İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
Numan Aka Yazar
İki yüzyıllık modernleşme tarihimizde ne Batı ile ne Batı olmadan yapabildik. Bir tarafından Abdullah Cevdet’lerin bir tarafından Mehmet Akif’lerin çektiği Batıcılık-Millilik hattı, üzerinde asırlar süren siyasi bir gerilim taşıyor.
Batı medeniyeti ile gelgitli ilişkimizin sonucu, Cumhuriyet öncesi başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla ayyuka çıkan siyasi parçalanmışlığın bir benzerini bugün de yaşıyoruz. Yüzyıldır Batı’ya ilhakın bu kadar yüksek sesle dile getirildiği olmamıştı, bugünlerde ise rahatlıkla konuşuluyor artık…
Cumhuriyet’in ilanı sonrası Batıcılar, Fransızlardan ilham bir milliyetçilikle Osmanlıcı ve İslamcı muhafazakâr rakiplerini saf dışı bırakarak iktidarın sahibi oldular. Osmanlıcılık vatansız kalıp, saltanatın ilgasıyla boşluğa düştü ve kendine dönemin muktedirleri tarafından meşru kabul edilen “Türkçülük” içerisinde sığınacak bir yer bulabildi ancak. İslamcılıksa hilafetin ilgası ve laikliğin ilanıyla siyasetteki meşruiyetini tamamen yitirdi ve deyim yerindeyse yeraltına çekildi.
KAVRAM KARMAŞASI
Modernleşme kavramının Batılılaşma ile iç içeliği, ülkemizdeki siyaset akımların kafa karışıklıklarının başında gelir. İki farklı kavramdan bahsediyormuşuz gibi görünse de modernleşme, deyim yerindeyse lisansı Batı’ya ait bir kavramdır ve az ya da çok Batılılaşmayı beraberinde getirir. Bu tariflere de yansımıştır. Anthony Giddens’a göre “Modernleşme, Avrupa’da 17. yüzyıldan bu yana ortaya çıkan, daha sonrasında etkileri açısından az ya da çok dünya ölçeğinde yaygınlaşan hayat biçimlerine ya da örgütlere işaret eder.”
Modernleşme sadece bir takım teknolojik ürünlerin veya üretim teknolojilerinin transferinden ibaret değildir. Modernleşme derken, Batı toplumlarında “aydınlanma düşüncesi”nden doğan; dinin toplum hayatındaki merkezi rolünden uzaklaştırılması ve insan aklının ve arzularının rehber olarak kabul edilmesinin getirdiği sekülarizm, laiklik, hümanizm, pozitivizm, liberalizm, demokrasi vb. siyasal, toplumsal ve kültürel ürünlerin tamamını kapsayan bir paketten bahsediyoruz aynı zamanda. Bu nedenle, muhafazakâr Müslümanlar bilim ve teknoloji konularında modernleşmeye hazır olduklarını söyleseler bile sistem için birer tehdit olarak görülmüşlerdir hep.
Muhafazakâr kesimin omuz verdiği diğer merkez sağ ve milliyetçi partiler bu söylemden oldukça rahatsızdı fakat Batı ile ilişkilerindeki bağımlılığı gayet açık bir şekilde ifşa ediyordu.
14 MAYIS SEÇİMLERİNİN İŞARET ETTİĞİ
Yaklaşan 14 Mayıs Cumhurbaşkanı ve Meclis Genel Seçimleri arifesinde Batıcı-Milli hattın iyice su yüzüne çıktığını, iki büyük ittifakın ana ayrışma konusunun Batıcılık olduğunu söyleyebiliriz. Batı başkentlerinden yapılan açıklamalar ve medyada atılan manşetler de rekabet eden taraflara bu açıdan yaklaşıldığını gösteriyor.
Sıkı bir “Kemalizm ve Atatürkçülük” karşıtı olan Murat Belge, 2021 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, hemen hemen Gezi olayları sonrası iyice belirginleşen bu yeni toplumsal öbekleşmeyi şu şekilde tasvir etmişti:
“Böyle bir kavgada, doğal olarak Atatürkçü dediğimiz kesime daha yakınım, çünkü benim Türkiye’nin Batılılaşma kararıyla bir kavgam yok. Tayyip Erdoğan ve onun sözcüsü olduğu kesimse Batı’dan nefret ediyor.”
Nitekim Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bu yılın Şubat ayında muhalif ittifakın protokol metnini takdim ederken “Avrupa’dan da bakacaklar ve hayranlıkla diyecekler ki, aferin Türkiye’ye” diyerek bir nevi tasdik etmişti bu bakışı. Terörle ilgili yasaların gevşetilmesinden kimi hayati uluslararası talep ve girişimlerimizden vazgeçilmesine, borca dayalı iktisadi bağımlılığın artırılmasından milli teknolojik yatırımların durdurulmasına (veya yavaşlatılmasına), ülkede etnik özerk yönetimler oluşturulmasından cinsel yönelim serbestliğine, muhalefetin hedefinin Türkiye’yi tekrar Batı güdümüne sokmak olduğu anlaşılıyor.
GÜÇLÜ, BAĞIMSIZ, MÜSLÜMAN TÜRKİYE
Muhalefet ittifakına desteği ile bilinen yazarlardan Etyen Mahçupyan, katıldığı bir programda ittifakın “millet” olan adının değiştirilmesi, halkın karşısına milliyetçilik ve bağımsızlık ülkülerinin günümüz dünyasında yeri olmadığı, gülünç olduğu söylemiyle çıkılması gerektiği tavsiyesinde bulunmuştu.
İktidarının ilk yedi senesini boynunda ilmekle geçiren AK Parti; Batı ile uyumlu, iyi ve eşit bir ilişki kurmak için oldukça yoğun bir gayret sarf etti. Bu gayretinin karşılık görmemesi karşısında Batı ile ilgili ülke siyasetini hızla Batı’ya bağımlılık ve Batı çıkarlarını önceleme çizgisinden çıkarttı. Son on senede ise kendi kararlarını kendi alabilen reşit bir Türkiye çizgisine yükseltti.