MEVDUDİ
Mevdûdî bir taraftan sömürge düzenine, diğer taraftan Hindular’ın baskın kültür olarak yükselişine karşı çıkmıştır. En büyük gayesi Pakistan’ı dünyaya örnek teşkil edecek modern bir İslâm devleti olarak kurmaktı.
Allah’ı mutlak hâkim kabul ederek kanun ve emirlerine boyun eğen, kişisel ve sosyal hayatında Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen prensipleri benimseyen kişi tam anlamıyla müslümandır. Allah’a itaatsizlik mânasında ki küfür ise insanın yaratıcısını tanımayıp iradî olarak inkârcılığı seçmesidir. Allah’a itaat etmek inanmayı, inanmak da bilmeyi gerektirir. Kelime-i tevhidi söyleyen kimse İslâm’a girer ve kendisine İslâm hukuku uygulanır.
Mevdûdî keramet, keşif, ilham sahibi kutlu ve karizmatik lider fikrine karşıdır.
Mevdûdî Müslümanları zihinleri köhnemiş şekilci ve törensel din anlayışı, gerek geçmişi gerekse seküler Batı kültür ve düşüncesini körü körüne taklit hastalığı karşısında her vesileyle uyarmaktadır.
HAMİDULLAH
İslâmî ilimlere bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşarak uzmanlık alanının dışında da inceleme ve araştırmalar yapan ve bunları ilk kaynaklara dayandırmaya çalışan Hamîdullah, özellikle İslâm tarihiyle ilgili çalışmalarında sadece tarihî bilgileri aktarmakla kalmamış, bazan olayların geçtiği yerlere bizzat gidip incelemeler yaptıktan sonra kendi yorum ve değerlendirmelerini katmıştır. Bunları yaparken genelde akılcı bir tutumla ispatlanmamış herhangi bir hususu kabul etmekten uzak durmuş, çalışmalarında sadece tarihî bilgileri gözler önüne sermek yerine olayların gerçek sebeplerini araştırmaya ve bunların sonuçlarını göstermeye gayret etmiştir. Hamîdullah’ın başta mûcizeler olmak üzere bazı konularda akılcı yönü ağır basan açıklamaları zaman zaman eleştirilmiştir. Ona göre bazı insanlar mûcize sebebiyle inandıkları, bazıları da böyle bir etkinin altında kalmadan iman ettikleri için mûcizenin inanç açısından etkisi kesin değildir. Mi‘rac hadisesinde de önemli olan husus Allah’a doğru yüceliştir; nerede ve nasıl olduğu fazla ehemmiyet taşımaz (İslâm Peygamberi, I, 133).Salih Tuğ - M. Kâmil Yaşaroğlu,DİA)
Günümüz reformcularının fikir babalarından Hamidullah İsra ve Mirac’a farklı yorumlarıyla ünlü.
Bu konuda Ebu Bekir Sifil’in şunları yazmış:Mirac‘ın ruh ve beden birlikte ve uyanıkken vuku bulduğu,Ehl-i Sünnet‘in çoğunluğunun görüşüdür. Her ne kadar konuyla ilgili pek çok eserde Hz. Aişe(r.anha) validemiz,Hz. Mu’âviye(r.a) ve Tabiun‘dan Hasan-ı Basrî (rh.a)’nin,Mirac‘ın ruhen gerçekleştiği görüşünde oldukları rivayet edilmiş ise de, bu görüşün onlara nisbeti tartışılmıştır(bkz.İbn Dıhye,“el-İbhâc“, 68-9;İbn Hacer,“Fethu’l-Bârî“, VII, 197 vd.;Ali el-Karî, “Şerhu’ş-Şifâ“, I, 410 vd.,el-Kevserî, “Makâlât“, 517) Bazı alimler, -burada ayrıntılarına giremeyeceğim- gerekçelere binaen çoğunluğun benimsemediği kanaatler ileri sürmüştür. Bu durumu dikkate aldığımızda,Mirac‘ın sadece ruhen gerçekleşmiş bir hadise olduğuna inanmanın, kişinin itikadî durumuna tesir eden bir yönü olmadığını söylememiz gerekiyor.
Ancak burada bir noktanın tasrih edilmesi gerekir:Çoğunluğun görüşüne aykırı kanaatte olan ulema, tamamen tercihe şayan buldukları naklî deliller sebebiyle böyle davranmıştır.Günümüzde Miraç olayının ruh-beden birlikte vuku bulduğunu söylemenin “akla”-o hangi akılsa?!- aykırı olduğunu ileri sürenlerin tutumuna söz konusu alimlerin tercihleri gerekçe teşkil etmez. Zira o alimler nazarında Mirac‘ın ruh-beden birlikte cereyan ettiğini söylemenin akla aykırı bir yönü yoktur. Dediğim gibi onlar sadece “naklî” deliller arasında tercihe şayan bulduklarını esas aldıkları için o kanaate sahip olmuştur. Bu noktaya dikkat edilmelidir. Zira sırf “aklî” gerekçelerle Miraç olayının rüyada veya ruhen yaşandığını ya da hiç yaşanmadığını söylemek kişiyi fasık yapar.Milli Gazete -8 Temmuz 2004
Fasık:İlâhî emirlere itaatten ayrılıp âsî olan mümin veya kâfir anlamında kelâm ve fıkıh terimi olup Kur’anı Kerim’de hem kafirler hem de günahkarlar için kullanılır.DİA)
(Bazı âyetlerde yahudiler, hıristiyanlar, müşrikler ve münafıklardan söz edilirken çoğunun fâsık olduğu bildirilir.Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder. Bakara : 99 (Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Nûr : 4 DİA)
Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay.
Hamidullah hakkında son sözü Ebu Bekir Sifil’e bırakıyorum:
(Söz gelimi Miraç mucizesini inkâr edenlerin tekfir edileceği ile ilgili iddiada -ki Hamidullah’ın Mirac’ı inkâr etmediğini daha önce görmüştük- okuyucumla aynı kanaati taşımayan büyük Ehl-i Sünnet alimleri bulunmaktadır. Son dönemin yetiştirdiği ve Hadis, Fıkıh, Akaid… gibi sahalardaki otoritesi dost-düşman herkesçe müsellem olan Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum bunlardan biridir. “Makâlâtu’l-Kevserî”de (513, 20) Mirac’ı inkâr edenin kâfir değil, “bid’atçi” olduğunu söyler.
Elbette bununla ne Mirac’ın inkârını küçümsüyor, ne de “bid’atçiler” sınıfına girmenin tehlikesini göz ardı ediyorum. Ortaya koymaya çalıştığım husus şu: “Tekfir” müessesesini çalıştırırken, esas aldığımız durumun, tekfir edilen kişinin küfrünü mucip olduğundan ve bu noktanın “şüpheden ari” bir nitelik taşıdığından emin olmamız gerekir. Ehl-i Sünnet’in farkı buradadır. Diğer fırkaları –onların muhalifleri hakkında genellikle yaptığının aksine– toptan tekfir etmemek ve “ehl-i bid’at” olarak nitelendirmeyi tercih etmek Ehl-i Sünnet’i diğer fırkalardan ayıran temel bir tutumdur.
Her ne kadar Hamidullah’ın duruşu, Miraç konusunda değil, İsra konusunda problem arz ediyorsa da burada onun, İsra olayının kendisiyle değil, “cereyan ediş tarzı”yla ilgili kanaatinde bir problem mevcut. Biz, Kur’an’ın Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksa’da son bulduğunu söylediği “İsra”nın, –ilgili hadislerden hareketle– Mekke’den Kudüs’e yapılmış bir yolculuk olduğunu söylüyoruz. Hamidullah ise o dönemde Kudüs’te bulunan (ve daha sonra mescide dönüştürülen) yapıya “el-Mescidu’l-Aksa” değil, “Mescidu’l-Aksa” dendiği görüşünü benimseyerek “İsra”nın, Mescid-i Haram’dan, semavi bir mescide (bir adı da “el-Mescidu’l-Aksa” olan Beyt-i Ma’mur’a?) yapıldığını söylüyor. Bu (benim daha önce katılmadığımı vurguladığım) tatmin edici olmaktan uzak bir tevildir ve fakat Kur’an nassıyla sabit olan İsra’yı inkâr anlamına gelmemektedir.
Netice-i kelam, Hamidullah hoca hakkında “Allah ona rahmetiyle muamele etsin ve taksiratını affetsin” ifadesini kullanmanın çok görülmemesi gerektiğini düşünüyor, bu köşenin okuyucularının Ehl-i Sünnet akidesinin muhafazası konusunda gösterdiği hassasiyetin önünde saygıyla eğiliyorum.Milli Gazete – 9 Ocak 2003
Benim reformcular hakkındaki genel görüşüm:Belki zamanlarındaki haklı bir takım gerekçelerle ortaya attıkları fikirler,ardılları tarafından abartılarak benim gibi saf,iyi niyetli müslümanların kafalarını karıştıracak raddeye ulaştı.Günümüz reformcuları maalesef işi ayetleri inkara kadar götürmeye başladıkları gibi İslam’ın her türlü kutsallarını tartışmaya açmaya cesaret eder hale geldiler.
Pozitivist bir gün doktora gitmiş, dert yanmış:
- Doktor bey bana bir şeyler oluyor, iyi değilim.
- Anlatın, neyiniz var?
- Aldığım nefesi verirken kesik kesik çıkıyor ağzımdan, karnım kasılıyor, yüzüm geriliyor,yanaklarım kulaklarıma doğru çıkıyor. Bakın böyle oluyorum: Ha! Ha! Ha!
- Korkacak bir şey yok, tıp dilinde buna “gülme” diyoruz. Mehmet Bahadır.Derin Düşünce.org Modern Bir Put:Bilim
Son yüz yıl İslam düşüncesinde en çok tartışılan kişilerden birisi de hiç şüphesiz Muhammed Hamidullahtır.Hamidullah’ın İslam Peygamberi kitabı tartışmaların odağındadır.Yazının girişindeki pozitivist fıkrasını alıntılama sebebim de bu aslında.
DİA’de Hamidullah’ın ayrıntılı hayat hikayesini bulabiliyorsunuz,ama tartışılan fikir ve kitapları hakkında bilgi yok maalesef.Bilhassa İslam Peygamberi kitabı hakkında bilgi verilmesini beklerdim.Halböyle olinca insanın kafası karışıyor.
Ehli Sünnet olduklarında şüphe olmayan bazı siteler Hamidullah hakkında aşırı sert ifadeler kullanmaktan çekinmiyorlar.Eminim işi tekfire kadar götürenler de vardır.
İhvanlar.net sitesinde Alıntıya göre Hamidullah’ın tasavvuf hakkındaki görüşleri şöyle: (Benim yetişme tarzım akılcıdır. ..Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, Hıristiyanların, İslamiyet’i kabulü; onları İsla’ı kabule sevk eden, fıkıh ve kelam alimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabi ve Mevlana gibi sufilerdir. Bu konuda benim de şahsi müşahedelerim olmuştur. İslami bir konuda benden izah istendiği zaman, benim verdiğim akli delillere dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu; fakat tasavvufi izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, Hülagu’nun yakıp yıkan istilalarından sonra, Gazan han zamanında lduğu gibi, bugün de en azından Avrupa ve Afrika’da İslam’a hizmet edecek olan, ne kılıç ne de akıldır; fakat kalb yani tasavvuftur. (Mustafa Kara-Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketlerinden.. )