Günümüz toplumlarına baktığımız zaman,
bir çoğunun kaos ve anarşi ortamında olduğunu gözlemleyebiliriz... Yirminci
Yüzyılda iki büyük savaş gördü bu ihtiyar dünyamız. Bunun yanında Kore Savaşı,
İran-Irak Savaşı, Vietnam Savaşı gibi, onlarca bölgesel savaşta sayısız insan,
bir dolu masum kadın ve çocuk hayatını kaybetti... Devletler ve devletlerin
çıkarları savaşırken, olan genellikle savaşla ilgisi olmayan insanlara oluyor,
daha sonra da tedavisi imkansız yaralar açılıyor toplumların, insanların
vicdanlarında...
Bu gün dünya üzerinde ki bir çok devlet,
hiç bir zaman saf ırktan, katışıksız olmadı. Çeşitli alt grupları, etnik
kökenleri hâlâ barındırıyorlar içlerinde. Bu etnik kökenlerin, dilleri de
inanışları da zaman zaman farklılaşabiliyor. Bu farklılıklarda yaşam
biçimlerine yansıyor haliyle... Farklılıklar bir toplumun zenginliği olması
gerekirken bazı zamanlarda toplumsal çatışmalara da dönüşebiliyor... Gelişmiş
ülkelerin bir çoğunda etnik farklılıklar göze çarpsa bile, farklı topluluklar
arasında çatışmalar çok fazla yaşanmıyor az gelişmiş ya da gelişmekte olan
ülkelerde olduğu gibi... Gelişmiş ülkeler ortak bir payda da vatandaşlarını
buluşturabiliyorlar...
Ekonomik ve siyasal sıkıntıların çok
olduğu ülkelerde, insanların hayata bakış açıları da farklı oluyor ister
istemez... Tek tek bireyler arasında ki çatışmalar ve etnik kökenler arasında
ki çatışmalarda ülkenin gündemini çoğu kere işgal ediyor... Haliyle bu durum gelişmenin
önünü tıkadığı gibi, sosyal devlet ilkesinin de o toplumda zedelenmesine çanak
tutuyor... İnsan tabi ki adı her ne olursa olsun, içinden çıktığı toplumu,
etnik topluluğu sevebilir, sevecektir de lakin bu durum diğer etnik kökenlerden
nefret etmesini gerektirmemelidir... Ortak payda insanlıktır, cumhuriyettir,
demokrasidir, o ülkenin bağımsızlığıdır...
Dünyayı ele geçirme ve bir şekilde bütün
dünya devletlerini boyunduruğu altına alma girişimi birinci ve ikinci dünya
savaşları sırasında denenmiş ve başarısızlığa uğramış, farklı uluslardan,
farklı etnik kökenlerden milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Milletlerin
toplumsal hafızalarında ve vicdanlarında tamiri mümkün olmayan yaralar
açılmıştır... Kin, nefret, intikam, diğerini sevmeme, ötekileştirme,
benimsememe, sevgiyi saygıyı da ortadan kaldırmakta ve çatışmalar kaçınılmaz
olmaktadır. Toplumlar körü körüne, sorgulamadan bir liderin peşinden gittiği
zaman, Adolf Hitler ve Benito Mussolini örneğinde olduğu gibi, o liderin aldığı
kararların doğruluğunu ve yanlışlığını da tartışmaktan neredeyse hicap
duymaktadırlar... Oysa ki akıl denen bir zenginliğimiz vardır Allah cc.
tarafından bize bahşedilmiş... Zaten akıl sağlığı yerinde olup olmadığı
tartışılan böyle, bu tip liderlere itaat eden toplumlarda, insanlar yaşanılan
gerçekleri görmekten uzaklaşarak kendi toplumlarının uçuruma doğru
sürüklendiğinin farkına varamamakta, daha sonra da varsalar bile çok geç
kalınmaktadır...
Toplumsal bir travma yaşanıyorsa, az
gelişmiş ülkelerde, bir devlet içinde, çatışmalarda insanlara sıradan
olaylarmış gibi gelebiliyor. ''Ha o mu bizden değil falan etnik gruptan öldürün
o zaman, esnaf ise ondan mal almayın, kız vermeyin, kız almayın.'' Adeta
topluluklar ve milletler ''Toplumsal bir şizofreniye tutuluyorlar.'' Oysa ki
hiç kimse karşısındakine ön yargı ile etnik kimliğine göre yaklaşmasa,
bilgisine, kişiliğine baksa bir çoğu da mutlaka sevecek birbirini... ''Ya sen
ne iyi insanmışsın niye daha önce tanımadım ki seni?'' diyebilecek konumda
olacaklar... Şizofreninin tıbbi tanımı kısaca şöyle... ''Düşünce, coşku, irade,
kişilik ve davranış bozukluklarıyla ortaya çıkan bir ruhsal hastalıktır. Hasta
dış dünyanın gerçeklerinden kopar, adeta kendisinin kurduğu bir dünyada yaşar.
Hastanın kişiliği dağılmış, yıkılmıştır.'' Buna bağlı olarak Toplumsal
Şizofreni denen illet de ruhi dengesizlik yaşayan ayrışan toplumlarda sıkça
görülüyor... Uzman Psikolog Nergis Özdinç Azanpa bu durumu şöyle özetliyor...
''Şizofrenik bireyde zihinsel bölünme vardır. Bizde de toplumsal bölünme yok mu?
Kendi içimizde onlar ve bizler olarak bölünmedik mi? Yine şizofrenik birey
kendine ve çevresine yabancılaşır. Biz de bölünerek birbirimize yabancılaştık.
Yabancılaştıkça birbirimize ayrı dünyaların insanları olarak bakmaya başladık.
Böyle yaptıkça gruplaştık, gruplaştıkça dışımızdaki gerçeklerden korku duymaya,
korktukça paranoid belirtiler göstermeye başladık. Bizden olmayanların bize
zarar vereceği inancını geliştirdik. Komplo teorileri ürettik. Şimdi siz
söyleyin bu şekilde bakınca hepimiz şizofrenik karakterler göstermiyor muyuz?
Hepimiz bu hastalığa yakalanmış durumdayız. Tanımız toplumsal şizofreni.
İlacımız belli bütünleşme.'' Bütünleşmenin içinde de bir olma, birlik olma
duygusu, sevgi, sevgi ve yine sevgi asla yabana atılmamalı... Zülfü Livaneli'nin
şarkısının sözlerinde olduğu gibi... ''Dünyayı güzellik kurtaracak. Bir insanı
sevmekle başlayacak her şey.''
''Hiç bir şey bilmeyen, hiç bir şeyi
sevemez.
Hiç bir şey yapamayan, hiç bir şey
anlamaz.
Hiç bir şey anlamayan, değersizdir.
Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever,
farkına varır, görür...
Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa
daha fazla sevgi vardır.
Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı
zamanda olgunlaştığını
düşleyen kişi, üzümlere ilişkin bir şey
bilmiyor demektir.''
PARACELSUS
Birlikten her zaman kuvvet doğar.
Bırakın artık o Alevi imiş bu Sünni imiş, öbürü Çerkez imiş, bir başkası Kürt
imiş... Farklılıklardır bizi zenginleştiren... Binlerce yıllık devlet
geleneğimiz ve kültürümüz var... Yunus Emre'nin dediği gibi ''Sevelim sevilelim
dünya kimseye kalmaz.'' Hepinize en derin sevgi ve saygılar...