Lise yıllarındayız, genciz, başımızda kavak yelleri ile daha adını
bildiğimiz, bilmediğimiz bir sürü ağacın da yelleri... Okuduğumuz lise olan
Bahçelievler Deneme Lisesi hem Ankara'nın hem de Türkiye'nin sayılı, parmakla
gösterilen liselerinden birisi. Lisemiz adeta bir sporcu fabrikası... Saysam
bizim liseden mezun olup da Türk Sporuna katkı yapan isimleri dudağınız
uçuklar. Bu vesile ile çok da gurur duyarız her zaman için okulumuz ile... Eskilerden
Fenerbahçeli rahmetli Selçuk Yula, Şenol, basketçilerden eski Tofaş ve Milli
Takım Antrenörü Tolga Öngören, Burç Alp Yücel, Fenerbahçe Basket Takımından
Fatih, adı aklıma gelmeyen daha da bir dolu arkadaşımız var...
Bu kadar spor ile hem futbol, hem de basketbol ile iç içe olan bir lise olur da
bizde kıyısından köşesinden ilgilenmez miyiz spor ile hem de basketbolla? Çok
uzun boylu hem de iyi basket oynayan çocuklar var lisemizde, biz de onlara
özeniyoruz ara ara lakin boy fukarasıyız onların yanında, e tabi boyda
dilenemiyeceğimize göre Allah ne boy verdiyse onun ile idare edeceğiz...
Boyumuz kısa olduğu için kimse de bize ''Allah boy vermiş kapıp da koy
vermiş.'' gibi bir espride yapamıyor. (Çok da kısa değilimdir ha 1.74 şimdilik)
Basket maçlarına gidiyoruz arkadaşlarla hafta sonları Atatürk Spor Salonuna...
Amerikan yapımı Beyaz Gölge dizisi izlenme rekorları kırıyor o sıralar
televizyonlarda... Ankara takımlarından birinde Ömürden adlı bir gard var, boyu
basket için uzun sayılmaz, ama bir zıplıyor aklınız durur, çift, tek, her türlü
basıyor potaya o boyla. Biraz ondan ilham kapıp, biraz da lise de ki
arkadaşlarımızı kıskanmak mı dersiniz, artık bilemem, ben de basabilir miyim bu
çembere diye aklıma düştü bir kere... Ne yapmak lazım, ne yapmak? Sınıfta
basket takımında olan çocuklar var. Onlara sordum, bacak kaslarını iyice
kuvvetlendireceksin birader, bir de iyi besleneceksin, bal yumurta filan,
dediler. Ahmet durur mu? Hemen koyuldum işe...
Gelmişiz on altı on yedi yaşlarına, bundan sonra boyum fazla uzamaz zaten. O
zaman yapılacak şey bacakları ve zıplama yeteneğini geliştirmek Ahmet, hadi
bakalım ayağına kuvvet. Annemin eski ağır bir ütüsü var ta belki de Birinci
Dünya Savaşı yıllarından kalma. Ağır mı ağır bir ütü meret. Ev de yeni ütü de
var, annem onu kullanmıyor. Aldım bir gün sapından ayağıma taktım. Ayağımı da
on santim havaya kaldırdım. Kaslarımı kuvvetlendirmeye çalışıyorum, bir
taraftan da kolumda ki saat ile dakika, saniye tutuyorum. Öf öf pöf pöf ki pöf!
Ne de ağırmış, ayağıma takınca ben diyeyim on ton, siz deyin belki elli ton
oldu ağırlığı...
İçim içimi yiyor beraber tek pota maç yaptığımız arkadaşımız Seyfi, olsun olsun
benden iki ya da üç santim uzun. Hem değiyor, hem de basıyor potaya,
çıldıracağım. Ümit'de basıyor ancak onun boyu zaten bir doksan filan, onun
basması normal. Son sürat devam Ahmet, ütüyü ayağa takıp da kasları
kuvvetlendirmeye, durmak yok kesinlikle... Bir taraftan da beslenmeme dikkat
ediyorum. Arada bal, fındık ezmesi kaptırıyorum. Şimdi ki gibi kilo alma korkusu
da yok, hareket ediyoruz yakıyoruz yediklerimizi haliyle... Ütüyü takıyorum
ayağıma, saat tut Ahmet iki dakika kırk beş saniye, öbür ayağa geçir, o da aynı
iki dakika kırk beş saniye... Bir sonra ki gün beşer saniye onar saniye
artırıyorum zamanı... Gidiyorum okula zıplıyorum, hah biraz daha yaklaştım
sanki çembere... Zamanı artır Ahmet. Böyle böyle dört dakikayı geçmeye başladım
bir müddet sonra, ayağımda ki ağır ütü ile... Babam ile annem de kıs kıs, bıyık
altından gülüyorlar bana. Ne yapıyor bu bizim oğlan diye...
Hah bu gün sanki değmeye bir iki santim daha yaklaştım gibi. Son hızla devam
ayağa ütü takmaya. Millete kafa ütülemeyin derler, bizler ayağı ütülüyoruz.
Basmam lazım o potaya hem çift hem de tek, ama önce bir değebilsek gerisi de
çorap söküğü gibi gelecek. Hırs yaptım abi, parçalayacağım potayı. Günler
geçiyor okulun başında başlamıştık bu işe, neredeyse bahar geldi. Hah işte bu,
nihayet değmeyi ve basmayı aynı günde başardım... Olamaaaaaaaaaaaz! Tüh,
rüyaymış ya! O kadar kanıma girmiş, ruhuma işlemiş ki basket ve potaya basma
rüyamda bile oynuyor ve basıyorum artık potaya. Bir de hayatta gerçekleşse...
Çok iyi olmasa da orta karar bir basketçiyim işte, sınıf takımına girerim de
okul takımı boyumu aşar, biraz zor, çok cevval çocuklar var, boy da yok zaten.
Boy fukarasıyız. Gidip boy mu dileneyim uzun boylu arkadaşlardan ''Birader
senin boyun bir doksan sekiz üç beş santim versen de biz de uzasak biraz.''
diyorum. O da bana ''Uza birader uza da bir daha görmeyeyim seni.'' diyor. Ne
olurdu istediğimiz topu topu üç, bilemedin beş santim, gözünüze dizinize
dursun. Ben size kopya vermiştim ama tarih dersinde nankörler...
Çalış çabala harala gürele, sonunda ya bir kere ya da iki kere değe bildim o
3.05 santim olan potaya, ama hâlâ içim de ukdedir niye basamadım diye
hayıflanır dururum. Ütüden dolayı da bacakta bayağı kas yapmıştım zamanında.
Olmayınca olmuyor. Gidip basketbol federasyonuna ''Bu potaların boyunu 3.05 ten
2.80 e düşürseniz de biz boy fukaraları da ara sıra da olsa potaya bassak diye
bir şeyler geçiriyordum aklımdan. Arkadaşlarım ''Saf mısın oğlum sen onları
FİBA yani uluslar arası basketbol federasyonu belirliyor.'' deyince ondan da
vazgeçtim. Basamadan noktaladım pek de parlak olmayan amatör basketbol
yaşamımı... Kurtulmuştu benden basketbol dünyası...