IV. SON SÖZ

 

                        Son bölüm boyuca ileri sürdüğümüz düşüncelerden anlaşılacağı üzere, biz ne evrim teorisinin raslantıya dayalı açıklamalarına, ne de tasarım teorisinin bir uçak tasarlayıp yapan bir mühendisler ekibi gibi Allah’ın yaradılışı bir nevi gökten indirerek gerçekleştirdiği görüşlerine katılmıyoruz.

                       Zira tasarımcıların iddiası, Allah’ın alemlerden ayrı olarak, ötelerden, alemlerde bir tasarım yaptığıdır. Tıpkı mühendislerin, kendilerinden başka bir şeyler bütünlüğü olan maddeleri, bir plan ve programla uçak haline getirmeleri gibi. Bu görüşte Allah ve alemler ikiliği gizlidir. Bu görüş, mutlak gerçeğin bir yanını dikkate aldığından, eksik ve sonuçta insanı yanlış bir çıkarıma götüren bir görüştür.

                      Biz evrenin ve doğanın geçmişinde ve şu anında her an hüküm süren değişim, gelişim ve evrimin bilimsel ve felsefi gerçekliğine, bu gerçekliğin ortaya koyduğu, şeyi şeyin özünden ihata eden Allah’ın alemler açısından içkin olan vasfına, ancak bu içkinliğin de, aşkınlığının bir delili olduğuna, ve bunlardan dolayı Yaratıcı’nın şey ile birlikte bir ilim, irade ve kudret sergilediğine, ancak aslında şeylerden farklı da olarak, tam anlamıyla gerçek varlığın O, izafi varlığın da şeyler olduğuna inanıyoruz.

                    Öyleki Allah, alemlerle sınırlandırılamaz ama alemler de Allah’ın tecellilerinden bağımsız oluşlar olarak düşünülemez. Bu tam anlamıyla Kur’an ve hadislere, gelmiş geçmiş tüm dinlerin İslam olması nedeniyle, bu inanç sistemlerinin de bozulmamış özsel gerçekliğine uyan, İslami bir düşüncedir.

                   Evrim de bu düşüncede bir bilimsel gerçeklik olarak kabul edilebilir bir teoridir. İslami düşünceye göre, yanlış olan evrimi kabul etmek değil,  ateist evrimi kabul etmektir. Zira evrim, sadece canlılar için olan bir şey de değildir. Allah’ın şu anki bilgilerimize dayanarak 15 milyar yıl önce evreni yaratmasından itibaren, tüm canlı-cansız ayrımıyla sınırladığımız evrensel mekanizmalarda, tam anlamıyla her an bir evrim vardır. Evrenin evrimi, hiçlik noktasından başlayarak sürekli yeni formlarla oluşması, yıldızlar ve gezegenlerin oluşum ve değişimleri, tüm bunların özündeki maddenin halden hale geçişi, bilimsel bir gerçeklik olarak ortadadır. Evrenin ve maddi dönüşümlerin ardında yatan evrimin, neden bu evrene ait unsurlar olan canlılarda da olduğu anlaşıldığında, buna karşı çıkılır da aksi iddia edilemeyecek kadar belirgin bir şekilde ortada olan evrenin evrimine karşı çıkılmaz? Bu evrim ki Allah’ın yaratmasının nasıl sürekli ve dinamik bir yaratma olduğunu, tüm zamanlar içre, evrenin bir anının diğer bir anıyla aynı olmadığını ve olamayacağını ortaya koyan bir gerçekliktir.

 

                         Evrim gerçeğinden ve sünnetullahın işleyişinden hareketle de demeliyiz ki, insanlık, iki kişiden türemiş olamaz. Olsa olsa iki kişi olarak yani cinsiyet ifade etmeksizin kişi ve eşi olarak (iki cinsiyetli tür anlamına) simgelenmiş bir gruptan türemiştir. Kur’an’da Adem ve eşinden tekil olarak bahsedilmesi, onların bir grup adı olduğu gerçeğine ters değildir. Zira aynı tekillik, insanlığı insan olarak ifade eden ayetlerde de vardır. Örneğin “…, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık” ifadesinde de insandan tekil olarak bahsedilir; ama elbette buradaki insan deyişi, insanlık anlamında bir çoğulluk ifade eder. Aynı şey, Gerçekten biz insanı en güzel biçimde yarattık” ayeti için de geçerlidir. “İnsanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken uzun zamandan (dehr) bir süre (hin) gelip geçmedi mi?” ayeti de bunu gösterir. Hz. Muhammed de “Allah Ademi kendi suretinden yaratmıştır.” derken elbette bir kişiyi değil tüm insanlığı kasteder. “Bir zamanlar Rabbin meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife yapacağım (yeryüzüne bir halife atayacağım).” demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi halife yapacaksın?”ayeti de, Allah’ın bir kişiyi halife yapmak için yaratmadığı, tüm insanlığı halife yapmak için yarattığı gerçeğinden düşünülürse, gerek Allah’ın gerekse meleklerin tekil olarak bir kişiden bahsetmelerinin ardında bu bir kişinin tüm insanlığı simgeleyen bir tekillik olduğunu ortaya koyar.

 

                     Öyleyse “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi.” ayetini de tek bir kişiden bahsediyor olarak düşünmeyebiliriz. “Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.” ifadesi de, tüm insanlarda isimlerin bilgisi olduğuna göre, tek bir kişiyi kasteden bir ifade değildir. Sonra Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de (Rabbinden öğrendiği sözlerle) O'na yöneldi (tevbe etti). O da onun tövbesini kabul etti.” ayeti hükmünce, eğer Adem tek bir kişiyse, sadece o tek kişinin tevbesi kabul edildiğinden bağışlanın da o kişi olması gerekir. Oysa en azından biliyoruz ki, eşi de Adem’le birlikte bağışlanmıştır. Oysa bir kişinin tövbesi, başka bir kişiyi kurtaramaz. Demek ki buradaki tövbe eden, bir kişi değil bir gruptur.

 

                        Kur’an’da, daha genel ifadeyle tüm sembolik mistik metinlerde, tekillik ve çoğulluk kavramlarını çok dikkatli analiz etmek gerekir. Zira aslında bu yaşadığımız ikilik aleminin özünde teklik vardır ve ikilik zannı, o ikiliği yaşayanlarcadır. Bu nedenle o ikilikle sınırlı olmayan ya da o ikilik sınırlarından teklik boyutuna yaklaşmış olan bilinçler için tek, ikiliğe bürünmüş bilinçlerin gözündeki çoku temsil edebilir. O nedenle dikkat edelim, Allah ve meleklerin konuşmalarıyla sembolize edilen ayetlerde Adem ve eşine tekli hitap varken, aşağıda da yineleyeceğimiz bize hitap edilen ayetlerde çoklu hitap sözkonusudur. Bu tür hitaplara bir örnek de iblis kavramı hakkında verebiliriz.“Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etmişlerdi. İblis etmemişti (İblis müstesna).” ayetinde de, çoğul olan meleklerin karşısında tekil olan iblisi görüyoruz.  Oysa iblis ismi de, Adem ismi gibi, tek bir varlığı değil, aynı özelliklere sahip bir varlık grubunu temsil etmektedir. Ve onlar içinde simgesel olarak iblis adı altında bir tekil hitap sözkonusudur.

 

                  “Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım.”, “Onu kıvama erdirip (ona güzel ve düzgün bir biçim verip) içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin!”” ayetlerindeki tekil ifade ile “...Biz insanı çamurdan bir sülaleden (süzmeden) yarattık.”, “Sizi bir çamurdan yaratan...”, “Ve Onun ayetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır, sonra siz şimdi insansınız. (Yeryüzüne) yayılmaktasınız.”, “Allah sizi yerden bir nebat tarzıyla bitirdi.” ayetlerindeki çoğula hitap, aynı konuyu, yani insanlığın yaradılışını işledikleri dikkate alınırsa, Adem’in bir cins ismi olduğu gerçeğini bize yakalattırır. Yukarda bazı bölümlerde de özellikle Hamdi Yazır'’n Adem'’n bir cins ismi olduğuna dair görüşlerini yer yer vermiştik.

 

                   Demek ki insanlık ne gökten indirilme iki kişiden türemiştir ne de insanın yaradılışında evrensel evrimi dışayan bir sünnetullah hüküm sürmüştür. Her şey, bakan bilince göre anlamlanan yanılsamalardan ibarettir. Tüm bu yanılsamaların özünde ise Mutlak varlık daima var olarak oluştadır. Biz sadece O’nun tecellilerini yine birer tecelli olan zihinlerimizde anlamlandırıyor ve buna göre dini ve dünyevi görüşlerle izafi varlığımızı elimizden geldiğince sürdürmeye çalışıyoruz. Oysa tek gerçek O’dur ve tüm din denen şeyler de, insanda O’nu bilmenin idrakini yükseltmeye çalışan araçlardır. Öyleyse, “De ki: "Allah bana yeter!" (39/38) ve “Allah de ötesini bırak” (6/91)



 SABUN KÖPÜĞÜ

 

Bir sabun köpüğüdür dünya. Kasanın elinde patlar.

 

Çocuk, bir sabun köpüğü şişirdi. Nefesini, sabun zerreciklerinden bir zara hapsetti ve uçurdu onu bir balon gibi. Bir tane daha ve bir tane daha... Elindeki halkalı çubuğu, deterjanlı suya daldırıp daldırıp üflüyordu. Büyük bir dikkatle yapıyordu bunu. Eğer çubuğu sertçe çekersen, sabun zarı oluşmaz halkada. Eğer hızlı üflersen, baloncuk olamadan parçalanır zar. Kararını bilmek lazım. Çubuğu daldırıp kaba, sağa sola hareket ettireceksin bir iki kez yavaşça. Deterjanlı sıvı yapışacak halkaya iyice sonra usul usul çekeceksin çubuğu ve hafifçe üfleyeceksin sonra da. Aceleye gelmez, dikkatsizliğe gelmez. Balon balon olamadan patlar yoksa.

 

Ve çocuk, havada uçuşan baloncukları seyre daldı. Müzik gibi, flüt sesi gibi süzülüyorlardı. Yumuşakça, rüya gibi... Bazısı bayağı yukarı çıkıyordu. Hatta tavana çarpıp patlayanlar bile oldu. Kimisi küçük daireler çiziyorlardı. Kimisi, duvara, eşyalara çarpıp yokoldu. Her birinin yüzünde ayrı bir güzellik vardı. Hiç biri, bir diğerine benzemiyordu. Kimisi büyük, kimisi daha küçük. Hatta çifter çifter, üçer dörder çıkanlar vardı. Bazen biri patlıyor yapışık balonların, kalanları devam ediyordu havada yüzmeye. Ve sonra onlar da...

 

Hep patlıyorlardı. Kısacık bir süreydi yaşamları. Sönüyordu hemen güzellikleri. Oysa ışık ne güzel yansıyordu yüzlerinden. Hem içleri görünüyordu, arkalarındaki her şey; hem dışları yansıtıyordu önlerindekileri. Her şey birbiri içine geçmiş sanki. Her şey rengarenk. Oysa ne güzel uçuyorlardı birer kelebek gibi...

Hep yeniden yapmak zorunda kalıyordu balonları. Hep yapacak, hep yapacak... Yoksa bitiyorlardı. Başta hoşuna gitmişti bu baloncuk üretme işi. Acemilik tabi, e biraz başarısız olmuştu ama sonra alışmıştı. Peş peşe onlarca balon yapabiliyordu. Ama bıkmıştı artık. Hiç patlamasınlar, o da seyretsin istiyordu. Balon yapmaktan, seyretmeye zaman  kalmıyordu.

 

Sonra aklına müthiş bir fikir geldi. Balonlar, dedi, genelde hep bir yere çarptıkları için patlıyorlar. Ben de dışarda yaparım onları. Hem tavan da yok. Belki taa bulutlara kadar giderler, seyrederim ben de. İçini kocaman bir heyecan kapladı. Hemen koştu dışarı. Büyük bir sevinçle baloncuk yapmaya başladı. Ama o da ne, balonlar yine patlıyordu. Rüzgardan olmalı. Rüzgar yoktu ama, az da olsa vardı demekki. Balonların narin bedenleri dayanamıyor, parçalanıyordu yine. Oysa ne kadar isterdi, bulutlara gidecek bir balon yapmak. Ama olmuyordu işte. Olmuyordu...

 

Sonra arkadaşları geldi yanına. Onlarla paylaştı sevincini ve üzüntüsünü. Onlar da balon yapmak istiyorlardı. Birbirleriyle yarıştılar en uzun ömürlü balonu yapmak

için. Çocuk artık hiç patlamayacak bir balon yapmak hevesinde değildi. Biliyordu ki, hep sönecekler.

 

Ve usandı çocuklar, bıktılar geçici balonlardan. Haydi top oynayalım dedi birisi. Bıraktılar deterjanlı su dolu kabı, halkalı çubuğu... Kendi baloncuklarını yaşamaya koştular.

 

( Ya Hu Ve Adem- 2. Bölüm Adem Ve Evrim - 26 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 2/9/2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu