1.1-) Hiçlik Diye Bilinen Özdeki Tamlık

                                 

                                Her şeyin birbiriyle etkileşimi, şeyin başka bir şeyden kopuk ve ayrı olarak varlık sahasında olmadığını gösterir. Bu aynı zamanda, farklı bir yaklaşımla, algıladığımız boyutta birbirinden ayrı olarak var olan tüm şeylerin, en derin katmanlarında işleyen birliğini işaret eder. Bir başka deyişle özlerindeki boyutsal ortak tabanı da gösterebilir. Bu birlik, varlıkları özsel boyut İtibari ile algılama kapasitemiz olmadığından; bizim gözümüze göre, yokluk ya da hiçlik olarak tanımlanabilecek salt gerçeğin ipuçlarını verir. İdrakimizin, gerçek Bütünsel ve Tekil Varlığı yokluk olarak görmesi, bu Tümel Tekillik yerine sürekli değişen varlıklar algılamasıdır. İkilik âlemiyle yani birçok parçalardan oluşan varlıkların ve oluşların hüküm sürdüğü bu algıladığımız yüzeysel alemle sınırlı olmasından kaynaklanır.

                        

                            Bu yetersizlik Tao te ching’de:Yüce bütünlük boş gibi görünür” denerek belirtilir. Özdeki hiçlik de, “Var olanda, var olmayanınkullandığı imkanlar vardır.” sözüyle vurgulanır.  Burada ‘var olmayan’ tabiriyle, bizim gözümüzle ya da bilincimizle algılanamayan ‘Mutlak Varlık’tan bahsedilir. Zira gerçek anlamda var olmayan bir şeyin elbette kullanacağı imkânlardan da söz edilemez. Çünkü zaten yoktur. Buradaki var olmayan, izafi yokluğu, yani bize göre olan bir yokluğu, ancak bu yokluğun, var olan her şeyde kullandığı imkânlardır. Bu da aslında Mutlak Varlık olduğunu ortaya koyar.

                                Kur’an’da da örneğin ;

Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı edinme. Hu’dan başka tanrı yoktur (lâ ilâhe illâ Hu). Hu'nun vechi haricinde her şey yok olucudur (küllü şey’in hâlikün illâ vechehu). Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz” (28/88)  

ayetiyle, Allah’ın O, Hu ya da Hiçlik makamına dikkat çekilir.

                                Hu ‘ kelimesi, Arapça ‘O’ demektir. Sufi yoruma göre Allah’ın Hiçlik makamına işaret eder. Çünkü bu makamda ona isim biçebilecek başka herhangi bir bilinç olamayacağından, O isimsizdir ve ancak ‘O’ denerek tabir edilebilir.

                                Kısacası ‘O’nu algılayacak ya da görecek incelikte bir bakışımız olmadığından, ‘O’ adsız kalır. Tam anlamıyla tanımlanamaz. Ancak kısmen, sıfatlarının bize yansıması oranında bilinir.  Zira sonsuz sıfatlarından birine göre ‘O’, latiftir (çok ince, suptil, manasal). Tüm sıfatları gibi en kemal, en olgun, en hat seviyede bir latifliğe sahiptir. Böylesi bir latifliği ancak o derecede latif olan bir bilinç algılayabilir ki bu da imkânsızdır. Çünkü Allah tüm sıfatlarında kemal mertebede olduğu için, sıfatlarında ve zatında eşi benzeri yoktur. Tüm varlıklar arasında en üst düzeyde ‘latif bilinç’ sahibi olan bir yüksek varlık bile (Peygamber, Melek, Cebrail) Allah kadar Latif olamaz. Böyle bir yüksek varlığın latifliği, ancak diğer varlıkların latifliğinden üstün olabilir. Yani izafidir, görecelidir, ‘diğer varlıklara göre’dir. Dolayısıyla Allah’ın ‘Hiçlik makamı’, bize göre olan yani izafi bir hiçliktir. Aslında sadece gerçek olan Mutlak Varlık O’dur. Yok ya da hiç olan ise, gerçekte bizizdir. Zira ‘ Mutlak ‘ değişmez olandır. Bildiğimiz tüm varlıklar ise her an değişir; varlıkları ‘sürekli değişim üzere’ kurulmuştur.

                                Örneğin bir saniye önceki biz, şimdiki biz değiliz. Vücudumuzda, zihnimizde ve ruhumuzda, bir saniye içinde çok şey değişir. En basitinden zihin  ve ruhu bırakıp, fiziksel bir varlığı olduğu için vücut üzerine düşünürsek, bu sürekli değişimi daha kolay anlarız.. Bir saniye içinde kan akışımız devam etti. Kan hücrelerimizin vücut içindeki dâhili yerleri değişti. Tüm hücrelerimiz bir saniye de olsa, yaşlandı, yenilendi. v.b…                                                              

                                Aynı şey Evren içre her birim için de geçerlidir. Yıldızlar bir saniyede biraz daha yakıtlarını tükettiler (Hidrojen- Helyum çevrimi). Atomlar bir saniyede muazzam bir

 

hareketle büyük yollar kat ettiler. Hiçbir şey durduğu yerde durmadı, olduğu gibi kalmadı. Görünürde biz hareket etmesek bile içimiz ve çevremiz etti. Dünyamız döndü. Oturduğumuz yer Dünya lokali üzerinde aynı yer olarak kalsa da, dünya döndüğü için global olarak yer değiştirdi. Bu bir saniye içinde, durduğu yerde duran, olduğu gibi kalan ve sadece ‘kendi kendisine dayanarak ayakta olan’ (Kaim olan) tek varlık, gerçek ve salt varlık Allah’tır.  O yüzden’O’, mutlak, değişmez, ‘Salt Varlık’tır.  Bizler ve bildiğimiz tüm varlıklar ise dinamik, değişken, izafi ve ancak birbirine, son tahlilde Allah’a dayanarak ve birbirine göre var olan, birbirinin gözünde varlık bulan varlıklarız. 

                                Tüm varlıklar sürekli etkileşim halindedir. Sürekli değişim halinde yani sürekli tüketme ve tükenme eğilimindedir. Her nefes alışta havadaki oksijeni tüketmiyor muyumuz? Her nefes alışımızda vücudumuz yenilerken içimizdeki bazı şeyleri tüketmiyor muyuz? Her nefes alışımız yaşamamızı sağlarken yaşamımızı öldürüyor, bizi yaşlandırmıyor mu? Bir saniyede hücreler biraz daha eskirken biraz daha yenilenir. Biraz daha artık madde biriktirirler. Bir saniyede yaşam biraz daha ölür ve biraz daha canlanır… Bu tüketme ve türetme hayatın özünde vardır. Canlı- cansız tüm varlıklar tükenerek türer. Değişim tükenmek demektir. Değişim, yokluğa gitmektir. O bir saniyeler geçtikçe biz değişiriz.O bir  saniyeler geçtikçe ömür tükenir. Ve biz vücut bütünlüğümüz açısından yokluğa gideriz. Yıldızlar da yakıtlarını tüketip solup göçerler…

                                  İşte mutasavvıf Mevlana(4), varlıkların birbiriyle etkileşimi sonucu oluşan değişim ve değişimin özündeki yokluk konusunda şunları söyler:

Buğdayı toprağın altına atarlar ama, o topraktan başaklar devşirirler. Sonra o buğdayı değirmende öğütürler de değeri artar. Cana can katan ekmek olur. Ekmek haline gelen o buğdayı, daha sonra, ağızda dişler arasında çiğnerler, ezerler. O zaman da bir akıllıya akıl olur; kişinin anlayışı olur, canı olur. Daha sonra da o can, aşkta yok olup gidince, buğdayın başına gelenler, ekincileri şaşırtır.”

                                  Upanişadlar(5) da geçen bir anlatımda da, bir Hindu Rişisi(5), Evrensel Öz’ü öğrencisine şu etkili örneklerle anlatır (Çandogya Upanisad):

- Hiçbir şey yok ki O özden gelmemiş olsun. Her şeyin içinde bu öz varlıktan vardır, o gerçektir. O, her şeyin özüdür. Sen de O’sun Svetekatu. Atman(5)  bir ağaç dalını bırakacak olursa o dal ölür, tüm ağacı bırakırsa tüm ağaç ölür. Atman bedeni terkettiğinde beden ölür, ama o öz Atman ölmez.

- Ne olur bana biraz daha bu öz varlığı anlatır mısınız?

 - Anlatacağım. Bana bir Hint inciri getir.

- İşte burada efendim.

 

- Onu yar.

- Yardım efendim.

- Ne görüyorsun?

- Küçücük çekirdekleri var içinde.

- Yar o çekirdeklerden birini.

- Yardım efendim.

- Şimdi ne görüyorsun?

- İçi boş efendim.

- İşte o çekirdeğin içindeki senin göremediğin özden koskoca Hint inciri ağacı oluşuyor. Bana inan oğlum, işte o incir çekirdeğindeki boşluk o öz ile doludur. Her şey varoluşunu o öze borçludur. İşte gerçek budur. İşte O, Öz varlıktır. Sen de O’sun.

 - Bana lütfen Atman 'dan biraz daha söz eder misiniz?

 - Peki.. Bu tuzu suya dök ve yarın bana getir.

Öğrenci denileni yapar. “ Tuz nerede?” diye sorar Rişi.

 - Göremiyorum.

- İç bakalım nasıl tadı?

 - Tuzlu.

- Peki şuradan ya da buradan içersen?

- Yine tuzlu. Her yanı tuzlu.

Ve Rişi der ki: “ Tuzu görmesek de tuz her yerdedir. Aynı şekilde Atman da her yerdedir. O’nu görmesek bile O, her şeyin içindedir. Her şey varoluşunu o öze borçludur. İşte gerçek budur. İşte O, Öz varlıktır. Sen de O’sun.”

                                 Hemen burada şu uyarıyı yapmakta fayda vardır. Kitabımızda anlatmak istediklerimiz idrak edildiğinde görülecektir ki, bizim Mutlak Felsefe derken kast ettiğimiz Ehli Sünnet İslami düşünce metodunda, ‘Sen ‘O’ sun ’ tarzında bir yaklaşım barınamaz. Doğrusu ‘Sen ‘O’ndansın’ olmalıdır. Her ne kadar aslından uzaklaşmış kadim Hint ve Çin dinleri, Hıristiyanlık ve kısmen Yahudiliğin bazı Tarikat’ları ve Müslümanlıkta eksik kavranmış bir

 

Vahdet-i Vücut görüşüne bağlı benzer Tarikat ekolleri bu görüşe çok yaklaşsalar da böyle bir düşüncenin Mutlak anlamda doğruluğu yoktur. Kitabımızda yer yer bu durum açıklığa kavuşturulacaktır.

                                 Tüm bunlarla birlikte ,oluş canlı varlık olarak isimlendirdiğimiz herhangi bir birimsel kesitin derin içsel katmanlarında ve daha genel dışsal ortamında, en içten en dışa şu anda ve uzun zamanlar boyunca devam etmektedir. Ve sonunu kestiremediğimiz bir ana kadar ya da sonsuzluk içre sürekli, (bildiğimiz maddi ve biyolojik formlar şeklinde olmasa da), devam edecektir. Aslında ahiret hayatı inancı da, bu sürekli oluş felsefesinin bir dışa vurumudur.

                                 Maddi âlemde ise; tüm bu canlı sistemlerin özünde durmak bilmez bir atomsal faaliyet kesintisiz sürüp gitmektedir. Bizim gözümüzde canlı ve cansız diye gruplandırılan her şeyin özünde bu faaliyet vardır. Evren hep bir hareket, hep bir değişimdedir. Evrenin bir anı bir sonraki anıyla aynı değildir. Öyle ki herhangi bir tarihsel kesitteki evren fotoğrafının birebir aynı olabileceği başka herhangi bir an yoktur. Bu değişim ve hareket en temel parçacıklardan en üst gruplandırmalara kadar varlığını korur. Bu maddi alemin bir özeti olarak ‘Modern Materyalizmin’(6) kurucularından Karl Marks’ın(7), Yunan felsefeci Heraklikos’un(8) görüşlerini veciz bir halde özetleyen, Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir sözünü mihenk taşı olarak almak gerekmektedir. (  Bu elbette ki gözlemlediğimiz izafi âlem, oluşlar alemi, mümkünat alemi içindir. Yoksa Mutlak anlamda düşünürsek değişmeyen tek şey Allah’ın Zatı’dır.)

                                Oysa biz, tüm bu hareketin ve kendiliğinden oluşun haricinde, tüm oluşları aynı anda görüp gerçekleştirebilecek, oluştan ayrı bir tanrının varlığını arıyor ya da kabul ediyoruz. Halbuki tanrı bir yönüyle, her birimin özündeki oluştan ayrı değildir. Bir yönüyle, oluşun Tanrı’nın kendisidir. Maddenin özündeki güçtür. Fransa’nın TÜBİTAK’ı olan CNRS’de araştırma bölümünü yöneten, kozmoloji dersleri veren, astrofizikçi Hubert Reeves’in dediği gibi: Kozmosun tarihi, kendini düzenleyen maddenin tarihidir.” 

                          

( Ya Hu Ve Adem -- 3 --- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 10.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu