Uykusuz bir gece daha kaldı geride. Bu kaçıncı? Saymadım. Yüzlerce olduğu kesin. Kafam zonkluyor, bazen de rayların üzerinde gıcırdıyan bir yük treni gibi sesler dolaşıyor içinde; gözlerimin önünden karartılar geçiyor, kalbim çarpıyor, nefes alıp vermede zorlanıyorum. Sıklıkla acaip şekilli yaratıklar görüyorum. Bunları anlatamıyorum, her defasında şekil değiştiriyorlar. Ağzından ateş çıkaran huni kafalılar var, onlarca eli ve ayağı olanlar var, ayakları kafasının olduğu yerde, kafası ayaklarının olduğu yerde olanlar var, denizanasının denizde yüzdüğü gibi boşlukta salınanlar var, bir de ağızlarından onlarca dil çıkarmış olanlar var. İş sadece görüntülerle kalsa! Ayrıca çığlık sesleri ve homurtular duyuyorum. Birilerini boğazlıyorlar gibi sanki. Yerin metrelerce altından da birileri bana sesleniyor. Ben kim olduklarını bilmiyorum. Onlar ise benimle ilgili her türlü bilgiye sahip. Neredeyse şeceremi sayacak kadar hakkmda bilgi sahibi olmuşlar. Hallüsinasyon dedikleri bu mu?
Az önce uyumak için ışığı kapatıp yatağa uzandım. Sağa döndüm, sola döndüm... Uyumak ne mümkün! Debelenip durdum, başka ne yapabilirdim ki! Mışıl mışıl uyumaya hasretim. Gözlerimi kapar kapamaz içim geçse, derin bir uykuya dalsam... Uyusam, uyusam... Hatta hiç uyanmasam! Bu da kabulüm.
Yorganı üzerimden atıp, acıyan gözlerimi ovuşturarak yataktan kalkıyorum, karanlıkta bir-iki eşyaya çarpıyorum, ışığı açıyorum, odanın içinde dolaşmaya başlıyorum. Vakit nasıl geçecek? Galiba bir yol buldum: Odanın duvarlarını sayıyorum: Dört. Bir daha sayıyorum, bir daha. Her defasında dört çıkmıyor; bazen üç bazen de beş... Gerçek sayı acaba ne? Saymayı bırakmaya karar veriyorum, az sonra bundan vaz geçip tekrar sayıyorum. Kaç kere saydım bilmiyorum. Çok olmasına çok oldu da...
Saymayı unutmak için odadaki eşyalara bakıyorum, başka türlü kurtulamam bu tekrarlı hareketten: Az önce kalktığım yatak camın önünde duruyor. Üzerinde kılıfı desenli bir yastık, rastgele itelenmiş bir ucu yerde mavi bir yorgan, debelenirken karışık kuruşuk bir hale getirdiğim perişanları oynayan yatak çarşafı... Kapının arkasındaki askılıkta asılı kıravatlar, ceket ve pantolonlar, gömlekler... Askılık o kadar yüklü ki çöktü çökecek. Girişte sağ taraftaki duvarda bir gardolap, onun yanındaki duvarda da üzerinde bilgisayar bulunan masa; bilgisayarın yanında bir kalem, bir sayfa boş yazı kâğıdı ve kapalı bir cep telefonu. Masaya bitişik dolu bir kitaplık. Tabii karışık bir kitaplık. Hatta yerlerde sürünen birkaç kitap bile var. Yerdeki kitapların iki karış ötesinde bir çift kirli çorap, bir çift ağzı dağılmış terlik. Kimin mi? Kimin olacak, tabii ki benim. Oda kapısında girince sağ tarafta yanyana iki koltuk. İkisi de diğer eşyalara göre yeni sayılır. Hayret! Üzerleri boş.
Birkaç gündür, biri ya da birileri beni gözetliyor. Uydurmuyorum, yalan söylemiyorum; gözetlendiğimden eminim. Üstelik gözetleyen ya da gözetleyenler dışarıda değil; bu on iki metrekarelik odanın içinde. Dileyen bana paranoyak desin, yetmezse daha ağırını söylesin! Ben gözetlendiğimi biliyorum. Başkalarının ne diyeceğinden çekinip de görüşümü değiştiremem! Neden ben mi? Bunu bana değil gözetleyenlere sormalı!
(Devam edecek...)