Adalet, Hakkaniyet
ve İnsaniyet Serüvenimiz
Hukukun temel
ve evrensel ilkelerini, kavrayamayan/kabullenemeyen/özümseyemeyen/görmezlikten
gelen; politikacı, asker, bürokrat, sivil yurttaş statüsünde insanların
eylem/söylem ve olumsuz tavırlarına yıllarca tanık olduk. Alıştık diyemem,
alışmak ve kabullenmek zorunda değiliz. Fakat günümüzde halen hukukçu kimliği
olmasına karşın, ideolojik ve maddi ikbal eksenli beklentiler uğruna bu
ilkeleri görmezlikten gelenlerin varlığı, beni yürekten yaralamaktadır. Hukuk
felsefesi, teorisi, ilkeleri ve bilincine gönül vermiş bir yurttaş olarak, bu
konuları defalarca yazdım ve yaşadıkça da dillendirmeye devam edeceğim.
Bağımsız ve
tarafsız bir bakış açısıyla, bangır bangır hukuk dersi veren akademisyenler
karşısında,
despotik bir argümanla laf yetiştirenleri gördükçe, ne
tür bir ortamda yaşadığımızı görüp tedirgin olmaktayım. Hammurabi Kanunlarını
bile anlamaktan aciz şahsiyetlere, pozitif ve modern hukuk bilicini sunmanın
zorluğunun elbette farkındayım. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur”
şeklinde, tekerleme türünde bir sözümüz vardır. Bu kısır
döngü anlayışının atmosferinden halen çıkabilmiş değiliz.
Gelişmiş dünya
ülkelerinin bizi gerçekten kıskanmasını ve örnek almasını istiyorsak, hukuk ve
insan hak ve özgürlükleri alanında, özgüven dolu bir cesaretle adımlar
atabilmeliyiz.
Dini konuları, siyaset dili ile tartışıyoruz. Siyaset
sorunlarına, din tabanlı çözüm önerileri sunuyoruz.
Sosyolojik sorunlara, milliyet eksenli çareler arıyoruz.
Bilimsel yöntemimize ise hepsini bulaştırıyoruz.
Bu niyet, yol, yöntem ve eylem ile boş kazanda aş
pişirmeye, yangına elekle su taşımaya devam eder dururuz.
Yıllardır
tekrarlanan ve halen ısrarla katledilmeye devam eden hukukun temel ilke ve
bireysel kazanımlarını, dilim döndüğünce tekrarlamaya devam edeceğim. Bu tür
temel ilkeleri; hukukçu olsun ya da olmasın, insani bir duruşa sahip, idealleri
olan bireyler gerekiyorsa duvara asmalı, ezberlemeli, arada bir okumalı ve tüm
benliğine katabilmelidir. Tencere dipten kaynar. Toplumu yaşatacak, refah ve
mutluluk düzeyini artıracak, birlik ve dayanışmayı sağlayacak olan bizleriz.
Bilim, ahlak, adalet, mantık, etik estetik, zarafet,
hakkaniyet ve meşruiyet kriterlerime uymayan hiçbir söylemim, eylemim, önerim
olamaz. Dayatılanları da kabullenmek zorunda değilim.
Pratik ve yalın bir dille hakkaniyet anlayışımıza besin
olabilecek maddeleri yazmaya başlayalım:
*
1/Hukukta usul önce gelir. Esas uğruna usul feda
edilemez. Politik, ideolojik, dinsel, mitomanik bir suç uydurularak, bu suça,
sözde bir suçlu atanamaz. Savaş ve olağanüstü halde bile hukukun üstünlüğü
askıya alınamaz.
2/ Suç ve cezada kanunilik ilkesine göre;
yasalarda niteliği ve ne olduğu açık şekilde belli olmayan bir suç yoksa, bu
alanda kimse suçlanamaz.
3/ İddia eden, iddiasını yasal yollarla elde
edilmiş somut delillerle ispatlamakla mükelleftir. “Filan kişiyle telefonda ne
konuştunuz” diye bir iddia ile suçlu aranıyorsa, ne konuşulduğunun ve bu konuşmanın
nasıl bir suça, cebir ve şiddete, tehdit ve tehlikeye dönüştüğünün, iddia
sahibince ortaya konulması gerekir ki, şüpheli de ona göre savunma yapsın.
Farazi, ütopik, sanal, hayal, zan,ısmarlama, evham ve rüya aleminden şüpheci
yaklaşımlarla, bireylerin lekelenmeme hakkını ihlal edemeyiz.
4/İstisnaları olmakla beraber, kazanılmış haklar,
korunmak zorundadır. Kanunlar geriye doğru işletilemez.
5/Hukuk güvenliği ilkesine göre, her yurttaş hak,
ödev ve sorumluluklarını net olarak bilmeli ve bu yasaların, yargı karşısında
herkese eşit olarak uygulandığı teminatına sahip olmalıdır.
6/Masumiyet karinesine göre; şüpheli, zanlı,
sanık, tutuklu bir yurttaş; tüm iç hukuk yollarını tüketip mahkumiyet almadan
suçlu olarak itham edilemez. Kaldı ki, bu niteliklerin hiçbirine sahip olmayan,
karakola bile ayağını basmamış insanları, pervasızca suçlayabilen ve bu
istismarın taraftar bulduğu bir ortamda yaşıyoruz.
7/Hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine
göre; bir söylem, eylem, niyet ve açıklama eğer suç unsuru oluşturduğu iddia
ediliyorsa; bu alanda yürürlükte olan, hükümleri belirli, yasal, anlaşılır,
ulaşılabilir, hukuki normlar hiyerarşisiyle çelişmeyen kural ve hükümler
olmalıdır.
8/ Bireyin veya toplulukların her hata, ihmal,
kasıt, günah veya etik dışı davranışları; ceza hukukunun ilgi ve işlem alanına
girmez. Anayasal ve evrensel özgürlük ve fikir hürriyetine dayanarak ortaya
konan her söylem ve tavrı benimsemek zorunda değiliz. Hoş karşılamadığımız,
onaylamadığımız, bize itici gelen, canımızı sıkan, rahatsız eden her açıklamadan
suçlu icat edemeyiz. Böyle bir kapı açıldığında tüm hukuki kazanımlar, siyasi
iradenin emrine verilmiş, keyfiliğe kapı aralanmış olur.
Erkler ayrılığına göre; yasama, yürütme, yargı,
birbirinden bağımsız ve denge içinde olması gerekirken, hepsi siyasi iradenin,
kullanışlı bir aparatına dönüşür. Ve her yeni yönetim, sil baştan kendi fikri
şablonuna göre yeni kurallar geliştirerek, ötekileştiremeye ve suçlu türetmeye
devam eder.
9/Bir suç ya vardır ya yoktur. Suç varsa ceza
vardır. Suçun niteliği de yasalarda açıkça belirtilmiş, suçun maddi ve manevi
unsurları oluşmuş, kanuni delillerle sabit olmuş, suç ve delil arasında, kabul
ebilebilir, mantıklı bir illiyet(nedensellik) bağı kurulmuş olmalıdır.
10/Hukukta gerekçe yalnızca yargıcın dikkate
alması gereken bir unsur değildir. İddia makamı da iddialarını, yasal delil ve
suç gerekçeleriyle ortaya koymalıdır. Savunma makamı da iddia ve hüküm
arasındaki uyuşmazlık ve çelişkileri, yasal gerekçelerle ortaya koymalıdır.
Bunların dışında kalan, televizyon/ sosyal medya/ideoloji/inanç
kalıplarıyla yetişmiş, elinde bir sopa, gözünde kaynak gözlüğü, beyninde pranga
olan şahsiyetler de hariçten gazel okumayı marifet sanıyorlarsa, bu ilkeleri
gözden geçirmelerini öneririm.
11/ “Kimin işine yarayacak, kime yaramayacak”
mantığı ile tartılıp, geliştirilen, yorumlanan, ilke/yasa ve kurallar bizi bir
bilinmeze doğru sürükler. Demokratik, laik, çoğulcu, özgürlükçü olduğumuzu
iddia ediyorsak; bu ilkelerle çelişen söylem, eylem ve iradelerden kaçınmamız
gerekir.
12/ Periyodik olarak topluma, elma şekeri gibi
sunulan, reform ve özgürlük açılımları, ağzımızı geçici olarak tatlandırıp,
gönlümüzü ferah tutsa da rüyadan uyandığımızda, daha da gerilere
savrulduğumuzu, umutlarımızın dumura uğradığına tanık olmaktayız. “Korkulu rüya
görmektense, hiç uyumamak daha iyidir” diyorsak, bu acı reçeteyi, kurtuluş
adına hep birlikte uygulamamız gerekiyor.
13/ TMK m. 2/1 “Herkes, haklarını
kullanırken ve borçlarını yerine getirirken, dürüstlük kuralına uymak
zorundadır” der. Dürüstlük ve doğruluğun bireye bakan yönü bu iken; yasama,
yürütme ve yargı erkini sınırlayan ve bağlayan yasalar da vardır. Yargı etiği
ise; asgari ahlak öğretisidir. Yani hakkaniyet ve meşruiyet adına en ideal
hüküm beklenirken, “en azından bu kurallara uyunuz” diye geliştirilmiş ahlaki
normlardır.
14/ Habeas Corpus Kuralı:
Kişi özgürlüğünün güvencesi olarak, 1679’da İngiltere’de ortaya çıkan bir
kuraldır. Bireysel özgürlük ve güvenlik hakkının teminatı için, hüküm, iddia,
itham ve yargılama tekelinin bağımsız mahkemelerde olduğunun kabulüdür. “Kral, padişah,
din adamı, polis, bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı, bu yetkilerin hiçbirini
kullanamaz” olarak da anlaşılabilir. Bireyi şüpheli olarak tanımlayacak olan
savcı, tedbiren tutuklu veya hükümlü durumuna getirecek olan bağımsız
yargıçtır. Diğer kişi veya kurumlar; makamı ve unvanı ne olursa olsun, bu
alandaki öneri, öngörü, tavsiye ve yargıları; hukuk devleti ölçülerinde
geçersizdir. Makul şüphe ile zanlı olarak yakalanan kişi, en kısa sürede hakim
karşısına çıkarılmalıdır.
15/ Soyut, belirsiz,
metafizik, şüpheli bir yasa, düzenleme, ceza ve iddia olmaz.
16/ Hak ve fiil ehliyeti olan bir kişi; hukuki bir
norm olarak erişilebilir, açık bir içeriği olan, yasa ile suç sayılmayan,
kısıtlanmayan, hiçbir tercih, tasarruf ve eyleminden dolayı suçlanamaz. Önceden
izin/onay almayı gerektirmeyen durumlar için suç ve suçlu üretilemez.
17/ Hukukun, meşruiyet kazanması için, meriyetten
güç alarak; bilim ve mantık tabanlı, kavram/önerme/delil/ temellendirme/akıl
yürütme/metot/ gerekçelendirme/hüküm ile maddi gerçekliğe yürüme zorunluluğu
vardır.
18/ Kazanılmış haklara saygı ilkesi: Belirli bir
zaman diliminde, yürürlükteki kanunlara göre hak kazanılmış, belgelenmiş,
tescil edilmiş bir hakkın, daha sonraları kanun ve mevzuat değişse bile, hak
sahibinin bu haktan mahrum bırakılmamasıdır.
19/ Evleviyet İlkesi: Hukuki yorum ve hükümlerde;
çoğun içinde azı da vardır olarak tanımlanır.
Bir örnek verelim, aksine yasal bir hüküm, kanun,
kısıtlama yoksa; sözleşme imzalayıp hesap açtığınız resmi bir bankaya para
yatırmak yasal ise, o parayı çekmek ya da başka bir tasarruf aracı olarak
kullanmak da yasaldır. Yasa ile kapatılmayan siyasi parti, dernek/vakıf üyeliği
de aynı kapsamdadır.
20/ Kanunları bilmemek, yasalar ve yasaları
uygulamakla yükümlü mahkemeler karşısında geçerli bir mazeret değildir. Bu
nedenle temel hak ve ödevleri, sorumlulukları her yurttaşın bilmesi gerekir.
21/ Anayasamızda ayrıca: Kanun önünde eşitlik, anayasanın
bağlayıcılığı ve üstünlüğü, temel hak ve hürriyetlerin niteliği, Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı, Kişi hürriyeti ve güvenliği, özel
hayatın gizliliği ve korunması, Haberleşme hürriyeti, Yerleşme ve seyahat
hürriyeti, Din ve vicdan hürriyeti, Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti,
Düşünce ve kanaat hürriyeti, Bilim ve sanat hürriyeti, Basın hürriyeti,
Düzeltme ve cevap hakkı, Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, Mülkiyet
hakkı, Hak arama hürriyeti, Kanunî hâkim güvencesi, Çalışma ve sözleşme
hürriyeti, Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı,
Mahkemelerin bağımsızlığı, Hâkimlik ve savcılık teminatı, Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması…..
ve benzeri başlıklar altında, bireysel
ve kurumsal hak ve ödevler detaylıca açıklanmaktadır.
22/ Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle
kınanamaz ve suçlanamaz. Kendisinin açıklamak istemediği bir inanç tercihi de
makamı ve görevi ne olursa olsun, başkası tarafından da açıklanamaz. Suç unsuru
gibi sunulamaz. Bu inanç sahibinin, bu kimliği ile işlediği somut bir suç
belirtisi olmalıdır.
23/ Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun
suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Geçmişteki
yasal eylem ve tercihler, sonradan yapılan düzenlemeyle suç sepetine atılamaz.
24/ Duruşmalarda, silahların eşitliği ve
çelişmeli/çekişmeli yargılama ilkesi gereği; sanığın/vekilinin/müdafiinin
sınırsız delil sunma, sözlü savunma yapma, tarafların sorularına cevap verme,
taraflara soru yöneltme hakkı vardır.
Çekişmeden maksat; kavga, kargaşa, gürültü değil, sanığın
özgüveni ve adaletin ruhundan aldığı cesaretle, meşru haklarıyla maddi
gerçekliği aramaktır. Bu konunun detayları anayasamızda, ceza kanununda, AİHM
içtihat ve kararlarında, AİHS metinlerinde, Yargıtay ve AYM içtihatlarında
vardır.
Farklı dönem ve ülkelerde yapılan yargı etiği toplantıları da bu haklar
üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Gerçekten etik ilkelere uymayı arzu edenler
için, yüzlerce kabul edilmiş ilke, metin, tüzük ve yasa vardır.
25/ Suç bireyseldir. Bir kuş ya canlıdır ya ölüdür
ya da yaralıdır. Fakat Bir insan adalet terazisi karşısında, hukuk
kriterleriyle ya masumdur ya da suçludur. Hukuk belirsizliği dışlar. Üçüncü
hali yok sayar. Her şeye rağmen ortada bir şüphe ve belirsizlik varsa, sanık
lehine yorumlanır. Şüpheden sanık yararlanır. “suçlunun akrabasıydı, iş
ortağıydı, eşiydi, okul arkadaşıydı, sosyal medya takipçisiydi, aynı gazeteyi
okuyordu, fikirdaşıydı” ve benzeri soyut, zan, niyet ve husumete dayalı fikir
yürütme ile delil üretip, ithama konu suç ile nedensellik bağı oluşturulamaz.
Başka geçerli delillere ihtiyaç vardır.
Aidiyet ve mensubiyet kavramını yeterli görmeyip,
“irtibatlı, iltisaklı, gizlenmiş tanık” gibi yeni türetilmiş hukuk ögeleriyle;
adalet, hak, maddi gerçeklik ve meşruiyet arayışlarına zan ve şüphe düşürülmüş
olur. Toplum nazarında hukuk devletine güven hissi azalır, hukukun üstünlüğü ve
hukuk güvenliği itibarsızlaştırılmış olur.
26/ Adalet, herkese hakkı olanı vermektir. Adalet
ve hak, lütuf ve ikram olarak dağıtılamaz. Hak, dağıtılan değil, kişiyle
bütünleşmiş, kimsenin zorla alamayacağı, doğal ve kazanılmış bir imtiyazdır.
27/ Yasa, anayasa, yerel ve evrensel hukuki
normlar; belirli bir hiyerarşi ile birbirine bağlıdır, bütündür. Bir bölümünü
kabullenip, bize dokunan kısmını tanımamak, hakkaniyet ve meşruiyetle
bağdaşmaz.
28/ “Yaptığınız suç isnadının, sözde faili olarak
kırdığım, yıktığım, bozduğum, öldürdüğüm, yaraladığım, zarara uğrattığım şey
nedir, geçerli delilleri nedir, tatbikatını yapmak ve/ya eski haline
dönüştürmek istiyorum” dediğinizde, size nesnel, somut, makul, mantıklı, yasal,
tutarlı, kabul edilebilir, açık, her türlü şüpheden uzak bir cevap
verilemiyorsa, hayali bir iddiaya re’sen (zoraki)
tayin edilmiş, önceden belirlenmiş suçlu bir kurbansınız
demektir.
29/Hukuki ilke, norm, nosyon(kavram) ve
formasyonlar; hukuk bilinci ve öğretisi için süzgeç, filtre, test
mekanizmalarıdır. Ceza, karar, kanun, hüküm ve bir iddia varsa, bunları çoklu
bir filtreli mekanizmadan geçirirseniz, en alt filtreden önünüze düşen veriyi,
hiçbir şüpheye gerek duymadan olumlu yorumlayabilirsiniz. Hukuk biliminde ve
adalet arayışında, ön bilgi ve tetkik anlamında, bu tür yapay zekâ
uygulamalarından yararlanmakta fayda vardır.
30/ Geçerli mevzuata göre, İç hukuk yolları
tükenmeden AYM’ne başvurulamıyor. AYM kararını açıklamadan AİHM’ne gidilemiyor.
İç hukuk sürecinin garantörü, teminatı hangi adli mekanizmadır?
Tüm süreci denetleyebilecek Yüksek Etik Kurulu var mıdır?
İç hukuk süreci kasten yavaşlatılabiliyorsa ya da kendisi zaten tükenmişse,
yurttaşın adalet arayışının akıbeti belirsizdir.
Ayrıca yasaya göre, uzun süren tutukluluk ve yargılama
süreçlerinde, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı aranmaz.
31/ Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik,
orantılılık gibi üç alt ilke ile beslenmelidir.
Yetki, itham ya da hüküm ile; ulaşılmak istenen amaca
elverişli, varılmak istenen amaç için gerekli, alınan önlem, varılmak istenen
amaç arasındaki ölçüyü belirler. Suç ile ceza arasında da bir orantı olmalıdır.
Trafik kazasında ihmal ile bir yayayı yaralayan sürücüye verilen ceza, kasten
adam öldürene verilen cezayla bir olamaz. Kanunlarda yazmayan, yönetmeliklerde
detaylandırılmayan hiçbir ceza şekli, sanığa uygulanamaz. Her ölçüsüzlük,
keyfiliğe, gayrı meşruluğa kapı açar.
32/ Anayasamızın 17. Maddesi, insan onurunu
korumayı hedeflemiştir. Bu ilke devlete, insan onurunu zedeleyebilecek fiil,
yaptırım ve kararlardan kaçınmayı, ihlal edenlere de cezai yaptırım
uygulanmasını emreder. Ayrıca unutmamak gerekir ki; sanığa verilen ceza, kindar
bir beklentiyle, onu rezil etmek, hakaret etmek, küçük düşürmek, utandırmak
amacını güdemez. Devlet, suçluların ıslahı, tekrar topluma kazandırılması, suçu
oluşmadan önleme çabası ve öngörüsü içinde olmalıdır.
33/ Yasama organı olan TBMM haricinde hiçbir kurum,
yasama ve anayasal yetki ve fonksiyonunun gaspı niteliğinde, toplumun tamamını
ilgilendiren bir kanun çıkaramaz. Çünkü T.C. Anayasası
“MADDE 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” Hükmü çok net ve açıktır.
34/ Bir iddianın içinde hüküm de varsa, bu bir
yetki gaspıdır. Adil Yargılama baştan boşa düşmüştür.
Her yetkiyi, yasal dayanak ve gerekçeyle meşrulaştırmak
zorundayız.
Savunma olmadan, hüküm kurulması, İhsas-ı rey yasağını
çiğnemek olur.
35/ Keyfi idari takdir yetkisinin ve icraatının;
sonradan kanunlaştırılarak yasallaştırılması, hukuk devleti, hukuk güvenliği ve
belirlilik ilkelerinin ihlalidir. Bağımsız ve tarafsız yargısal denetim bunu
önlemek için vardır.
36/ Siyasi idarenin yaptığı bazı hatalar, işlediği
suçlar, ihmal ve kusurlar; “ağır hizmet kusuru, usul hatası”, inisiyatif
kullanımı diye geçiştirilemez. Anayasal bir hüküm ihlal edilmişse, bu kapsamda
yorumlanmalıdır. Yerindelik denetiminin kapsamı ve sınırları yasayla
belirlenmiştir.
Dört sayfada,
pratik ve ilk etapta bilinmesi gereken temel hukuki bilgileri özetlemeye
çalıştım.
Noksan veya anlaşılmayan yerler de olabilir. Hukuk ve
adalet arayışımız elbette dört sayfaya sığdırılamaz. Ön bilgi ile bir merak
uyandırmak, asıl kaynaklara yönelmeye teşvik etmektir amacım.
Yasa, anayasa, hukuk felsefesi, mevzuat, içtihat, yorum,
hüküm gibi yoğun bir zaman ve fikir
temposu gerektiren eserleri okuma fırsatı olmayanlar için umarım faydalı bir
çalışma olmuştur.
İlave madde, yorum, öneri, düzelti ve eleştirileriniz
varsa; bedava sunulan bir armağan olarak göreceğimizden kuşkunuz olmasın. Fakat
tenkitler de metodolojik ve etik bir yöntem ile yapılmalı, alternatif bir öneri
sunulmalıdır.
Unutmayalım
ki; “adaleti biz koruyamazsak, o da bizi koruyup kollayamayacaktır”
Şahsiyetleri şeytanlaştırma ve yüceltme uğruna
tüketilecek bir vaktim yok, zihnimde/gönlümde bu uğurda ayırdığım bir sevdam
yok, bunlara ihtiyacım da yok.
Evrensel adalet; bireylere/değerlere/toplumlara/ tüm
varoluşa hakkı olanı vermektir.
Zihnimi ve vücudumu atomlarına ayırsanız, karşınıza ancak
bu hakikatler çıkacaktır.
Daha yaşanılabilir bir evren ve atmosferde buluşmak
özlemiyle…
Samsun, 07.04.2020
Ali Rıza MALKOÇ