
nisbet edilmiştir.
Onun Mürcie’ye nisbet edilmesi,
büyük günah işleyenlerin imandan çıkmadığı görüşünü benimsemesinden
kaynaklanmaktadır. Ancak iman ile ameli mürcie-i hâlisânın yaptığı gibi tamamen
birbirinden kopararak günahkârların cehenneme gitmeyeceği gibi bir görüşü benimsememektedir.
Ona nisbet edilen bu tür görüşler varsa da; onun elimize ulaşan kitaplarında
böyle bir şeyi benimsediğini gösteren bir ifadeye rastlanmamaktadır,
dolayısıyla onun ehl-i sünnet mürciesinden olduğu söylenilebilir. O, siyâsi
tabanlı çekişmelerde de Mürcie’nin karşı safında yer almıştır.
Bazı kaynaklarda Şia ve Zeydiyye’ye
nisbet edilen Mukâtil’in, Emevî yanlı politikası göz önüne alındığında böyle
bir iddianın doğruluğundan şüphe edilmesi gerekmektedir.
Mukâtil b. Süleyman’ın Müşebbihe’ye
nisbet edilmesine gelince; birçok Mezhepler Tarihi kitaplarında onun
Müşebbihe’den olduğu ifade edilmektedir.[20]
Onun tefsir metoduna baktığımızda ayetleri üç sınıfa ayırarak açıkladığı
görülmektedir: O duyularla ilgili olan ayetlerde te’vil yolunu benimserken, hem
duyular hem gaybî konularla ilgili olan ayetler ve yalnızca gaybî konularla
ilgili olan ayetlerde te’vili caiz görmez. Bu konuda Selef’in yaklaşımını
benimseyen Mukâtil; istivâ, arş, kürs, sâk ve yemînullah gibi haberî sıfatları
olduğu gibi kabul eder. Bu sebeple onun tecsîme düştüğü iddia edilmiştir.
Biz onun elimize ulaşmayan
eserlerini inceleyemediğimizden, elimizdeki eserlerinde ise ehl-i sünnete
aykırı tarzda antropomorfik bir ifadeye rastlamadığımızdan dolayı onun hakkında
“müşebbihedendir” veya “müşebbiheden değildir” gibi kesin bir hüküm vermek
istemiyoruz. Ancak onun müşebbiheden olup olmadığı bilinemese de haşvî bir
eğiliminin olduğu kesindir. Zira onun tefsirinde birçok haşvî özellik göze
çarpar.[21]
O, peygambere âidiyeti kesin olmayan bütün rivayetlere kitabında yer vermeyi
sakıncalı görmezken, müteşâbih olan ayetler konusunda yorum yapılmasını bid’at
saymaktadır.
Büyük
ihtimalle onun Müşebbihe’den sayılması Allah’ın sfatlarını isbatlama konusunda
Cehm b. Safvan ile yaptığı tartışmalarda, Cehm’in aşırı tenzihçi görüşüne bir
aksülamel olarak teşbihî ifadeler kullanmasından kaynaklanmaktadır. Ancak
dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda onun hakkında şu veya bu
mezheptendir diye kesin bir ifade kullanmanın etik olmayacağı kanaatindeyiz.
Hicrî
ikinci asrın ortalarında dünyaya gelen Mukâtil b. Süleyman, tefsirde bir
otorite kabul edilse de akaid ve hadis alanında pek çok kişi tarafından
eleştirilmiştir. Ona itikâdî alanda yapılan eleştiriler, onun Mürcie, Şia ve
Müşebbihe’den olması yönündendir. Ancak ona nisbet edilen bu îtikâdî
karışıklığın siyâsî ve akîdevî çatışmalarından kaynaklandığı bir gerçektir,
dolayısıyla onun kelâmî yönü hakkında kesin bir yargıya ulaşmak mümkün
değildir.
Hadis alanında eleştirilere maruz
kalmasının sebebi ise isnada ehemmiyet vermemesi; kitaplarında israiliyat
kökenli rivayetlere yer vermesi ve ilmini zamanın tahammul’u-l ilim
anlayışından farklı bir zeminde icrâ etmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak onun
kitabındaki bazı fantastik rivayetler ve çelişkili ifadeler, sonraki dönemlerde
kitabı istinsah edenler tarafından kitaba ekleme ve çıkarımlar yapılmış olması
ihtimalini akla getirmektedir. Ayrıca kitabında asılsız rivayetler olsa da
sahih haberler de oldukça fazladır. Onun isnatsız naklettiği hadisler o rivayetlerin
uydurma olduğunu göstermez. Onun rivayet ettiği çok sayıda hadis, sahih hadis
kitaplarında da yer almıştır. Buna rağmen o, tefsir alanında ilkleri ortaya
koyan, -isnadı zikretmese de- mevzû
hadislerin dışında birçok sahih rivayetleri de kitabında barındıran önemli bir
müfessirdir. Onun tefsiri, kendisinden sonraki müfessirlere ilham kaynağı
olmuştur. Netice olarak onun hasenâtı seyyiâtından fazladır.
Mukâtil b. Süleyman hakkında genel
bir bakış açısı sağladıktan sonra bize düşen vazife; onun bize bıraktığı ilmî
mirası sahiplenmektir. Bu mirası reddetmek yerine içerisindeki zâfiyetleri
eleyerek ondan faydalanmak en doğru yol olacaktır. Bundan sonra Allah’tan
temennimiz; eksiklerimizi tamamlaması, hatâlarımızı bağışlaması ve bizi bu
yolda muvaffak kılmasıdır. Selâm ve dua ile…
TABLO-II
MUKÂTİL
B. SÜLEYMAN TEFSİRİNDE YER ALAN HADİSLERİN İSNAD AÇISINDA SINIFLANDIRILMASI
MERFU’
15
MEVKUF
33
MAKTU’
31
MÜRSEL
7
İSNADSIZ
224
TABLO-III
MUKÂTİL
B. SÜLEYMAN TEFSİRİNDE YER ALAN HADİSLERİN YER ALDIĞI BAŞKA ESERLER
SAHİH-İ BUHARİ
38
SAHİH-İ MÜSLİM
33
SÜNEN-İ EBÛ DÂVUD
19
SÜNEN-İ TİRMİZÎ
30
SÜNEN-İ NESÂÎ
44
SÜNEN-İ İBNİ MÂCE
17
AHMED BİN HANBEL’İN
MÜSNED’İ
65
İMÂM-I MÂLİK’İN
MUVATT‘SI
8
DÂRİMÎ’NİN SÜNEN’İ
12
DİĞER KAYNAKLARDA
GEÇMEYENLER
64
Arpaguş, Hatice, “Haşvî Temâyülün İzdüşümü: Mukâtil b. Süleyman Örneği”, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.43, İstanbul, 2012, s.65-106.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yay., Ankara, 2009.
Çelik, İbrahim, “Kur’an’da Haberî Sıfatlar ve Mukâtil b. Süleyman’a İsnad Edilen Teşbih Fikri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.II, S.2, Bursa, 1987, s.151-159
El-Belhî, Mukâtil b. Süleyman, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil b. Süleyman, I-IV, thk. Abdullah Mahmûd Şehhâte, çev. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yay., İstanbul, 2006
Hamurcu, Fevzi, Mukâtil b. Süleyman ve İlk Fıkhî Tefsir, Fecr Yay., Ankara, 2009.
Türker, Ömer, “Mukâtil b. Süleyman”, DİA, XXXI, Ankara, 2006, s.134-136.
Yıldırım, Zehra, “Mukâtil b. Süleyman’ın Müteşâbih Kabul Edilen Ayetlere Yaklaşımı”, Yüksek Lisans Tezi, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013.
Zahitoğlu, İrfan, “Mukâtil b. Süleyman ve Tefsîr-i
Kebîr’inde Kullandığı Hadislerin Özellikleri Açısından Değerlendirilmesi”, Route Educational and Social Science
Journal, Volume 2(3), 2015,s. 295-310.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Mukâtil_bin_Süleyman, (erişim tarihi: 06.12.2015).
[1] Mukâtil b. Süleyman’ın hayatı
hakkında detaylı bilgi için bkz. Ömer Türker, “Mukâtil b. Süleyman”, DİA, (c.XXXI, Ankara, 2006, s. 134-136.)
[2] Mukâtil b. Süleyman’ın hadisteki konumu hakkında detaylı bilgi için bkz. Mukâtil b. Süleyman El-Belhî, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmûd Şehhâte, çev. M. Beşir Eryarsoy, (İstanbul: İşaret Yay.,2006), c. I, s. 9-16.
[3] Louis Massignon, Recueil de textes inédits concernant
L’histoire de la mystique en pays d’İslam,( Paris:1929), p.194., aktaran;
İsmail, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, (Ankara :Fecr Yay., 2009), s.181.
[4] Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil b. Süleyman, c.III, s.390-395.
[5] Türker, “Mukâtil b. Süleyman”,
s. 136.
[6] Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil b. Süleyman,
c.I, s.14.
[7]Massignon, Recueil, s. 164, aktaran; https://tr.wikipedia.org/wiki/Mukâtil_bin_Süleyman, (erişim tarihi: 06. 12. 2015).
[8] İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Tadil, (Haydarâbat:
1371/1952), c. IV, s. 354, aktaran; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s. 179.
[9] Hatîb El-Bağdâdî, Târihu Bağdat, (Mısır: 1349/1931),
c.XIII, s.167., aktaran; Cerrahoğlu, Tefsir
Tarihi, s. 181.
[10] Türker, “Mukâtil b. Süleyman”, s. 135.
[11]
El-Makdisî, “Mukâtil b.
Süleyman’ın Biyografisi”, Tehzîbu’l-Kemâl
fî Esmâi’r-Ricâl, (yazma eser), c.X, aktaran; Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil b. Süleyman, c.I, s.24.
[12] El-Bağdâdî, Târihu Bağdat, c. XIII,s.161, aktaran; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.182.
[13] El-Bağdâdî, Târihu Bağdat, c. XIII,s.162-163, aktaran; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.183.
[14] İbn Hallikân, Vefâyâtu’l-A’yân, (Kâhire: 1367), c. IV, s.341, aktaran;
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.183.
[15] El-Makdisî, “Mukâtil b.
Süleyman’ın Biyografisi”, Tehzîbu’l-Kemâl,
aktaran; Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr
Mukâtil b. Süleyman, c.I, s. 14.
[16] Türker, “Mukâtil b. Süleyman”,
s. 137.
[17] İbnü’n Nedim, El-Fihrist, (Beyrut: Dâru’l-Mârife, 1994), s.222, aktaran; Zehra Yıldırım, “Mukâtil b. Süleyman’ın Müteşâbih Kabul Edilen Ayetlere Yaklaşımı”, ( Yüksek Lisans Tezi, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013), s.14.
[18] El-Makdisî, “Mukâtil b.
Süleyman’ın Biyografisi”, Tehzîbu’l-Kemâl,
aktaran; Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr Mukâtil
b. Süleyman, c.I, s. 14.
[19]Tablo-2 ve Tablo-3 için bkz. İrfan
Zahitoğlu, “Mukâtil b. Süleyman ve Tefsîr-i Kebîr’inde Kullandığı Hadislerin
Özellikleri Açısından Değerlendirilmesi”, Route
Educational and Social Science Journal,( Volume 2(3), 2015.)
[20]
Mukâtil’in teşbihçi yönüyle ilgili detaylı bilgi için bkz. İbrahim
Çelik, “Kur’an’da Haberî Sıfatlar ve Mukâtil b. Süleyman’a İsnad Edilen Teşbih
Fikri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, (c.II, S.2, Bursa, 1987, s.151-159.)
[21] Mukâtil’in haşvî
eğilimiyle ilgi detaylı bilgi için bkz. Hatice Arpaguş, “Haşvî Temâyülün
İzdüşümü: Mukâtil b. Süleyman Örneği”, M.Ü.
İlahiyat Fakültesi Dergisi, (S.43, İstanbul, 2012, s.65-106.)