Anneannem, eşyalarını hazırlamış bekliyor, Osman dedem annemle konuşuyor. Pencereden bir faytonun yanaştığı görülüyor. Kapı tokmağının sesi duyuluyor. Babam, dedemleri terminale götürmek için fayton tutmuş. Dedem ve anneannem dışarı çıkıyorlar, hepimizle vedalaşıyorlar. Annem, elinde bir sürahi su ile bekliyor, arkalarından dökmek için. Ben, son anda dedemlerle birlikte terminale gitmek istediğimi söylüyorum. Dedem onay verince biniyorum faytona. Ben babamla yanyana, karşımızda da anneannemle dedem oturuyor. Faytoncu “Dehh” deyip kamçıyı şaklatıyor, atlar aheste aheste yürümeye başlıyor. Biraz böyle gidiyoruz, ama bu hız faytoncuya yetmiyor; hayvanlara birkaç kere kamçıyla vurup daha yüksek sesle “Deehh” diyor. Atlar koşmaya başlıyor. Tekerlekler çukur yerlerden geçerken sağa sola sallanıyorum. Bir ara düşeceğim sandım. Babam durumu farkedip, kolunu omuzuma koyup destek verdi.

Çarşıdayız. Atlar koşmayı bıraktı. Burada yol düzgün olduğu için fazla sallanmıyoruz. Az sonra Saray sinemasının karşısındaki caddede bulunan terminale geldiğimizde, faytoncu “Bıırrr” deyip dizgini bütün gücüyle çekti, atlar durdu. İndik. Terminalde üç tane otobüs duruyor. Koyu mavi renkli, uzun burunlu bir otobüsün yönü çıkış kapısına doğru çevrilmiş ve üzerinde bir delikanlı var. Aşağıdan aynı yaşlarda bir delikanlının verdiği yolcu eşyalarını yerleştiriyor. Valizler, çuvallar, küçük sandıklar ve bir de üzeri kilimle örtülü bir denk var yerde. Bunlar da yerleşince, yukarıdaki genç, eşyaların üzerine bir branda çekip, bağladı ve arkadaki merdivenden aşağı inip, şoför mahallinden “Z” şeklinde bir demir alıp arabanın önüne taktı. Kolu birkaç kere çevirdi. Motor, gürültülü bir şekilde çalıştı.

Biz yazıhanenin kapısı yanından seyrediyoruz. Eller öpülüyor, boyunlara sarılınıyor, gözyaşları akıtılıyor, sonra da yolcular otobüse biniyorlar. Biz de anneannemle ve dedemle vedaşlaştık. Onlar da otobüse geçtiler, yerlerine oturdular. Anneannem cam kenarındaydı. Beş dakika kadar bekledik. Şoför geldi, yerine bindi, motora gaz verdi, egzosundan siyah dumanlar çıkartarak otobüs hareket etti. Anneannem bize belli etmemeye çalışarak, eliyle gözlerindeki yaşları sildi. El salladık. Gittiler...

Hava soğuk. Üşüyorum; güneşin de benden aşağı kalır tarafı yok, gri-beyaz bulutların arkasında titreyip duruyor; arada sırada hayal meyal görünüyor. Ve sonunda bulutlar tamamiyle kapatıyorn güneşi...

Babama haber verip eve dönmek üzere yanından ayrılıyorum, çünkü o buradan işe gidecek. Duygularım karmakarışık, adımlarım kısa ve yavaş; evin yolunu tutuyorum.

Bir daha dedemi görmedim. Çünkü Kırşehir'den gittikten bir sene sonra ölüm haberi geldi. Ona yaşını her sorduğumda hep -benim o sırada anlamadığım, onu kaybettikten sonra anlayacağım- şu cevabı veriyordu:

-Ölecek yaştayım oğlum, ölecek yaşta...

(Devam edecek, ama gelecek bölümde bitiyor...)

( Göçe Göçe-dedemi Bir Daha Görmedim-47 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 30.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu