Bir Şiir Tahlili -med-cezir Iı- Şiiri Mevlüt Kara
MED- CEZİR II
Yalnız bir adamın gözyaşıydı yazılmış dizeler.
Karanlıkta kayan bir yıldız misali, kimsesiz,
Henüz yazamadığı belki; en hüzünlü şiirler,
Bu gece yazılacak, sevgiliden habersiz…
Duyulursa kalemimin ağladığı her gece,
Sevgiliden bir seda duyulur mu dersin?
Nakkaş gibi işlesem bu sevdayı hece hece.
Gece vakti rüyama girer mi dersin?
Ne zaman kendimden söz açmaya kalkışsam,
Sevgili, mürekkep olup akar kalemimin ucundan.
Med-cezir misali sevgili, işte böyle her akşam,
Bir senden dem vururum, bir de acı yalnızlıktan…
Akıp giden yılların kırmadan kalemini,
Kapanmaz gönül kapım bu aşkın rüzgârına.
Bu hüzzam şarkının getirmeden sonunu,
Durulmaz azgın sular, dinmesin bu fırtına…
Her gece yalnızlıkta açan “sevgili gülü”,
Sevgilinin nur yüzüdür zifirinde gecenin.
Bir dahaki açışında, bulunursa bir ölü,
Vuslatıdır sevgiliyle yalnız kalmış şairin…
Mevlüt KARA / 11.08.2009
“MED-CEZİR II” ŞİİRİNİN TAHLİLİ:
Seni sevmek, mor denizlerdi biraz.
Ne kadar gidilse, bir o kadar bitmeyen,
Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen,
Seni sevmek, mevsimler içinde en güzel yaz…
Kim bulacak, cam kırığı gözlerinde sevgimi?
Sonra yalnız kalmak gibi, yoksulca uğuldayan,
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan,
Sana verdim, geç diye bütün denizlerimi… (Afşar Timuçin – Denizin Beklediği)
Gözyaşları denizinde yorulmuşken, kulaçlarım ardından yokluğumu hissediyorum. Kramplara eş bir sızı yokluyorken bedenimi, sımsıkı tutunuyorum aşkımızın gücüne. Kollarım son bir hamle daha diyor, aşkımın hayalini görmeye çalıştığı sahillere doğru bakarak ilerlerken. Ey sevgili, benden beni geçiren gözleri sürmeli yar. Dalgalı sevdalar peşinden koşturdun beni yârim. Dalıyorum, dalgaların her bir çırpınışındaki seslerin hırçınlığı hatırlatıyor bana aşkımızın gelgitlerini. Bekliyorum havanın serinliği dolarken koynuma sensizliğin sabahlarında. Martıların sesleri avutuyor ve beni alıp götürüyor duygularımı sahillere doğru. Anlıyorum ki sevdamın adı çok uzaklarda değil ama. Amalarla yetiniyorum.
Acılar, yokluklar, kimsesizlikler denizinde boğuldum kaldım. Deniz fenerleri arar oldu gönlüm, sahili selametler peşinde kulaçlar atarken. Gözyaşlarıma mendil kullanmıyorum artık yüreğime doğru akıtıyorum sayende. Yüreğimdeki deryalarda şimdilerde fırtınalar kopuyor. Dalgalar peşinde ufuğun beyazlığına hasret yüreğim. Bekledim seni, bir limanın gemiyi beklemesi gibi. Tayfalar misali duygularım depreşerek an be an hazırlıklar ardında bekledim seni.
Şimdi gelirsin diye takvim yapraklarını yırtarak seni bekledim ey yar. Her sayfada aşkımıza ait hülyalara ve sevdalara ait bilgileri tekrarladım durdum. Bir kuş yavrusunun annesinin gagasının açılmasını beklemesi gibi bir an misali kanat çırpmalarının sesine hasret bekledim. Çalan her telefon akabinde kaldırılan ahizenin yankılanan sesindeki tekrarlarda sesine hasret bekledim. Elimde aşkımızın kelimelerini heceledim durdum. Şiirlerin yoğunluğunda seni aradım. Şarkıların inleyişlerinde hüzünlenerek adını kalbimde sayıklayıp an be an bekledim.
Mazimin en dalgalı yerinde saklı adın. Saklıyorum, hüzünleniyorum hatıra gelen duygular yumağında. Mecbur musun sanki hep böyle en uzak ellerin diyarlarına gitmeye? Dayanamadım ama bekledim; çünkü yeni bir ayrılığa gücüm yok. Seni günün en uç köşesindeki dakikalara kadar bekledim. Gelmeyeceğini bile bile bekledim. Bu, sabırsız gecelerin akabindeki gündüzleri bekleme misali. Soğuk, boş ve loş bir koridorda tek başıma bankın üzerinde otururken ellerim cebimde. Üşüyorum ama yüreğim adınla sıcak. Vaktinde gelmeyen trenin son vagonundaki kapı ardında basamaktan inen alacakaranlık bir yüzü bekleme ve görme heyecanı kaplıyor bedenimi. Geleceğin anın hayaliyle avunuyorum. Titriyorum, ama yüreğimin içindeki son ışıltısını da yitirmek üzere yanmaya çalışan ışığın titrekliği altında yüzü seçmeye çalışıyorum. Ayaklarım olduğu yere gözlerimle saplanıp kalıyor. Ellerim ve yüreğim bomboş haliyle önümdeki bir kutuya tekme atıyorum olanca hızıyla. Bilemiyorum ne suçu vardı kutunun. Belki de son yolcunun inmesini bekleyen hangi sevdalının attığı yaralı bir kutuydu acaba. Sen gelmez oldun. Belki kendin gelmedin amma mektubun gelir dedim bekledim. Seni anlatacak satırları görme umuduyla kapımı çalacak postacıyı arar oldu yüreğim. Bekledim tıpkı senin dediğin gibi günlerce aylarca hatta yıllarca bekledim. Ne bir ses ne bir haber vardı senden. Bunu bile bile bekledim sana kavuşacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum.
Bir umut kuşusun yüreğimde şimdi kanatlarıyla yeni yeni pervaz eden. Bunca acıdan, kırgınlıktan, yaradan, ayrılıktan ve beklemelerin akabinden sonra... Kelimelerim kifayetsiz kalıyor satırlar ardındaki gözyaşlarımı anlatmaya. Güneşin her şeyi nemalandırması anı gibi, sen de benim yüreğimin en ücra köşesinde ışı. Yalnızlıktan korkup bir limana sığınmaya çalışmak değil benimkisi. Sıcak bir karşılığın bulduğu aşk istiyorum. Gönül penceresi açıkken ayaz gecelerde beraber kalıp, sevgimizle ısıtalım en güzel gerçekleri. Bir umut; umutsun sen şimdi hülyalarımın ardında. Yoruldum biliyor musun? Yapmacık sevdalardan, sevildiğini görmeyip kör olan insanlardan... Sevgiye, umuda, aşka, dostluğa tutunmayan soylu dilencilere, asil sevebilen yürekleri kırgın bırakıp acımasızca giden insanlardan, yoruldum.
Ne kendimi bilirim şu saatten sonra; ne de yaşamımda sensiz alınacak nefeslerimi. Acımdan, sancımdan, gayrımdan ayrı, tek gerçeğim olmuştun. Canım çok yanıyor sevdiğim. Hıçkırıklarımı duyuyor musun? Çok ezdin, çok yordun, çok hırpaladın beni. Hani ateş olup yaksan bu kadar acımazdı canım. Yüreğimdeki ayrılık ateşi tüm bedenimi sarmış vaziyette tüm benliğimi yakıp kavurmakta. Ne yapacağımı, ne yöne gideceğimi kestiremeden dolanıp duruyorum. Yandığımla kalır, kavrulduğumla biterdim, bir kerede bir kerelik sancıyı çekerdim. Lakin bu çok daha ağır bir ceza. Her gün yokluğunla vuruyorsun beni, ölü bir sevda da ölü bir kimliğe büründürüyorsun beni. Ben seni isteyip bu yürekte canımı bağışlamış, esirin etmişken… Yüreğimdeki gönül evimin camlarını tuz buz ettin ve beni de harap ettin. Böylesine benliğimle nasıl ilerleyeyim aşk yolunda? Tam bu acılara, sancılara alıştım derken, bir de yokluğun ve vefasızlığın battı yüreğime. Tekrar tekrar kanattın yüreğimi. Pansuman yapacak bir can dostu arıyorken sen yokluklardasın. Ne derin bir anlam bu, gerçekten bilene.
Canım acıyor. Hiç aklımda yokken, tüm zihnimi zorlarken sadece sensiz anıları düşünmeye çalışıyorum masanın loş aşığı altında. Sen dolu anların hatıralarına gömülmek ve medet ummak özlemime çare olsun diye dalgın bakışlarımda gördüklerimden. Yüreğimdeki her bir çıkışta yokluğunu görünce yüzüm kapanan kapılar gördüm karşılıksız aşkımın esiri olarak. Ve sen artik hep benim geçmişte kalan kanayan yaramsın. Sensiz her yer kapkaranlık, her yer cehennem azaplarına denklikte. Yar aşkıyla dermansız illetlere tutuldum da farkında değilsin.
Dalgaların ayakuçlarıma getirdiği sulara değen parmak uçlarımda hissediyorum bedenimin sıcaklığını. Ayrılık yanında, aşkların ardında aşk için ölmeli derken dalıyorum yine özlem ülkesinin maviliklerinde. Duygularımın yelkenlerini açıyorum. Yorulduğuma inat ederken, hüzünbaz gecelerin koynunda yağan yağmurlar ardında saklanıyorum. İnen her bir damla bedenimden kopan duygumun tercümanı olarak elveda ederek ayrılıyor. Gözyaşlarım saklanıyor ama geceden saklanamıyor ve gecenin konuna doğru ayrılıyor kirpiklerimin ellerinden koparcasına. Biz bu halde iken kelimelerde bu ayrılığa şahit olma mesabesindeyken onlarda eşlik ediyor bu hüzünlü seyre. Ve dalıyoruz hep birlikte ağlamaklı halimizin akabindeki şiirin satırları arasına. Bakalım bu satırlar bize gulyabaniler yerinde mi yoksa yorgun şaire yardım elini uzatan kimsesizler kimsesi yerinde mi olacak. Halimiz perişan biçareleri oynarken senaryolar hazırlayıp şiirimizi inceleme yerinde filme aktarma gayretine girişiyoruz. Oyuncular yerli yerinde seçilmiş, şiirimizin şairi, kelimeler, duygular ve ben. Bu senaryoda yönetmen yerinde başla derken başroldeki oyuncumuz Mevlüt Kara Beyin kaleme aldığı “ Med-Cezir II ” şiirini tahlil etmeye çalışalım.
“Med-Cezir II” şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların çıktığına şahit olmaktayız:
Şairimiz şiirinde duygularına gelgitler yaşatan kelimeleri kağıda yatırarak ifade etmeye çalışmış. Her bir şairin konulara, duygulara, olaylara ve durumlara bakış açısı farklılıklar arzettiğinden, aynı kelime ve cümleler bile bazen farklı bir biçimde tezahür edebilir. Şiirimizin başlığı yine duyguların baş tercümanı yerinde. Kelimeler adeta dalgaların üzerinde yüzüyormuşçasına sallantılara mağruz kalmış biçimde. Sözcükler, şiirin başlığındaki “med-cezir” ler eşliğinde el ele vererek şairimize yelkenlerin başında ‘fora’ dedirtmiş adeta. Şairin kelimeleri, öncelikle satırlarda yan yana gelirken gelgitlerin yaşandığı denizlerin sahillerini hatırlatmaktadır.
Peki, başlıktan hareketle bu “med-cezir (gelgit)” olayı nedir? Neden şairimiz bu ifadeyi duygularının tercümanı yerinde kullanma gereği hissetmektedir? Bunların cevabını ilerleyen satırlarda yanıtlamaya çalışacağımız ana kadar öncelikle med-cezir olayının kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır zannediyorum. Med-cezir olayı, aslında bir doğa olayıdır. Güneş’in çekim gücüne bağlı olarak okyanuslardaki su seviyesinde meydana gelen yükselme ve alçalmalara gel-git ya da med-cezir denir. Ay, Güneş’e göre Dünya’ya daha yakın olduğu için Ay’ın çekim gücü daha fazladır. İşte ayın bu çekim özelliğine bağlı olarak, suyun yükselmesine med veya gel, alçalmasına ise cezir veya git denilmektedir. Med-cezir olayı, her gün iki defa kabarma, iki defa çekilme şeklinde olur. Gel-git her gün, bir önceki güne göre 50 dakika gecikir. Bu gecikme gel-gitin oluşunu düzenleyen Ay günü (24 saat 50 dakika) ile Güneş günü (24 saat) arasındaki farktan ileri gelir. Gel-git nedeniyle, deniz seviyesinde görülen alçalma ve yükselme arasındaki seviye farkına gel-git genliği denir. Okyanuslarda ve denizlerde bu çok farklıdır. Okyanus ortasında, 60-80 cm, kenar denizlerde 8-10 m hatta 20 m, iç denizlerde ise 20-30 cm kadardır. Kuvvetli med-cezirin görüldüğü kıyılarda dalga ve akıntılar akarsuların getirdiği maddeleri açıklara doğru taşırlar, nehirlerin ağızları bu şekilde tortullardan temizlenir. Bu yüzden, bu kıyılardaki akarsu ağızları haliç şeklini alır. Bazı haliçler büyük gemilerin sokulmasına elverecek kadar derindir. Dünya’nın bir çok önemli limanı (Hamburg, Londra vb.) bu gibi haliçlerin sonunda, kıyıdan 100 kilometre daha içeride kurulmuştur.
Bu bilgilerin akabinde şairimiz Mevlüt Kara’nın satırlarını okurken aklımıza, aynı duygu yoğunluklarını çağrıştırdığından olsa gerek Ömer Bedrettin Uşaklı’ nın ‘Deniz Sarhoşları’ şiiri gelmektedir.
Köpükten omuzları birbirine dayanmış,
Yüksek, mağrur başları akşam rengiyle yanmış,
Sahile koşuyorlar bak deniz sarhoşları!..
Bazen yırtık yelkenli bir sandala çarparak,
Bazen ufkun kıpkızıl şarabına taparak,
Gitgide coşuyorlar bak deniz sarhoşları!..
Rüzgarların ıslığı en yakın yoldaşları..
Yıllarca dövülerek içi yenmiş taşları,
Bir anda parçalayıp doyacak bu sarhoşlar!..
Çılgın gönüllerinde aşkın en büyük kini;
Yosunlu kayaların o yeşil gözlerini,
Deli aşıklar gibi oyacak bu sarhoşlar!..
Aynı duygu yoğunluğuna sahip satırları oluşturan kelime grupları. Şairin en güzel tarafı, maziye ait hatıraların günümüzcesini dillendirmesinde olsa gerek. Şair, duyguları dile getirirken aynı hislerden hareketle dik kıyılardaki kayalara çarpan dalgalar misali duyguları gelgitler yapmış yürekte. Bu bazen bir kor ateş gibi tüm benliği sardığı andan itibarendir ki şiirin büyülü dünyasına doğru kanat çırparak süzülür. Süzülür ve kendine kuytu bir sayfa bulduğu anda geçer oturur. Ey şairim, gözümün nuru efendim.
Şiirimizin biçim özellikleri açısından hece vezniyle yazıldığı görülmektedir. Hece vezninin 7 + 7 kalıbı esas alınarak 14’lü hece ölçüsüyle yazılmıştır. Duyguları oluşturan kelimeler belirli bir sıra oluşturularak şiirde kendisine bir yer bulmuştur. Şiirde ahengi sağlayan ses ögelerinden uyak kullanımı dikkat çekmektedir. Uyak çeşidi olarak genelde üç ve daha fazla ses benzerliğinin esas olduğu zengin uyak kullanımı tercih edilmiştir. Bu uyak çeşidi kullanımı şiirin kıtalarında farklılıklar gösterse de ağırlıkta olarak zengin uyak kullanımını görmekteyiz. Bunun yanında bir kıtada redif kullanıldığı görülmektedir. Bu kafiye çeşidinin yanı sıra uyaklarda belirli bir düzen gözetildiği temaşa edilmekte. Uyak örgüsü (düzen) olarak da halk edebiyatı şiirinde ozanlarımızın kullandığı örgü olan çapraz uyak örgüsü tercih edilmiştir.
…………….......... dizeler a
…………….......... kimsesiz b
…………….......... şiirler a
…………….......... habersiz b
Şiirde benzetme ögelerinden de faydalanıldığı görülmektedir. Şairimiz şiirini daha somut hale getirmek düşüncesiyle benzetme ögelerinden faydalanmıştır. Benzetme gayesiyle kullanılan göstergeler şunlardır: “ dizeler gözyaşına, kalemin ağlaması, sevdayı nakkaş gibi işlemek, sevgilinin mürekkep olup akması, sevgilinin med-cezir olması, acı yalnızlıktan dem vurmak, akıp giden yıllar, gönül kapısı, aşk rüzgârı, sevgili gülü ”. Bu kullanımı divan edebiyatımızda “teşbih” söz sanatı olarak görmekteyiz. Burada esas olan benzetilen ve benzeyen ögelerin yer alması unsurudur. Şairimiz bu seçim uyumunu mükemmel şekilde günümüz şiirinde uygulamıştır.
Şiirde sözcük grupları olarak tamlamaların kullanıldığı görülmektedir. Ad ve sıfat tamlamaları olarak anılan bu sözcük grupları şiirde karşımıza şu kelimelerle çıkmaktadır. Ad tamlama grupları olarak; “ yalnız bir adamın gözyaşı, yıldız misali, (benim) kalemim, kalemimin ucu, med-cezir misali, yılların kalemi, aşkın rüzgârı, gönül kapım, şarkının sonu, sevgili gülü, sevgilinin nur yüzü, gece vakti, gecenin zifiri, şairin vuslatı ” sözcük gruplarının olduğu görmekteyiz. Şiirde büyük bir yer tutan sıfat tamlamaları ise; “ yalnız bir adam, kayan bir yıldız, en hüzünlü şiirler, bu sevda, med-cezir misali sevgili, acı yalnızlık, hüzzam şarkı, azgın sular, bu fırtına, nur yüzü ” grupları kullanılmıştır. Bu kadar sık kullanılan sıfat tamlamaları, şiir daha da görselleyerek okuyucunun kelimelerde kendisini bulmasını sağlamaktadır. Kelimelerin çağrışım değerlerinin gücü, en üt seviyede canlı tutulmuştur.
Şairimizde, göstergelerin anlam özelliklerini göz önünde tutarak bir bütün oluşturma gayreti sezilmektedir. Şiirin genelinde kullanılan göstergelerin içerik ve biçim özellikleriyle, şairin vermek istediği duygu yoğunluğunu oluşturan kelimeler arasında bir uyumun varlığı sezilmektedir. Mesela, şairimizin duygularını ifade için seçtiği “Duyulursa kalemimin ağladığı her gece / Akıp giden yılların kırmadan kalemini ” dizeleri ile ifade etmeye çalıştığı mana arasında bir bütünlüğün olduğu görülmektedir. Özetlemek gerekirse, göstergelerin manaları ile biçim özellikleri uyumu, ahengi gözetilerek bir şiir oluşturma gayreti görülmektedir. Şairimiz bunu çok etkili bir biçimde başarıyla kullanmasını bilmiştir.
Göstergelerin, göndergesel anlamları sıfatların özellikleri yanında biraz sönük kalmıştır. Göstergeler, çağrışımsal değerleriyle daha çok ağırlıkta kullanılmıştır. İlk bakışta göndergesel anlamlı göstergeler şunlardır: “ adam, dizeler, gözyaşı, karanlık, yıldız, gece, şiir, kalem, sade, nakkaş, hece, rüya, rüya, mürekkep, akşam, yıllar, rüzgâr, kapı, hüzzam, şarkı, su, fırtına, gül, nur, yüz, ölü, vuslat, şair ”. Bu göstergeler, diğer sözcük gruplarıyla birlikte kullanıldığında farklılaşarak yan anlamlı sözcükler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şairin şiirdeki amacı, okuyucunun özelliklerini de göz önünde tutarak, kendine özgü
oluşmuş olan üslup doğrultusunda dili eğip bükerek farklı kullanımları kazandırmaktır. Şiirin başka dile çevrilememesinde yatan özellik, şairin göstergeleri kullanırken ki farklı biçim ve içerik özelliklerini kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında göstergelerin göndergesel anlamlarına baktığımızda şiirde genel anlamıyla şairin ruh halini tahlil etmemize yarayan göstergelerin kullanıldığı görülmektedir. Şairimizin hüzünlü ve gözyaşlarının hâkim olduğu bir ruh halinde iken kullanılan göstergelerin seçimine baktığımızda ise yine özenli bir tertip görülmektedir. Şairimizin şiirindeki göstergelere hâkim olduğu sezilmektedir. “Yalnızlık, gözyaşı, karanlık, akşam, gece, hüzün, acı yalnızlık, fırtına, vuslat ” gibi göstergeler ruh dünyasına eş değerdedir.
Şiirimizde devrik yapılı cümlelerin de kullanılması şiirin gücünden kaynaklanmaktadır. Bu kullanım bazen şiirdeki göstergelerde sapmalara yol açmaktadır. Şair, şiirde yeni gösterge kullanımları deneyerek yeni bir biçim şekli geliştirmektedir. Bu onun özgünlüğünü, üslubunun farklılığını gösterir. Şiirde devrik cümle kullanımı hemen hemen her dizede vardır. En etkili olan bir iki tanesine değinmekte fayda vardır: “Nakkaş gibi işlesem bu sevdayı hece hece. / Sevgili, mürekkep olup akar kalemimin ucundan. / Kapanmaz gönül kapım bu aşkın rüzgârına. ” Şiirde etkiyi kuvvetlendirmek maksadıyla tercih edilen bir cümle kullanımı olduğundan şaire özgü bir durumdur. Şiirin farklılığını ortaya çıkarak bir tavırdır.
Şiirde kelimelerde ses yinelenmeleri yapılarak uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Kafiye düzeni sağlanırken bu ses yinelenmelerini görmekteyiz. Şiirde aynı sessiz harflerin tekrarlanmasıyla oluşan ahenge “aliterasyon” dendiğini biliyoruz ki ahengi sağlamak adına şairlerin sıkça başvurduğu bir kullanımdır. Bu açıdan şiirde harf özellikleri açısından kulağa yumuşak gelen kelimelerin kullanımını görmekteyiz.
Şiirimiz 118 tane kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerin aliterasyon özellikleri açısından “ k (29), s (26), t (8), l (44), y (20), z (25), d (31), m (32), r (42)” sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra şiirde aynı sesli harflerin tekrarlanmasıyla oluşan ahenge de “asonans” denmektedir. Bu ses ahengini de şiirde ele aldığımızda “ a (76), e (64), i (61) ” sesli harf özellikleri kelimelerde kullanılmıştır.
Dil bilgisi özellikleri açısından ele aldığımızda birleşik yapılı sözcük olarak deyimleşmiş biçimde “nakkaş gibi işlemek, mürekkep olup akmak, dem vurmak, akıp gitmek, vb.” kullanıldığını görmekteyiz. Sözcüklerde tür olarak sıfat yapılı kullanım varken fiillerde ise kip özelliği olarak görülen geçmiş zaman ve geniş zaman kipleri kullanılmıştır. Şairin duygularını ifade eden kelimelerde ağırlıkta olduğundan birinci tekil şahıs eki kullanılmıştır. İki yüklemde de ekeylem kullanımı görülmektedir: “gözyaşıydı, vuslatıdır ”.
“Med-Cezir II” adlı şiirimizin ele almaya çalıştığımız bu biçim özelliklerinin yanında, içerik özellikleri açısından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şu özelliklerini görmekteyiz:
Yalnız bir adamın gözyaşıydı yazılmış dizeler.
Karanlıkta kayan bir yıldız misali, kimsesiz,
Henüz yazamadığı belki; en hüzünlü şiirler,
Bu gece yazılacak, sevgiliden habersiz…
Başlamak.
Her şeyin en zor başlangıcı, dillerdeki kelimelerin bir türlü çıkmak bilmediği anlar. Emeklemeye yeni başlamış bir bebeğin ilk heyecanı gibi yeni bir şeyler öğrenme, keşfetme arzusuyla yalpalayarak da olsa yürümek heyecanı yerinde. Şairimizde de bu heyecanı şiirin ilk mısrasıyla temaşa etmekte çok geç kalmış sayılmayız. Yazmakla yazmamak arasında geçen saniyelerin bilmem kaç defa aynı noktaya doğru gelip gitmesi gibi bir şey bu. Mevlüt Bey, şiirinde duygularına eş olan bu satırlardaki kelimelerin gelgitlerini şiirinin tacı mesabesinde başına yerleştirmiş. İsabetli bir seçim olmuş. Çünkü başlık, şiiri okumadan önce anlamını keşfe çıkmak isteyenlere bir şeyler fısıldar niteliktedir.
Gecenin koyu karanlığının koynunda soğukluğuna denk loş bir odada masa başında elinde kalemin efsunlu tutuşuyla birlikte kâğıda bakıp da yazılacak satırları bekleme anı. Bir ressamın tuvale atacağı fırça darbelerinin renk tonunu belirleme heyecanı. Yalnız bir şairin şirinin iması yapılmakta satırlarda. Şair yüreğindeki yalnızlığa eş olarak kayan yıldızları seçmiş. Duyguların tercümanı olarak dile getirilen ve satırlara aksettirilen mısralar birer gözyaşı yerinde damla damla birikerek masa başındaki kâğıda damlamaktadır. Sevgiliden ayrı kalmanın verdiği ıstıraplar ve masa başında sevgilinin adı üzerine söylenecek şiirin kelimelerini bekleme.
Ey sevgilim, adına mersiyeler dizdiğim yarim. Mazimin en dalgalı denzilerinde boğuşuyorum. Varlığını bir deniz feneri misali ararken karanlık ve şiddetli fırtınalar beni senden uzaklaştırma adına sana benziyorlar. Çok buruklaştı her şey, yüreğimdeki yaşlar sonunda gözlerime de bulaştı. Gözlerimden damlayan yaşların hesabını satırlara sayıyor benliğim. Dünümün en uçsuz bucaksız sarsıntılı yerindesin, isterdim ki ömür hikâyemi ezberlediğim için, seni de içine alıp içimde sakladığım için beni anlayasın. Fakat bu düşüncemin akabinde bir, heyhat ki ne heyhat, sözü dillerden sayfalardaki yerine doğru kanat çırpıyor.
Oysaki sen anlayamadın benim sevdamın kıymetini. Mazimin en tozlu yerindesin şimdi, bir kitap gibi. Sevdamın okunacağı ve tozlu raflardan indirilip masa başına konulacağı o sıcak ellerin hayalin çekiyorum. Yıllardır hiç okunmamış kitap sayfaları gibi yapayalnız tek başınayım. Yıldızlarda kayarmış, sevgilim bu kadar hüzne gebe kalan yıldızlar. Bana, kendimi anlatmak için fırsat tanımadın, ama ben sana kendimi anlatmak uğruna mazimin en tatlı hatıralarını tozlu raflardan indirdim. Bu gece bu sevdayı diller dökeceğim.
Satırlarda karşılıksız kalan bir sevdanın hüznü kokmakta. Şair bu kokuyu etrafa sevgilinin vefasızlığına inat, kara hummalara tutulmuş aşık için yayma kararlılığında. Kelimeler, daha ilk satırlardan itibaren hüznü, mutsuzluğu, yalnızlığı, boş kalan çerçevedeki fotoğrafları hatırlatmaktadır. Şairimizin ruh dünyasının o an ki yansıması, şiirde kendini göstermiş adeta.
Duyulursa kalemimin ağladığı her gece,
Sevgiliden bir seda duyulur mu dersin?
Nakkaş gibi işlesem bu sevdayı hece hece.
Gece vakti rüyama girer mi dersin?
Ağlayan yüreğin yansımaları. Aşk için dökülen gözyaşları. Edebiyatımızda nice eksik kalan aşklar için ağlayan gözler hiç eksik olmamıştır. Şair, aşkının adı için yazacağı şiirleri yazmak için gece vakitlerini tercih etmektedir. Sevgilisi için yazdığı her bir kelimenin duyurmak maksadıyla yazdığını bildirmektedir. Vefasızlığın boyutunu anlatan şairimiz, duygularının tercümanı yerinde kelimelere sarılmaktadır.
Kâğıda dökülen kelimeler öyle alelade yazılmamakta ve bir nakkaşın titizliğini dile getirmektedir. Nakkaş, işini öyle titizlikle yapmalıdır ki vurulacak yanlış bir kabartma bütün emeği zayi edebilmektedir. İşte şairimiz de sevgilisinin vefasızlığına inat ederek kaleme aldığı satırlarındaki aşk sözcüklerini öylesine ince eleyip sık dokumaktadır ki bu feryadını dile getirmektedir. Kendisini aşkının uğruna öylesine feda etmiştir ki rüyalarına girmesini istemektedir.
Hani anlatılır ya hisse çıkaracağımız kıssada.
Uğruna deli divane olduğu sevgilisinin mah cemalini rüyasında görebilmek arzusuyla yanıp tutuşan kara sevdalı âşık, bir büyüğe danışarak bu derdine bir çare bulmasını ister. Büyük zat ise ona bu sevdanın ateşinin bedenini ne kadar sardığını sorduğunda ise bizim bağrı yanık âşık, her şeyde onu görürken rüyalarıma da misafir olsun istiyorum cevabını verir. Onu sınamak gayesiyle ve aşkının derecesini ölçmek için akşam yatmadan önce bir bardak tuzlu su içmesini tavsiye eder. Bizim gözü kara sevdalı ilkin anlayamaz bu esrar perdesinin arkasındaki hikmeti fakat elden ne gelir deyip bir umutla yatmadan önce bir bardak tuzlu su içer. Ve rüyasına konuk eyleyeceği misafiri beklemeye koyulur göz kapaklarının kısıldığı anların ıssızlığında.
Fakat rüyalar âleminin denizinde dalgalı ve fırtınalı bir geminin bir tayfası olarak görür kendisini. Anlayamaz neden böyle bir denizde olduğunu. Kan ter içinde kalarak gemi en sonunda azgın sularla boğuşarak selamet limanlarının fenerine doğru yol alarak ulaşır. Bizim âşık gecenin koyu karanlıklarının koynundaki dakikalarda ter içinde sırılsıklam olmuşken uyanır. Aşkının derecesine verir terlerin hikmetini. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber kendisini büyük zatın yanında bulur ama kaşları çatıktır. Akşamın karanlığındaki azgın suların dağdağasını olduğu aktarır büyüğe. Yüzlerde bir tebessüm ve ardından hikmeti anlatılır.
Sen akşam tuzlu su içtiğinden olsa rüyanda sularla boğuştun. Tuzun şiddetine gör suların azameti artmış. Fakat sen sevdana öyle bir bağlan ki rüyalarında sen istemesen de misafir olacaktır yârin. Kara sevdalara tutulmuş bizim âşık boynu bükük olarak önceki gece içtiği bir bardak tuzlu suyun hikmetini anlar ve tuzun miktarının aşkının şiddetini gösterdiğini anlar.
Aşkıyla deli divane olmuş sözü söylense söylense Bağdat’ın ıssız sokaklarında dolaşan Ben-i Amir kabilesinin yüreği sevdalı aşığı Kays için söylenmelidir. Onun aşkının şiddeti Necid çöllerini aşkın derecede olduğu halde pek bilinmedi. Çölün harareti bile bu aşkın harareti yanında sönük kaldı. Üzüntüsünden başını alıp çöllere düşerken adının Kays’tan Mecnun’a çıkacağını bilerek gidiyordu ardına bakmadan.Giderken diline pelesenk ettiği şu mısraları Mecnun yerine Fuzuli dillendiriyordu:
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su.
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil.
Bana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı?
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır.
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı?
Şairimizde de aynı duygu yoğunluğunu yakalayan karelerin varlığına şahit oluyoruz. Necid çöllerinin ıssızlığında benliğini kaybeden Mecnun’un aşkına denk bir sevda peşinde koşturan şairimiz ise, kendisini ıssız gecelerin karanlık koynuna bırakıyor. Sevgilinin vefasızlığına inat sırdaş olarak seçtiği kâğıda yüreğinin dili mesabesindeki kalem vasıtasıyla nakkaş titizliğiyle yüreğini döküyor. Sevgilisinin umursamaz tavrı gecelerin karanlığını arttırır derecede. Şairde, yıllar geçse de sevgili karşısında duyulan hislerin yoğunluğu aynı seviyede. Günümüzün Fuzuli’si yerinde kalemine sarılmış.
Ne zaman kendimden söz açmaya kalkışsam,
Sevgili, mürekkep olup akar kalemimin ucundan.
Med-cezir misali sevgili, işte böyle her akşam,
Bir senden dem vururum, bir de acı yalnızlıktan…
Sen benim gözlerimde can bulmaya hazır bir yüreğin efendisi olarak tahtına otururken, ben tek bir sözüne gelip, ömür boyu yanında kalacağına dair inancını hiç yitirmeyen bir sevgi bendesi. Sesimi sesine, gözlerimi gözlerine, en önemlisi de yüreğimi yüreğine çivilesem güzel bir tablo oluşurdu aşkımızdan duvarlara, boydan boya tüm sevda kokan âşıklara hediye olurduk.
Mürekkep olurken sen hokkamda, ben aşkına bandıracağım divitime senin renginle boyarken aşkımızın şiirini yazacağım. Ben aşkınla her gece böyle yüreğimde gelgitler yaşarken sen hangi sevdaların denizlerinde yol almaktasın ey sevgilim? Senin geminin gönül kaptanı olma adına her şeye razı olduğumu bilmelisin. Senin gönül denizindeki gemilere deni feneri misali yol gösteren bir ışık kaynağı olmak istiyorum. Fakat artık sahillerde beklemekten ve martıların çığlıklarına karışan hislerimin sesinin azade olması adına haykırıyorum. Sadece bu haykırışlarımın sahipsiz olarak bana iade edilmesinden dem vurmak zorunda kalıyor yorgun bedenim. Başım öne eğikken ne de şanslı sayıyorum şu kanat çırpan sahibi martıları. Özgürce, fırtınalara inat haykırırlarken sevdalarını tüm enginliğiyle semaya; yalnızlığım bana yoldaş oluyor. Dalgaların kayalara çarparken ki çığlıklarını da kıskanıyorum ve bir tekme atıyorum son taşa. Onu da yolluyorum engin suların bağrına ve bir başıma kalıyorum kimsesiz. Necip Fazıl’ın duygularına denk bir inatla kimsesiz kaldırımlarda yürüyorum. Yürürken karabasan gibi heykelleşmiş evler üzerime doğru abanırken sarılıyorum kabanıma.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
İçimde damla damla bir korku birikiyor,
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor.
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Yüreğimin yalnızlığı yine bana kalıyor. Geleceğimin en soğuk yerindeyim şimdi. Bilmiyorum seni ne şekilde yüreğime oturtacağımı bilemiyorum. Sadece alıngan yüreğime, bu da geçer diyorum… Sana seslenmek yüreğindeki yangını söndürmeye yetseydi, hiç bıkmadan konuşurdum seninle.
Akıp giden yılların kırmadan kalemini,
Kapanmaz gönül kapım bu aşkın rüzgârına.
Bu hüzzam şarkının getirmeden sonunu,
Durulmaz azgın sular, dinmesin bu fırtına…
Bunca sene arkandan deli divane olup dururken elimde değil seni seviyorum, elimde değil unutamıyorum. Haykırmak istiyorum tüm varlığa benliğimle. Ne olur vefasız yârim arkana bakmadan geri dönsen. Ne kadar sana git diyemesem de beni bir başıma koydun bu yâd ellerde. Yüreğim artık dayanamıyor.
Şairin artık son demlerine ulaşmış olan duyguları haykırma hazırlığında bu sevdanın suçlusunu ‘yürek mahkûmları’ yerinde yargılamak istiyor. Şairimizin seçtiği ifade çok etkileyici. “Akıp giden yılların kırmadan kalemini ”. Kalemin kırılması olayı yargılama neticelendikten sonradır ki bu eğer idamlara sebebiyet verdiyse kalem kırılır. Şairimiz enginlerden engin yüreğinde yürek mahkûmunun cezasını vermiştir. Kıtanın ilk dizesiyle birlikte son bir defa haykırmaktadır.
Yana yakıla ağladım sana.
Yana yakıla dön diye bana.
Uğruna neler harcadım canım,
Dön diye bana.
Anlamadın yar, anlamadın yar.
Karar verilmek anındadır. Kapıların son bir defa, son bir umutla kapanmadığı vurgulanmaktadır. Bu şarkı bitmemeli diyen yüreğin feryatları devam etmektedir. Yukarıda haykıran bir bestekârın son umudu şarkısıydı. Onu da can simidi yerinde sevgilisine uzatmıştır. Madem yüreğim sana can yeleği olacak varsın o zaman fırtınalar devam etsin.
Her gece yalnızlıkta açan “sevgili gülü”,
Sevgilinin nur yüzüdür zifirinde gecenin.
Bir dahaki açışında, bulunursa bir ölü,
Vuslatıdır sevgiliyle yalnız kalmış şairin…
Her şeye rağmen yüreği aşkı için çarpan bir sevdanın son dileği dizeler şiirimizin son kıtasını oluşturmaktadır. Gündüz açan bülbüllere teşne olmuş güllerin kırmızılığına şahit olup nice gözyaşı yüklü çiçekler gördük; karın şiddeti bürudeti yanında başını inadına göstermekten çekinmeyen kardelenleri temaşa ettikte, gece açan çiçekler de vardır ey kari! Sevgilinin inadına gece karanlığında gece kelebeklerine aşkını saklayan çiçekler.
Sen bana çok uzaktın. Ama yine de ey sevgili, şu gönlüm seni çok sevdi bilesin. Sadece uzaktan bakmak bile gözlerinin içine, o masmavi gözlerin ki denizler kadar dalgalı ve hırçın, bir ömür yeterdi. Seni sevmek kolaysa unutmak da kolay olmalıydı. Bana uzak olmana rağmen geleceğin umuduyla hep bekledim seni. Issız limanlarda, karanlık sokaklar ortasında, yapayalnız gecelerin loşluğu altında oturup sevdamızı masa başında dipnot düştüğüm anlarda. Beklemek sabredince aslında çok kolaydı; ama seni beklemekten yorgun düştüm hayattan. Yine de sabrettim geleceğin ümidiyle.
Bana çok uzaksın, ama seni uzaktan görmek bile bana yetiyor. Belki de en iyisi bu; seni uzaktan görüp, uzaktan sevmek. Ey vefasız yârim şu bil ki şu satırları akabinde tüm satırların yerinde haykırıyorum: "Yüreğim seni çok sevdi".
Şairin bunca haykırışına ve yalnızlığın şahit olduktan sonra boynumuz önümüzde elimizde yırtık bir sayfada kalan birkaç satır aşk sözüne ilişince gözlerimiz şu satırları mırıldanır oluyor. Ama biz dalgaların inadına bu aşka bir merhem olamadığımız boyutuyla yolumuza ardımızdaki heybemizle devam etme kararlılığındayız. Sevdadan yana talihsiz olan şairimizin dudaklarından dökülen birkaç mısrayı dinlerken hüznümüzle baş başa kalıyoruz.
Nice sevdalılarla sevgililer,
Aşkı yollarda böyle beklediler!
Nice sevdalılar da var ki diler,
Akşam olsun bu kuytu yollarda!...
Bunca sitemkâr havanın akabinde biz de, gecenin karanlığından istifade, şairimizi yüreğiyle yapayalnız olarak biz de ‘vefasız yar’ gibi gözyaşlarının ardındaki masa başında bırakıyoruz. Yaraya merhem çalabilme gayesiyle seyr-ü sefer eylediğimiz bu seyahatten de ellerimiz bomboş dönüyorken, şu satırlarımızı ardımızda yırtık olan kâğıda kalemimizin silik ucuyla yazdıktan sonra masaya iliştirip başka şairlerin diyarına seyr-ü sefer eğliyoruz.
AŞK RİSALESİ
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın ve yıldızların çağlayarak
Berrak şelaleler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.
Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Her birinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.
Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Kerem’di, Yusuf’tu, Kays’tı
Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.
Ah sevgili! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış
Yüreklerimizde
Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde
Unutmadım
Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı
Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.
Haydi gel sevgilim
Uzanalım toprağın altına
Çiçekler mayalansın göğsümüzde
Bu akıp giden bu kör gidip yol giden
Kalabalıkları bu insanları
Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan
Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine
Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları
Uyarmak için bir an durdurmak için
Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük
İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız
Ama şimdi kendimizi zorlasak da
Anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları
Ah tekrar dönülebilir mi? Yaşayabilir miyiz?
Uzansak yerin altına ve toprak olsak.
Haydi gel sevgilim
Bir daha deneyelim
Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların
Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden
Vermek hep vermek için
Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz
Aşkın bir adı da berekettir
En iyi anlatandır o
Hıra’da bir mağarada
Gözden döküleni
Gönülden geçeni.
Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu
Çabalarım
Seni çağıracak olan.
Aşkın bir adı da yorulmamaktır.
( Erdem BAYAZIT )
ÖMER BATI
28.12.2009 - Gaziantep
(
Bir Şiir Tahlili -med-cezir Iı- Şiiri Mevlüt Kara başlıklı yazı
Ömer Batı tarafından
28.12.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.