SU
Adam avucundaki suya baktı. Ve suyun tutsaklığını gördü. Oysa denizdeki kardeşleri hürdü. Ve adam, kendini düşündü:
“Peki ben özgür müyüm? Ben, bende tutsakken nasıl özgür olabilir? Ve ben, benliğimi aşabilirsem, özgür olan hala ben mi olacak? Öyleyse hiçbir zaman özgür olamam. Bendeyken bana tutsağım, değilken ben değilim. Benlik ve özgürlük, ışık ve karanlık gibi. İkisi birden olamaz. Çünkü özgürlük, benliği olmamaktır ve benlik, karanlığa tutsaklıktır.”
Ve adam, suyu bıraktı. Su, parmak(lık)larının arasından toprağa aktı. O artık, avuçtaki su değil, topraktaki suydu. Sonra nehirdeki, sonra denizdeki… Böyle sundu yolculuğu adama su…
“Ve benlik, bir gün yok olacak.” dedi adam. “Varlığından varlık bulan tutsaklık son bulacak. Öz, gerçeğine erecek.”
“Çünkü hiçbir su, sonsuza dek tutsak kalamaz. Parmakların ne kadar sıkı kapanırsa kapansın, su akacaktır. Akacak, buharlaşacak, başka dokulara karışacaktır. Ve su, dönüp dolaşıp denizi bulur. Ve su, denize erdiği zaman artık deniz olur.”
BALON, KOVA, ADAM
Adam parkta oturuyordu. Baloncuyu gördü. Balonlar hürdü. Balonlar balon olalı, hep göklerde süzülürdü…
Oysa balonlar dedi, sonra adam, boğazlarında asılı ipi görmüyorlar. Ve onları balon yapan düğümü… Bilseler, özgürlüklerinden de, balonluklarından da şüphe ederler. Balonlar bunları bilemez. Balonlar kalabalık. Balonlar balonlarla beraber. Balonlar kendileriyle meşguller.
Karmaşık ilişkiler içinde, birbirlerini pohpohlayıp şişirerek, birbirleriyle çekişerek, patlatmaya çalışarak birbirlerini, esen rüzgara kapılıp çarpışarak, birbirlerini taşıyarak, taşlayarak, anlayarak, anlamayarak, birbirleriyle birlikte, yatay özgürlüklerinde gezmekteler. Balonlar, balonlar, rengarenk balonlar. Biri birinden ayrı, birbirleriyle aynı balonlar…
Ve bir balon, sınırsız özgürlüğün özlemiyle dolu bir balon, kurtuldu baloncudan ve göklere uçtu. Adam uzun uzun baktı balona. Renginden sıyrılıp bir nokta olana kadar baktı. Balonlar ise, onu görmüyordu bile. Ve adam, özgürlüğünde ipini, içinde balon şişkinliğini yüklenmiş o yalnız balona acıdı. Sonra kalktı yerinden. O da kendi yolunda yürümeye ve düşünmeye koyuldu.
O balonlar ki bağımsızlıklarının bağı baloncunun elinde. İpin ucu baloncu. Baloncu dolaşır caddelerde. Baloncu istediği yere gider. Ve balonlarca balonlar, balon olalı hep göklerde gezer…
Ve sonra adam, adamı gördü. Bir kovayı sulayan adamı. Benlik dedi adamın gözleri, suyu hapseden kovadır. Havayı havadan ayırdığını sanan balon… Kovayı dolduran öz ne? Balonu şişkin tutan kim? Balon patlayacak, balon sönecek, ruhu Ruh’a dönecek. Boş kova ne ile dolu? Suyu Su ’ya dönecek. Benlik varsa sınır var. Şekil var. Balon balonken Ruh’tan ayrı, kova kovayken Su’dan…
Adama baktı adam. Gözleri derinine daldı. Anladığını anladı. Ve sonra, elinde hava dolu bir kova, adamların arasına aktı…
PORSELEN BALIK
Kırmızı balık, nehirde yüzüyordu. Ve arkası mıknatıslı porselen bir balık, beyaz bir zemine yapışık, duruyordu. Ve akvaryumlarda binlerce balık vardı. Kırmızı balığı, daha iri, ve çok eski ataları mavi olan, mor bir balık yuttu. Akvaryumlardaki binlerce balıktan yüzlercesi, kırmızı balıktan biraz daha uzun yaşadı. Ama hepsinden önce, mıknatıslı porselen balık, beyaz denizinden hoyratça çıkarılıp, sert mozaik zemine küçük bir el tarafından atıldığında, parçalanmıştı. Fakat, kendisinden sonra ölen tüm balıklara rağmen, o hala vardır; çünkü o aslında bir balık değil, balık şekli verilmiş, boyanmış, arkasına mıknatıs yapıştırılmış bir porselendir; ve şimdi, dağınık parçaları birleştirip, eksik parçaları zihinde tamamlandığında, dikkatli gözler tarafından, “porselen bir balıkmış zamanında” denilen, varlığına verilen balık imajı dağılan, ama ölmeyen, hala porselen olan ve göreceli olarak porselen olmaya devam edecek bir maddedir. Bununla birlikte, daha dikkatli gözler, onun porselenden oluşmuş bir madde değil, bir atomlar bütünü olduğunu, daha da dikkatlileri atom altı parçacıklardan oluşmuş bir frekans okyanusu olduğunu, çok daha dikkatlileri, varolan enerji paketleri ya da dalgalar evreni olduğunu, en dikkatlileri ise, bir hiç olduğunu görürler. Tıpkı kırmızı balık, mor balık ve akvaryumlardaki binlerce balık gibi… Ve canlı balıkların, önce kavuşmuş olduğu sanılan hiçliğe, porselen balığın ve hatta tüm balıkların, öteden beri hep sahip olduğunu düşünürler.