Hani bir şarkı da var ''Bekletme ne
oluuur gelmeeeek zamanı geeeel, yoook yok yok gitme gitme eylüldeeee gel.''
diye devam eder gider rahmetli Alpay'ın o şarkısı... Siz de benim gibi çok
beklediniz mi sevdiğiniz birisine randevu verdiğinizde... Ağaç oldunuz da
dallarınız da çiçeklendi, meyve de verdiler mi?
Yetmişli seksenli yıllar, haliyle İnternet, cep telefonu daha hayatımıza
girmemiş arkadaş. Bir kızı tesadüfen bir yerlerde yakalayacağız da ona ''Şurada
buluşalım.'' diyeceğiz. Tabi bir de bu işleri kızın abilerine çaktırmadan
yapacağız. Siyasi yönü de olmayacak. Ne devrimci bacılardan, ne de Asenalar dan
olacak, bunlara da dikkat etmek lazım.
İlk defa buluşacaksınız, mahallede olmaz, görürler, duyarlar, sakız olursunuz
milletin diline. Babasının, annesinin kulağına gider. Hele de annesi, babası
senin annen ile baban ile tanışıyorsa samimi bir şekilde hiç olmaz. Olmazları
oldurmak için ya Kızılay'da ya da Tunalı Hilmi Caddesinde buluşmak lazım.
Kızılay ya da Tunalı Hilmi Caddesinde buluştunuz mu da gözler projektör gibi
olacak hem kızda hem de sizde... Ki bir tanıdık da görüp ispiyonlamasın, ne onu
ne de sizi... Adı sanı duyulmamış bir kafe en güzeli. Bildik, popüler yerlerde
tanıdığa rastlama olasılığı daha fazla...
Eline çiçeği al o zamanki en yüksek bina Kızılay'da ki gökdelenin altında bekle
dur Ahmet. Hani Konstantin Simonov'un da bir şiirinde var ya ''Yağmurlar içinde
bekle beni, karlar tozarken bekle, ortalık ağarırken bekle, kimseler beklemezken,
sen beni bekle.'' İyi de daha ne kadar bekleriz. Kolumda kıçı kırık bir saat,
pili bile bitmek üzere... Hayır bir de tanıdık arkadaşım görse beni bu halde
ellerimde çiçekler ile dalgada geçerler... Ağaç olmuşsun, az sonra meyve de
verirsin, biraz sulayalım mı seni, derler yani... Yıl 20. asırda 78 senesi, DSS
sınavlarına hazırlandığımız zamanlar... ÖSS ile karıştırmayın canım, bu
Delikanlılık Seçme Sınavları...