1.2-) Sadece Öze İndirgenemeyecek Olan Aşkın Allah Kavramı
İleride detaylarını vereceğimiz gibi, Allah, sadece özdeki bir oldurucu güç ve bilinç olmakla sınırlı değildir. Örneğin;İslamiyet’e göre:
“Hak uğrunda cihat eden, ancak kendisi için cihat etmiş olur. Kesinlikle Allah alemlerden ganidir.” (29/6)
(ayrıca Allah’ın Gani yada Müstağni oluşu için bakınız: 2/263; 2/267; 3/97; 6/133;10/68; 14/8; 22/64; 27/40; 31/26; 35/15; 57/24; 60/6; 39/7; 64/6)
Burada gani(zengin) olmaktır. Müstağni (tok gözlü olmak) olarak da çevrilir. Her iki durumda da, Allah, âlemlere muhtaç olmayacak yani âlemdeki şeylere karşı deyim yerindeyse tok gözlü olacak kadar zengindir. Yani varlığı sadece âlemlerle sınırlı değildir. Âlemlerden çok daha zengindir. Daha doğrusu âlemlerin gözüyle bilinemeyecek bir dereceyi yansıtan bir terim olarak; sonsuz zengin, kemal (en olgun) haliyle zengin, bilinmeyen bir varlığı vardır. Ve bu da Allah’ın aynı zamanda âlemlerden ayrı da olduğu anlamına gelir (içkinlik ve aşkınlık).
İslamiyet’in sadece bu yönüne bakanlar, İslamiyet’in, Allah’ı oluştan ayrı tutuyormuş izlenimi verdiğini söylerler. Ama âlemlerden ayrı oluşu, büyük alim İbn-i Sina’nın(9) dediği gibi:
“Tanrı, herkezin mekanından müstağnidir, yer kaplamaktan uzak ve beridir. Mekanda, mekandan uzak olandır.” şeklinde anlamalıyız. Çünkü Allah’ın âlemlerden ayrı olduğu doğrudur. Ancak bu sefer de ters bir mantıkla diyebiliriz ki, sadece öyle de değildir. Aynı zamanda, yine İslamiyete göre, “Allah, şeyi şeyin özünden ihata eder”. Bu çok önemli bir farktır. Aslında; şeyi şeyin özünden ihata etmek (kuşatmak), şeyi şeyin özünden oldurmaktan, oluşla bir olmaktan başka şey değildir .
İşte Allah’ın bize göre olan bu iki yönü “Mekanda, mekandan uzak olma” haliyle anlatılır. O hem içkin, hem aşkındır. İçkinliğinde aşkınlık, aşkınlığında içkinlik vardır. Yani Allah tamamiyle mekân harici değildir. Mekandadır. Ancak mekandan uzaktır, ‘O ‘ yani zaman ve mekandan münezzeh (arı, beri, uzak) olarak yani lamekan (mekansız) olarak mekandadır. Bundan dolayı da, An-ı daim (sürekli sonsuz bir an) olarak zamandadır. Çünkü zaman, mekânın bir unsuru, mekândaki değişimin gözlenmesidir. Mekândan beri olan, zamanında hükmünde olamaz. Bunu ilerde daha detaylı açıklayacağız.
Hua hu chig’de bu An-ı daim olarak her anda ve mekanda mevcut olan,
“İlahi Birlik nasıl görülebilir?/ O her zaman vardır ve her zaman hazırdır./ Eğer onunla yaşamak istiyorsan onu her yerde,/ Hatta en sıradan şeylerde bile göreceksin” .“Tao(3) gelip geçmez./ O her zaman her yerdedir./ Tıpkı gökler gibi./ Eğer aklın bulutlu ise onu göremezsin./ Ancak bu, onun orada olmadığı anlamına gelmez” diye anlatılır.
Yukarıda bahsettiğimiz Allah’ın her şeyi içten ve dıştan kuşatmış olması halini, Kur’an’da örneğin:
“Dikkat edin; O gerçekten her şeyin kendisi olarak ihata(kuşatma)dadır (Hu Bikülli şey’in muhıyt).”(41/54),
“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah, her şeyin kendisi olarak şeyi kuşatıcıdır (kanellahü bi külli şey'in mühıyta)” (4/126),
“Rabbim herşeyin ilmi sureti olarak şeyi kuşatmıştır. (rabbı külle şey'in ilma). Artık siz hiç düşünmez misiniz?”(6/80),
“İnsanlardan gizler de Allah'tan gizleyemezler. Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (kanellahü bi ma ya'melune mühıyta) (O'nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler)” ( 4/108),
“(Şuayb:) "Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah'tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah'ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır (inne rabbı bi ma ta'melune mühıyt).” ( 11/92)
“Sizin İlahınız yalnız Allah’tır. Hu’dan başka ilah yoktur. Hu her şeyin ilmi sureti olarak şeyi kuşatmıştır (Hu vesia külle şey'in ılma)” ( 20/98)
“Allah O yüce Yaratıcıdır ki yedi kat semayı ve semaların ardında da onların mislini (semavatin ve minel'ardı) yaratmıştır. Allah’ın emri ve hükmü bunlar arasında inip durur ki, Allah’ın her şey üzerinde tamamen kadir ve her şeyin bizatihi ilmi olarak kuşatıcısı olduğunu (bikulli şey'in ılmen), O’nun ilmi dışında hiçbir şey olmayacağını siz de bilesiniz.” (65/12)
ayetlerinde görmekteyiz (Allah’ın her şeyi ihata eder durumda olduğunu anlatan diğer bazı ayetler için bakınız: 2/247, 2/268, 18/91, 19/94)
Bu kuşatma hali, yukarıdaki bazı ayetlerde de açık olarak söylendiği ve Arapçalarıyla da göstermeye çalıştığımız gibi; Allah’ın, Zatıyla değil, İlmiyle kuşatması halidir. Aksi durumda Panteizm yoluna sapılarak; evreni, maddeyi ya da özünü Allah’ın bizzat Vücudu, Zatı, unsuru olarak görme yanlışlığına düşülür. Bu ne yazık ki, bazı Vahdet-i Vücut’cuların da kısmen ve zaman zaman düştüğü bir hatadır. Ehli sünnet İslami yorumculara göre de kuşatma, ilmiyle kuşatma olarak yorumlanır. Doğrusu budur. Ve çoğu ayetlerde, ilmi olarak kuşatma zaten açıkça vurgulanır. Çünkü aynı zamanda âlemlerden ayrı olan varlık, âlemleri, ilmiyle yaratmış ve kuşatmış demektir. Âlemler, kendilerini de içeren ve kendilerinden ayrı bir varlığı da olan bir Varlığın indinde, O Varlığın ilmiyle kuşatılmış haldedirler. Dahi O Varlığın ilminden bir ilimdirler. O Varlığın vücudunun bir parçası olmalarına imkân yoktur. Aynı şekilde tüm varlıkların vücutlarının vahdetinin, birleşmesinin, birliğinin, o Mutlak Varlığı vermesi de imkânsızdır.
Bazı ayetlerin meallerinde ise “şeyi şeyin kendisi olarak kuşatmıştır” dememizin nedeni, ayetlerde “bikülli şeyin muhit” tabirinin geçmesidir. Hu(O), Külli şey’in
(tüm şeyleri) muhit (her yönüyle kuşatma) halindedir. Burada bi- ön eki, şeye katılmış olarak, o şey olarak manasını verir. Tıpkı bilfiil ya da bizatihi dediğimizde, faaliyette olarak, kendim olarak, şahsen, o işin içinde olarak, demek istememiz gibi… Aynı şey, Besmeledeki bi başlangıç eki için de geçerlidir. İşte bu bi- eki, Allah’ın şeyin kendisi olarak şeyi oluşturduğu anlamını verir. Ve çoğu sapmalar, Mutlak mantığın sadece bu yönüne dayanmaktan kaynaklanır.
Oysa bu durum, Allah’ın alemlerden gani olmasıyla birlikte düşünüldüğünde, Allah’ın şeyi her yönden yani içten ve dıştan kuşattığı (mekanda lamekan olarak) anlamını verir. Yorumcular ve bazı ayetler, insanların şeyin Allah ya da Allah’ın unsuru olduğu gibi yanlış zanlara kapılmamaları ve çok daha derin bir gerçeği, âlemlerin sadece birer ilmi suretler oluşu gerçeğini vurgularlar. Şeyleri Allah’ın Zatı’nın değil ilminin kuşattığını işaret ederler. Bazı ayetler ise, aslında bu tür yanlış zanlara kapılmayacak derecede idrak seviyesi olgunlaşmış bilinçlere hitaben, Allah için, direk bikülli şeyin muhit der. Ancak bu deyiş, İslami felsefeyi bir bütün olarak idrak edememişler için açıkladığımız yanlış anlamaları doğurur.
Yukarıda örneğini gördüğümüz gibi, Ayetler ve hadisler; bazen sadece belirli bilinç düzeylerine direk hitap eder tarzdadır. Bir bütün olarak İslami tefekkür kavranamamışsa, bu farklı bilinç düzeylerine edilen hitaplar, Mutlak doğru imiş gibi alınarak, çelişik kabuller yapılır. Çoğu sapkın düşünce (Mutlak felsefeden sapmış anlamına) bu,( deyim yerindeyse,) kısmi ayet ve hadislere dayanma yanlışından var edilmiştir. Bu tür ayet ve hadisler bir yanlış görüş ileri sürmez. Ancak mutlak doğrunun sadece bir yönüne dikkat çekerler. İşte hata, Mutlağın bakış ya da idrak açısına göre sunulan bir yönünü, doğrunun tamamı olarak anlamaktan ileri gelir (Mevlana’nın meşhur Fil hikâyesini hatırlayınız).
Allah’ın her şeyi bilmesi; O'nun ilminden hiçbir şeyin gizlenememesi, Allah’ın bu her şeyi olduğu gibi, yaptıklarımızı da kuşatıcı olmasındandır. Bu nedenle Allah her an bizimle beraberdir. Yaptıklarımız insanlardan gizlenir de Allah'tan gizlenemez. Yine bu şeyin kendisi olarak şeyi kuşatıyor olmaktan dolayıdır ki, göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır.