UNUTTUĞUMUZ DEĞERLERİMİZDEN “SU
KABAĞI”
Zannedersem, yaşı 30-35
olanlar ve daha sonrakiler, su kabağını bilmezler. Bizim çocukluğumuz olan
65-75’li yıllarda su kabağı hayatımızı kolaylaştıran en önemli unsurlardan bir
tanesi idi. Elektriğin, suyun, üçlü ocağın ve LPG tüpünün evlerimize girmediği
yıllarda, analarımız sokağımızın uygun bir yerine kaynatma kazanı kurardı. Söz
konusu kazan, çamaşır yıkamak için, içinde su kaynatılan, bugünkü toplu
yemeklerin pişirildiği kocaman kazanlara benzerdi.
Kaynatma kazanı,
demirciler tarafından yapılan üç ayaklı sayacak üzerine konur, altına
odunlardan ateş yakılırdı. Ateş odunları, 1,5-2 metre uzunluğunda olur, baş
tarafı yanıp bitince (ateş, kazanın altından uzaklaşınca), vakti uygun olan birisi
tarafından odunlar sayacağın altına yaklaştırılırdı. Bu işleme ocağın
ölçerilmesi denirdi. Kaynatma kazanının yakınında ve uygun bir yerinde giyecek
taşı denilen, kocaman bir taş veya mermerden yere sağlamca oturtulmuş, üzerine
kirli çamaşırların kule gibi yığıldığı sabit bir taş olurdu.
Taşın üzerine en kirli
ve kiri zor çıkanlar en altta, kiri en az, çabuk temizlenebilen ve narin
çamaşırlar en üstte olacak şekilde düzenlenirdi. Su kabağı, kaynatma kazanı
iyice kaynadığında görev alırdı. Kaynayan kazanın içinden kaynar su, su kabağı
ile alınarak giyecek taşının üzerindeki çamaşırların üzerine dökülürdü. Tokuçla
paaat, paaat, dövülüp, ellerle çitilenerek yıkanır ve sonra da sıkılarak duvar
çalılarının üzerine asılırdı. Sabun dışında hiçbir temizlik malzemesi yoktu.
Su kabağı, domates,
biber, patlıcan, bamya, tütün, süpürgelik, kavun, karpuz. Fasülye, karnıkara
(böğrülce) gibi sebzelerin dikildiği yerlerin bir kenarına dikilirdi. Aynı bal
kabağı, karpuz ve kavun gibi önce yapraklar, sonra meyvelerini döker, daha
sonra olgunlaşırdı. Fasülye- böğrülce gibi, tırmanacak bir nesne bulduğu anda
yükseklere tırmanarak, kabaklarını oralarda büyütürdü. Bal kabağı ve yemek
kabağı zamanında toplanarak tüketilirken, su kabağına dokunulmaz ve sezon
sonuna kadar kökünde bekletilirdi.
Sezon sonunda içi iyice
kuruyup takır takır olunca toplanırdı. Zaten o ana kadar kökü de kurumuş
olurdu. Su kabağı çeşitli büyüklüklerde ve uzunca bir sapı olan bir üründü.
Sapından tuttuktan sonra, yuvarlak yerinin göğe bakan kısmı bıçakla veya kıl
testeresi ile avuç içi büyüklüğünde açılır ve su kabağımız kullanıma hazır hale
gelirdi. Daha iyi kavrayabilmek ve içindeki suyu giyecek taşına daha rahat
dökebilmek için, sapı ince ve tutamağı güzel olanlar tercih edilirdi.
Sağ elin rahatça
kavrayamadığı saplı kabaklar, başarılı su kabağı sınıfına girmezlerdi. O
yıllarda meşiraba ve bir litrelik zeytinyağı tenekelerine sap yapılarak
kullanılan gereçler vardı. Ama onların kaynatma kazanlarında su kabağı kadar
başarılı kullanılmaları mümkün değildi. Su kabağının uzun sapı, kaynayan
kazanda ellerimizin yanmasını engellerdi.
Su kabakları bir de
yıkanırken kullanılırdı. Analarımız bizleri odalarımızın ortasına konulan
“hamam ileni” diye tabir edilen tenekeden yapılmış leğenlerin içinde yıkarken,
su kabaklarını kafamıza su dökmek için kullanırlardı. Kız çocukları mutlaka
evlerin içinde çimdirilirken, oğlan çocukları genellikte giyeceklerin yıkanması
bittikten sonra, giyecek taşının üzerine çıkarılarak analarımız tarafından
çimdirilirdik.
Gecek taşının üzerinde çimerken,
en ufak bir yaramazlık yaptığımız an, su kabağını kafamıza yediğimiz an olurdu.
Öfkenin katsayısına göre kabak kafaya hızlı vurulursa, çatlar ve kırılırdı.
Haydaaa, bir kuşlukluk iş bir kışlığa dönüşürdü. Hazırda veya yedekte yapılmış
bir su kabağı yoksa, kavga kıyamet ortalığı götürürdü.
Su kabakları çok narin
gereçlerdi. İyi kullanılması ve muhafaza edilmesi gerekirdi. Mal maşakat ve
insan çiğnerse kırılırdı. Biraz yüksekten düşerse kırılırdı. Teneke veya
bakırdan yapılan meşirabalar gibi sağlam ve dayanıklı olmazlardı. Bir kazaya
kurban gitmemeleri için saplarının en ucundan bir delik açılarak sağlam bir ip
bağlanıp, zarar görmeyecek uygun bir duvara asılır, bir daha kullanılıncaya
kadar orada istirahat ederdi.
Uzunca süre güneşte
kalırsa, soğukta donarsa, esnemekten mütevellit gevrer ve ya yarılır, ya da
çatlayarak kırılırdı. Kırılma ve dayanma sürelerinin uzun tutulması için yedek
su kabaklarının ağızları açılmaz, ihtiyaç duyulana kadar kapalı tutulurdu.
Kullanılan su kabağı eskiyip, zarar görüp kullanılmaz hale gelince yedekteki su
kabaklarının ağızları açılarak kullanıma sunulurdu.
Su kabakları hijyen
açısından yeme ve içme yardımcısı olarak kullanılmazdı. Zor şartlarda diğer
araçların olmadığı yerlerde, zorunluluk hasıl olursa, küpten su çıkarmada ve meşiraba
görevi görerek su içmede kullanılabilirdi.
Kış günlerinde teneke
sobaların üzerinde sürekli su kaynatan semaverlerin içinden su alma işleminde
de su kabakları kullanılabilirdi. Tabi buradaki kabakların, semaverin ağzına girebilecek
ölçekte olması gerekirdi.
Su kabağını su muhafaza
aracı olarak kullanmak imkansızdı. Çünkü içi su dolu iken hiçbir şekilde sabit
olarak durma şansı yoktu. Bir yerden alıp diğer yere dökmekle onun işi biterdi.
Köroğlu’nun dediği gibi
“delikli demir icat oldu mertlik bozuldu”. Çamaşır makinelerinin çıkması “kaynatma
kazanlarını” ve “geçek daşlarını”; modern banyoların icat olması da, “hamam
ilenleri” ile “su gabaklarını” tarihe gömdü.
Şimdilerde su kabakları
az da olsa üretiliyor. En başta kabak kemane yapımında, süslü boncuklu gece
lambaları yapımında, süslenip-püslenip-boyalanıp-resimlenerek hediyelik eşya
yapımında kullanılabilmektedir.
Neler yaşadığımızı,
nereden nerelere geldiğimizi, gençlerimize tanıtmak ve hatıralarımızı tazelemek
istedim…
Selam, sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz efendim.
23 Ocak 2016. Saat:
16.00. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı