Kolumdaki saate baktım tam 22.20’ yi gösteriyordu. Başımı kaldırdığımda basamaklardan birinin hızla bana doğru geldiğini gördüm, inanamadım. Bu o adamdı, eczacı. Hani benzinlikte ve törende karşılaştığımız.
Hiç kimseye bakmadan, direkt benim yanıma geldi. Bu
sefer koyu mavi takım elbise giymiş, içinde beyaz gömleği ve batik desenli
lacivert kravatı vardı.
Başım hafifçe döndü, düşecek gibi oldum.
Gülümseyerek önümde durdu, elimi avuçlarının
içine aldı.
O anda ellerimdeki alevin hızla kalbime, oradan bütün vücuduma yayıldığını hissettim, dilim tutuldu sanki.
Gözlerine baktım; deniz gibi masmaviydi. O denizde aniden fırtınaya yakalanmış bir gemi misali sendeledim ve düşmemek için diğer elimi de uzatıp ellerine tutundum.
Onun da
en az benim kadar heyecanlı olduğunu fark ettim.
-Bir
insan ancak bu kadar başarılı olabilir, en büyük hayranınız benim. Gerçekten
harikalar yarattınız. Kutluyorum sizi.
Yalnızca
teşekkür edebildim. Yavaşça ellerimi bırakırken, bu kez titremeye başladım, bir
anda üşüdüğümü hissettim. Nefes almakta zorlanıyordum.
Yine
gülümseyerek arkasını döndü ve koşar adımlarla merdivenlerden inerek salonun
kapısına gitti.
Gözlerimi
ayırmadan onu izliyordum. Kapıdan çıktığında, bir heykel gibi öylece
kalakalmıştım.
Canan
yanıma geldi.
-Bahar
sen iyi misin arkadaşım?
Gözlerim
hala kapıda, sorusuna soruyla cevap verdim.
-Kim bu
adam?