MEHMET AKİF ERSOY
"Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın." diyen İstiklal mücadelemizin yazarı Mehmet Akif Ersoy 20.12.1873
İstanbul'da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya
geldi.Mısır'da görevliyken hastalanınca 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a dönen Akif 27 Aralık 1936
tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybetti.
Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü.
Mehmet Âkif, şiir
yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı.Mehmet Akif’in ilk
şiiri "Kurana Hitap" başlığını taşır.Şiir ve hikayelerinde halkın dertlerini anlatan
ünlü şair, Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazdı.Mehmet
Âkif Ersoy’un İlk büyük destanı, Çanakkale Şehitleri’ne’ yazdığı şiiridir.İkinci büyük destanı ise Bursa’nın işgali üzerine yazdığı "Bülbül" adlı
şiiridir. Şairin üçüncü ve en önemli eseri İstiklal Marşı'dır.
Millî Mücadelenin başyazarı Mehmet Âkif Ersoy'un kendi adını
taşıyan kitabı, Gerger yayınları tarafından yayımlanmıştır.445 sayfadan ibaret
olan bu kitabın birinci bölümünde şiirler ele alınmış,ikinci bölümünde Sırat-ı Müstakim ve Sebil'ür-Reşad mecmuasındaki vaaz ve konuşmalarına, son bölümünde ise belge, şiir ve fotoğraflara yer verilmiştir.
Mehmed Akif
eserlerinde Türk-İslam kahraman evlatlarına ‘Asım’ ismini vermiş ve eserlerinde
Asım’ın nesli Mehmetciğe sıkça nasihatler vererek aziz milletimizin güzel insanlarını
aydınlatmaya çalışmıştır. Mehmet Akif,Çanakkale Zaferini duyunca Asım’ ın nesline yani mehmetciğe şöyle
seslenmiştir:
"Asım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi
namusunu çiğnetmeyecek."
Yine Akif bu mısraların devamında mehmetciği 'Bedir
kahramanlarına' benzetmiş ve:
‘Bedrin Arslanları ancak bu kadar şanlı idi’ diyerek, mehmetciğe övgüler yağdırmıştır.Şair yine aynı duygularla:
"Ölüm indirmede gökler,ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir,savrulur enkaz-ı beşer
Kafa,göz,gövde,bacak,kol,çene,parmak,el,ayak.
Boşanır sırtlara,vadilere,sağnak sağnak." demiştir.
Mehmet Akif Ersoy’un görev icabı bulunduğu istasyona bir gün müjdeli bir telgraf ulaşır. Enver Paşa’dan, Kuşçubaşı Eşref Bey’e gelen telgrafta şunlar yazılıdır:"Çanakkale’de ordumuz muzaffer oldu.Düşman kuvvetleri perişan bir şekilde geri
çekiliyorlar."
Bu haber üzerine ellerini semaya doğru kaldırıp göz
yaşlarıyla duaya başlar: "Allah’ ım ! Bana, bu aciz kuluna, bu destanı yazma
imkanını bahşet! Bu ulu görevi bana nasip et! Sonra canımı al Ya Rabbi !"
Bu duygu ile Akif:Çanakkale Şehitlerine şiirini yazmıştır.
*********************************************************************
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz
harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif
orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden
yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç
donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne
hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği
vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı,
his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa
gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ,
yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor
kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi
cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla
beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler
başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir
hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû,
kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna
da züldür bu rezil istilâ!
Ah o
yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar
gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu
Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü
karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske
yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet
denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra
mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş
ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden
sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden
zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba
şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor
göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin
altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her
lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm
indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş
tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz,
gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır
sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor
zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım
yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor
yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü
halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top
tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman
orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik
tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır
kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi
kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü
te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır,
indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini
tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu
göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim
sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın
nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte
çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ
gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû
olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup
tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl
uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu
topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten
ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün
ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in
arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar
gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim
gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc
ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak
ebediyyetler eder istiâb.
'Bu,
taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun
vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök
kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan
lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i
nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi
kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu
âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken,
gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın
gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün
fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen
mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir
şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son
ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en
sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç
Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki,
İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir
çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki,
rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki,
a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez
bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid
oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana
âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif
Ersoy
*********************************************************************
Yurdumuz işgal altındayken Mehmet Akif Ersoy Milli
Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricasıyla ulusal marş yarışmasına katıldı.Mehmet
Akif, önce verilmesi düşünülen para ödülü nedeniyle yarışmaya katılmayı reddetti. Parayı isterse
almayabileceği konusunda sıra arkadaşı Karesi (Balıkesir) mebusu Hasan Basri (
Çantay ) Bey tarafından ikna edilir.Ahmet Haşim, Yahya Kemal gibi birçok ünlü
şairin katıldığı yarışmada 700’ü aşkın şiirin içinde Mehmet Akif Bey’in şiiri
Millet Meclisinde göz yaşları içinde tekrar tekrar okunarak büyük bir
çoğunlukla “ İstiklal Marşı “ olarak kabul edilir. Mehmet Akif, orduya ithaf
ettiği İstiklal Marşı’nı 17 Şubat 1921’de yayımladı. İstiklal Marşı 12 Mart’ta
’ulusal marş’ olarak kabul edildi.İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı
Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı.
İstiklal madalyası ile ödüllendirilen Mehmet
Akif Ersoy üç çiftlik almaya yetecek bir para olan 500 lira para ödülünü Hilal-i
Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül
Mesai vakfına bağışladı. Hiç olmazsa bu paranın bir kısmı ile sırtına bir palto
almasını söyleyen çok samimi arkadaşı Şefik ( Kolaylı ) Bey ile dargın kalarak
tam iki ay konuşmamıştır.
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşını yazdığı
Taceddin Efendi dergahında misafir bulunan Konya Mebusu Hafız Bekir Efendi
nakleder :"Akif bir gece aniden uyanır, kağıt arar, bulamayınca kurşun
kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın:
'Ben ezelden
beridir hür yaşadım , hür yaşarım' mısrasıyla başlayan kıtasını yazdığını sabahleyin namaza kalktığında, üstadı çakısıyla duvardaki yazıyı kazırken gördüm" yazmıştır.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Âkif,
Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde
Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için
hazırlık vardı. Bu durumun ordunun dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif,
Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi;
teklifi tartışılıp kabul edildi.Taceddin Dergahı da şuan Mehmet Akif
Ersoy Müzesi olarak ziyarete açıktır.
İstiklâl Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy hem meclis üyesi hem
milletvekili hem din adamı hemde
şairdir.
*Şairin 7 kitabının bir araya
gelmesiyle oluşan Safahat (1911), adlı şiir kitabı bulunmaktadır.
Diğer eserleri: Süleymaniye
Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar
(1917), Asım (1924), Gölgeler (1933).
*Mehmet
Akif Ersoy’un en önemli eserinden biride İstiklal Marşıdır.Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır.Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu
milletimin kalbine gömdüm" demiştir..
İSTİKLÂL
MARŞI
Korkma,
sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden
yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim
milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O
benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma,
kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman
ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz
dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır,
Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben
ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi
çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş
sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım
dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın
âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim
iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun,
korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!"
dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş!
Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et
gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır
sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim
bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın
yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün
altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen
şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme,
dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu
cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ
fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı,
cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin
tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun
senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin
mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu
ezanlar -ki şehadetleri dînin temeli-
Ebedî
yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman
vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her
cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır
ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman
yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan
sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun
artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen
sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır,
hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır,
Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy
*********************************************************************
Mehmet Akif Ersoy'un Bursa’nın işgali üzerine yazdığı bülbül şiiri
BÜLBÜL
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş
lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhitin hali "insaniyet"in timsalidir sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad.
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi!
Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb'ada
Hayatın en muhayyel gayedir âhrara dünyada.
Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?
Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım;
Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım.
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Seraba Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi'lerin, Fatih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Mehmet Akif Ersoy
*********************************************************************
ORDUNUN DUASI
Yılmam ölümden, yaradan,
askerim;
Orduma,
"gazî" dedi Peygamberim.
Bir dileğim
var, ölürüm isterim:
Yurduma tek
düşman ayak basmasın.
Âmin! desin
hep birden yiğitler,
"Allâhu
ekber!" gökten şehitler.
Âmin! Âmin!
Allâhu ekber!
Türk
eriyiz, silsilemiz kahraman..
Müslümanız,
Hakk'a tapan müslüman.
Putları
Allah tanıyanlar, aman
Mescidimin
boynuna çan asmasın.
Âmin! desin
hep birden yiğitler,
"Allâhu
ekber!" gökten şehitler.
Âmin! Âmin!
Allâhu ekber!
Kükremiş
arslan kesilir her nefer,
Döktüğü
kandan göğe vursun zafer,
Toprağa bir
damlası boş akmasın.
Âmin! desin
hep birden yiğitler,
"Allâhu
ekber!" gökten şehitler.
Âmin! Âmin!
Allâhu ekber!
Ey Ulu
Peygamberimiz nerdesin?
Dinle
minâremde öten gür sesin!
Gel, bana
yâr ol ki cihan titresin,
Kimse dönüp
süngüme yan bakmasın.
Âmin! desin
hep birden yiğitler,
"Allâhu
ekber!" gökten şehitler.
Âmin! Âmin!
Allâhu ekber!
Mehmet Akif Ersoy