Yola koyulduğumda henüz sabah olmamıştı, karın beyazlığı her tarafı zaten aydınlatıyordu; o nedenle güneşin doğmasını beklemeye gerek yoktu. Ben kovuktan ayrılırken arkadaşlarımın üçü de uyuyorlardı. Onlara birlikte gitmeyi teklif etmedim, hatta gideceğimi de haber vermedim. Tek başına olmanın bazı zorluklarına karşılık avantajları da vardı. Sayının birden fazla olması dikkat çekerdi, uzun süre köyde saklanmak gerekebilirdi. Sadece barınma değil yiyecek ve içecek açısından da tek başına olmak daha avantajlıydı. Birlikte olmanın getireceği tek fayda savunma, korunma ile ilgiliydi.

Önce asfalt yolu bulmalıydım, sonrası kolaydı. Yolu takip edecek ve o köye ulaşacaktım. Hava iyi sayılır, üşümüyorum. Rüzgar da yok. Karın beyazlığı yetmesine rağmen ay da tepede aydınlatmaya yardımcı oluyor. Ortalıkta çıt yok, derin bir sessizliğe gömülmüş her taraf. Sanki buralarda hiç canlı yaşamıyor gibi.

Üzerlerine binen karın ağırlığına dayanamadıkları için birçok ağacın dalları kırılmış, bunlardan havada duranlar olduğu gibi çoğu yerde. Ama hemen hemen hepsinin ağaçla gene de bir irtibatları var, tamamen kopmuş değiller.

Asfalt yolu buldum, tabii karla kaplı. Çok az da olsa bazı yerlerde üzerindeki karları rüzgar götürdüğü için, siyah asfalt görünüyor. Bu benim işime yarıyor, yolu daha kolay takip edebiliyorum. Önce birkaç kilometre yol düz, sonra tırmanma başlıyor. Yüksek yerlerde kar daha fazla ve yolda siyah asfalt görüntüsü hiç yok. İşte o zaman yolu takip etmede zorluk çıkıyor. Çünkü birçok yerde yol ikiye hatta bazen üçe ayrılıyor. Hangisi asfalt, yani hangisi köye giden yol bilmek çok zor. Benim buradan geçtiğimde kar henüz yağmadığından kolayca yoluma devam edebiliyordum. Şimdi öyle değil.

Korktuğum oldu galiba, yolu şaşırdım, yanlış bir yola saptım. Hatta yol bitti. Geriye dönemem bir hayli zaman geçti çünkü. Dağlık, tepelik bir yer ve etraf gene ağaç dolu. Yüzlerce metre aşağıları görebiliyorum, gördüğüm gene üzeri karlı ağaçlar; ev ya da insan tarafından yapılmış bir şey yok.

Yola çıktığıma pişman olmaya başladım. Hava da soğudu. Bu yolculukta beni tehdit eden iki şey vardı: Açlık ve soğuk. Can güvenliği de var tabii ama onu şimdilik tehditten saymıyorum. Keşke saysaymışım. En büyük tehlike benden sadece birkaç metre ilerdeymiş. Homurtuları duyunca anladım. Kocaman bir boz ayı. İki ayağı üzerine kalkmış bana homurdanıyordu. Ben sanırdım ki ayılar bütün kış boyunca uyur, hiç dışarı çıkmazlar. Meğerse öyle değilmiş. İşte karşımda duruyor. Acaba et de yiyor mu? Neden yemesin? Öyleyse benim işim zor. Bu düşünceler bir anda zihnimden geçiverdi.

Ayı dört ayağı üzerine durup kafasını kaldırınca saldırıya geçeceğini anladım ve kaçmaya başladım. Neyse ki yokuş aşağı koşuyordum ve ayıdan hızlıydım. Karlara bata çıka bir müddet koştum, her arkama baktığımda ayıyı gördüm. Aşağısı uçuruma benzeyen bir yerde durdum. Burada ağaç da yoktu. Alabildiğine uzanan dik bir yer. Ta uçurumun bittiği yerde ağaçlar başlıyordu. Geri dönüp ayı ile savaşacaktım, yüzde yüz kaybedeceğimi bildiğim bir savaşa girmek aptallıktan başka bir şey ile izah edilemezdi, ancak çaresizdim.

Bir seçenek daha vardı, bu dik yerden aşağıya inmeyi denemek. Bunu yaptım. Kendimi attım aşağılara doğru. Burada kar çok yumuşaktı. Kendimi atmamla birlikte adeta bir kartopuna dündüm. Bununla da kalmadı önümdeki ve arkamdaki kar kütlesi aşağıya doğru hızla kaymaya başladı.

Yuvarlanıyordum ve yuvarlandıkça etrafımdaki kar arttığından giderek büyüyordum. Çığ dedikleri bu olmalı. Yuvarlandım, büyüdüm, yuvarlandım... Ağaçların başladığı yerde yuvarlanma bitti, burası düzlüktü. Ölmüş olmalıydım, ölmemişim. Anladım ki bu dünyada yaşamak da ölmek de çok zor.

Gene de ölmediğimden çok emin değildim. Gözlerim açık, beyazdan başka bir renk ya da bir cisim göremiyorum. Nefes almam da çok zorlaştı, havasızlıktan boğulacağım. Kafamı sağa sola sallayınca pembeye benzeyen bir renk de gördüm, biraz da hava geldi. Defalarca salladım kafamı. Sonunda yer yer bulutlarla kaplı mavi gökyüzünü gördüm. O zaman kesin olarak emin oldum ki hayattayım.

Çığın altında değil üstünde kalmışım. Oradan aşağıya atladım. Metrelerce yüksekliğinde bir kar yığını, bununla altında kalıp da yaşamak imkansız.

Ayı geldi aklıma, sağa sola bakındım, yoktu. Demek ki maceraperest bir ayı değilmiş! Benim gibi bir lokma et çıkacak olan bir av için kendini tehlikeye atmamıştı. Biraz soluklanıp koşarak oradan ayrıldım. Ne olur ne olmaz, bakarsın ayı fikir değiştirip peşime düşebilirdi...

(Devam edecek...)

( Köpeğin Adı Badi-36 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 18.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu