KERTENKELENİN HAYALİ
Büyük Sahra Çölü’ nün ortalarına yakın bir yerde, uçsuz bucaksız kum
yığınlarının arasında bir kertenkele yaşıyordu. Gündüzleri kızgın güneş
ışınları altında yiyecek aramaya çıkmak çok zor olduğu için daima geceleri
ortalık serinleyince yuvasından çıkardı. Yuvası da birkaç
büyük kaya parçasının arasındaki kuytu, gölgelik, loş bir yerdi.
Bir gece hava kararır karamaz yine yiyecek aramaya çıktı, fakat saatlerce
dolaşmasına karşın hiç yiyecek bulamadı.Açlık onu güçsüzleştirmişti. Gücü
giderek azalıyordu, çok yorulmuştu. Artık yuvasına geri dönemezdi, çünkü hava
aydınlanmaya başlamıştı ve yuvasından oldukça uzaklaşmıştı. İleri, daha ileri
gitmeliydi ve mutlaka yiyecek bir şeyler bulmalıydı.
Öğle vakti olmuş ve güneş kertenkelenin tam tepesindeydi. Sıcaklık elli
dereceye çıkmış ve kumlardan buhar çıkıyor gibi görünüyordu. Dayanılır gibi
değildi. Çöl bir fırın halini almış ve güneş ışınları ortalığı kasıp
kavuruyordu. Kertenkele güneşi, sıcaklığı falan unutmuş sadece ve sadece
yiyecek arıyordu. O, şimdi gündüzü gece zannediyordu. Sanki hava serindi ve bu
serin gece hiç bitmeyecekmiş gibi sürüp gidecekti. Kertenkele için gündüz gece
olmuştu, gündüz geceleşmişti. Kertenkelenin tersi dönmüştü, bu bir ters
dönmesiydi.Gözleri yarı kapalı vaziyetteydi ve gözlerinin önünde bir takım
hayaller uçuşuyordu. Bu hayallerin ona yararı dokunabilir miydi? Gövdesini
usulca kumların üzerine bıraktı, gözlerini kapadı. Kertenkele pek çok hayalin
içinden bir tanesini seçip, o hayali kurmaya başladı.
Geniş bir dere yatağının ortasından incecik, az bir su akıyordu, dağlardan
ovaya doğru. Tam sınırda küçük çağlayan vardı ve küçük çağlayandan geçen su
ovaya ayak basıyordu. Hemen ilerdeki ormana giren su ağaçların arasında uzun
süre yol aldıktan sonra kayboluyordu, ama kuru dere yatağı ormandan çıkıp devam
ediyordu taa çok uzaklardaki denize kadar. Aylardan eylül, mevsim yaz, iki
aydır yağmur yağmamıştır.Ormandaki ağaçlar suya hasret kalmışlardır. Her
ağaçtan bir ses, bir feryat; hepsi küçük çağlayandan şikayetçi. Küçük çağlayan
ise ormandaki ağaçlara laf yetiştirmekle meşgul, altta mı kalacak, zaten
suçsuz, dağlardan dere yatağına inen su çok azsa bunun küçük çağlayanla ne
ilgisi var? Küçük çağlayan ne yapsın iki aydır yağmur yağmadıysa?
Bu kısır döngü bir ay kadar devam ettikten sonra sonbahar yağmurları başladı.
Günlerce süren yağmur dere yatağını giderek dolduruyordu. Küçük çağlayanın
üzerinden aşan su ormana doğru akıp gidiyordu. Eğer yağmur böylesine şiddetle
bir süre daha yağmaya devam ederse, dağlardan sel bile gelebilirdi. Sel gelmese
bile dere yatağındaki su taşacak ve ormana zararı dokunacaktı. Bu iki ihtimali
göz önünde bulunduran küçük çağlayan bir baraj yapımına girişti. Çabucak
barajın yapımını tamamladı ve dağlardan gelen suyu kontrol altına aldı.
Günlerdir yağan yağmur ormandaki ağaçları suya doyurmuştu. Dereden de bol su
geliyordu ormana kana kana içiyorlardı. Küçük çağlayan baraj yapmaya
başladığında önce şaşırdı ormandaki ağaçlar:
“ Bu niye baraj yapıyor böyle? Ne olacak oraya baraj yapıp da? “ demeye
başladılar. Sonra kızdılar. “ Küçük, bırak gelsin su, kısmetimizi
engelleme…Çek, yık o barajı, başka işin yok mu senin? “ diyerek atıp tuttular.
Küçük çağlayan baraj yapmaktaki amacını şu şekilde açıklıyordu:
“ Buralara bir yağıyorsa dağlara beş yağıyordur.Onca su dağlarda kalmayacak
mutlaka ovaya inecektir. Gelen su çok olursa sel gelir. Bana bir şey olmaz,
zararı sizedir. Bu baraj seli durdurur, sele set olur. Ben de fazla suyu azar
azar ovaya bırakırım. Eğer böyle olursa hiç biriniz selden zarar görmezsiniz. “
Sonunda sel geldi. Günlerdir yağan yağmurun biriktirdiği büyük su kütlesi
korkunç gürültüyle gelerek baraja takıldı. Küçük çağlayanın yaptığı baraj işe
yaramış ve seli durdurmuştu. Fakat barajın arkasındaki suyun basıncı gitgide
artıyordu. Küçük çağlayan barajın yıkılmasını önlemek için sonsuz gayret sarf
ediyordu. Bir taraftan suyu kontrollü olarak ovaya bırakırken, diğer taraftan
barajın yıkılan yerlerini tamir ediyordu.Ormandaki ağaçlar ise küçük çağlayanın
ne yapmak istediğini anlamak şöyle dursun atıp tutmalarının dozunu arttırarak
hakaret etmeye başladılar. En nihayet sel küçük çağlayanın barajını yıkamadı,
ama onu yıkan bu hakaretler oldu.
“ Alın bakalım basmakalıpçılar. Çekiliyorum aradan. Bırak gelsin su diyordunuz.
Alın suyu doya doya yıkanın “ Küçük çağlayan aradan çekilince baraj yıkıldı.
Sel suları ormandaki ağaçları kökünden söküp sürükledi, götürdü.
Kertenkele kurduğu hayal bitince gözlerini açtı. Gece olmuş, ortalık
serinlemişti. Yattığı yerden doğrulup yürümeğe başladı. Yuvasından uzak
düşmüştü, ama oraya varacağını biliyordu. Çünkü kendisini oldukça zinde
hissediyordu. Bu durum ne kadar devam ederdi bak işte onu bilmesine belki de
imkan, ihtimal yoktu. O zaman bu sahte canlanmaya pek güvenilmezdi. Bir an önce
yiyecek bulup karnını doyurmalıydı. Kertenkele yuvasına varıncaya kadar birkaç
yerde yiyecek bulup karnını doyurdu.Yuvasının bir köşesine yattığında neredeyse
sabah olmak üzereydi. Nasılsa güneş yine ortaya çıkacak ve çöl dayanılmaz
şekilde sımsıcak olacaktı. Güneşin kertenkeleye artık bir zararı dokunamazdı.
Yazan: Serdar Yıldırım
Kertenkelenin Hayali - Sıradışı Yayıncılık - Yayın Yılı:
2011 16 Sayfa
Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - Sayfa: 20-31
Sihirli Masallar - Bilgi Yayınevi- Yayın Yılı:2009 Sayfa:
254-257