Makale / Toplumsal Makaleler

Eklenme Tarihi : 7.04.2021
Okunma Sayısı : 1951
Yorum Sayısı : 1
Günün Yazısı

Bu Yazı 8.04.2021 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

Adalet, Hakkaniyet ve İnsaniyet Serüvenimiz

 

     Hukukun temel ve evrensel ilkelerini, kavrayamayan/kabullenemeyen/özümseyemeyen/görmezlikten gelen; politikacı, asker, bürokrat, sivil yurttaş statüsünde insanların eylem/söylem ve olumsuz tavırlarına yıllarca tanık olduk. Alıştık diyemem, alışmak ve kabullenmek zorunda değiliz. Fakat günümüzde halen hukukçu kimliği olmasına karşın, ideolojik ve maddi ikbal eksenli beklentiler uğruna bu ilkeleri görmezlikten gelenlerin varlığı, beni yürekten yaralamaktadır. Hukuk felsefesi, teorisi, ilkeleri ve bilincine gönül vermiş bir yurttaş olarak, bu konuları defalarca yazdım ve yaşadıkça da dillendirmeye devam edeceğim.

     Bağımsız ve tarafsız bir bakış açısıyla, bangır bangır hukuk dersi veren akademisyenler karşısında,

despotik bir argümanla laf yetiştirenleri gördükçe, ne tür bir ortamda yaşadığımızı görüp tedirgin olmaktayım. Hammurabi Kanunlarını bile anlamaktan aciz şahsiyetlere, pozitif ve modern hukuk bilicini sunmanın zorluğunun elbette farkındayım. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur”

şeklinde, tekerleme türünde bir sözümüz vardır. Bu kısır döngü anlayışının atmosferinden halen çıkabilmiş değiliz.

     Gelişmiş dünya ülkelerinin bizi gerçekten kıskanmasını ve örnek almasını istiyorsak, hukuk ve insan hak ve özgürlükleri alanında, özgüven dolu bir cesaretle adımlar atabilmeliyiz.

Dini konuları, siyaset dili ile tartışıyoruz. Siyaset sorunlarına, din tabanlı çözüm önerileri sunuyoruz.

Sosyolojik sorunlara, milliyet eksenli çareler arıyoruz. Bilimsel yöntemimize ise hepsini bulaştırıyoruz.

Bu niyet, yol, yöntem ve eylem ile boş kazanda aş pişirmeye, yangına elekle su taşımaya devam eder dururuz.

     Yıllardır tekrarlanan ve halen ısrarla katledilmeye devam eden hukukun temel ilke ve bireysel kazanımlarını, dilim döndüğünce tekrarlamaya devam edeceğim. Bu tür temel ilkeleri; hukukçu olsun ya da olmasın, insani bir duruşa sahip, idealleri olan bireyler gerekiyorsa duvara asmalı, ezberlemeli, arada bir okumalı ve tüm benliğine katabilmelidir. Tencere dipten kaynar. Toplumu yaşatacak, refah ve mutluluk düzeyini artıracak, birlik ve dayanışmayı sağlayacak olan bizleriz.

Bilim, ahlak, adalet, mantık, etik estetik, zarafet, hakkaniyet ve meşruiyet kriterlerime uymayan hiçbir söylemim, eylemim, önerim olamaz. Dayatılanları da kabullenmek zorunda değilim.

Pratik ve yalın bir dille hakkaniyet anlayışımıza besin olabilecek maddeleri yazmaya başlayalım:

*

1/Hukukta usul önce gelir. Esas uğruna usul feda edilemez. Politik, ideolojik, dinsel, mitomanik bir suç uydurularak, bu suça, sözde bir suçlu atanamaz. Savaş ve olağanüstü halde bile hukukun üstünlüğü askıya alınamaz.

2/ Suç ve cezada kanunilik ilkesine göre; yasalarda niteliği ve ne olduğu açık şekilde belli olmayan bir suç yoksa, bu alanda kimse suçlanamaz.

3/ İddia eden, iddiasını yasal yollarla elde edilmiş somut delillerle ispatlamakla mükelleftir. “Filan kişiyle telefonda ne konuştunuz” diye bir iddia ile suçlu aranıyorsa, ne konuşulduğunun ve bu konuşmanın nasıl bir suça, cebir ve şiddete, tehdit ve tehlikeye dönüştüğünün, iddia sahibince ortaya konulması gerekir ki, şüpheli de ona göre savunma yapsın. Farazi, ütopik, sanal, hayal, zan,ısmarlama, evham ve rüya aleminden şüpheci yaklaşımlarla, bireylerin lekelenmeme hakkını ihlal edemeyiz.

4/İstisnaları olmakla beraber, kazanılmış haklar, korunmak zorundadır. Kanunlar geriye doğru işletilemez.

5/Hukuk güvenliği ilkesine göre, her yurttaş hak, ödev ve sorumluluklarını net olarak bilmeli ve bu yasaların, yargı karşısında herkese eşit olarak uygulandığı teminatına sahip olmalıdır.

6/Masumiyet karinesine göre; şüpheli, zanlı, sanık, tutuklu bir yurttaş; tüm iç hukuk yollarını tüketip mahkumiyet almadan suçlu olarak itham edilemez. Kaldı ki, bu niteliklerin hiçbirine sahip olmayan, karakola bile ayağını basmamış insanları, pervasızca suçlayabilen ve bu istismarın taraftar bulduğu bir ortamda yaşıyoruz.

7/Hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine göre; bir söylem, eylem, niyet ve açıklama eğer suç unsuru oluşturduğu iddia ediliyorsa; bu alanda yürürlükte olan, hükümleri belirli, yasal, anlaşılır, ulaşılabilir, hukuki normlar hiyerarşisiyle çelişmeyen kural ve hükümler olmalıdır.

8/ Bireyin veya toplulukların her hata, ihmal, kasıt, günah veya etik dışı davranışları; ceza hukukunun ilgi ve işlem alanına girmez. Anayasal ve evrensel özgürlük ve fikir hürriyetine dayanarak ortaya konan her söylem ve tavrı benimsemek zorunda değiliz. Hoş karşılamadığımız, onaylamadığımız, bize itici gelen, canımızı sıkan, rahatsız eden her açıklamadan suçlu icat edemeyiz. Böyle bir kapı açıldığında tüm hukuki kazanımlar, siyasi iradenin emrine verilmiş, keyfiliğe kapı aralanmış olur.

Erkler ayrılığına göre; yasama, yürütme, yargı, birbirinden bağımsız ve denge içinde olması gerekirken, hepsi siyasi iradenin, kullanışlı bir aparatına dönüşür. Ve her yeni yönetim, sil baştan kendi fikri şablonuna göre yeni kurallar geliştirerek, ötekileştiremeye ve suçlu türetmeye devam eder.

9/Bir suç ya vardır ya yoktur. Suç varsa ceza vardır. Suçun niteliği de yasalarda açıkça belirtilmiş, suçun maddi ve manevi unsurları oluşmuş, kanuni delillerle sabit olmuş, suç ve delil arasında, kabul ebilebilir, mantıklı bir illiyet(nedensellik) bağı kurulmuş olmalıdır.

10/Hukukta gerekçe yalnızca yargıcın dikkate alması gereken bir unsur değildir. İddia makamı da iddialarını, yasal delil ve suç gerekçeleriyle ortaya koymalıdır. Savunma makamı da iddia ve hüküm arasındaki uyuşmazlık ve çelişkileri, yasal gerekçelerle ortaya koymalıdır.

Bunların dışında kalan, televizyon/ sosyal medya/ideoloji/inanç kalıplarıyla yetişmiş, elinde bir sopa, gözünde kaynak gözlüğü, beyninde pranga olan şahsiyetler de hariçten gazel okumayı marifet sanıyorlarsa, bu ilkeleri gözden geçirmelerini öneririm.

11/ “Kimin işine yarayacak, kime yaramayacak” mantığı ile tartılıp, geliştirilen, yorumlanan, ilke/yasa ve kurallar bizi bir bilinmeze doğru sürükler. Demokratik, laik, çoğulcu, özgürlükçü olduğumuzu iddia ediyorsak; bu ilkelerle çelişen söylem, eylem ve iradelerden kaçınmamız gerekir.

12/ Periyodik olarak topluma, elma şekeri gibi sunulan, reform ve özgürlük açılımları, ağzımızı geçici olarak tatlandırıp, gönlümüzü ferah tutsa da rüyadan uyandığımızda, daha da gerilere savrulduğumuzu, umutlarımızın dumura uğradığına tanık olmaktayız. “Korkulu rüya görmektense, hiç uyumamak daha iyidir” diyorsak, bu acı reçeteyi, kurtuluş adına hep birlikte uygulamamız gerekiyor.

 

13/ TMK m. 2/1 “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken, dürüstlük kuralına uymak zorundadır” der. Dürüstlük ve doğruluğun bireye bakan yönü bu iken; yasama, yürütme ve yargı erkini sınırlayan ve bağlayan yasalar da vardır. Yargı etiği ise; asgari ahlak öğretisidir. Yani hakkaniyet ve meşruiyet adına en ideal hüküm beklenirken, “en azından bu kurallara uyunuz” diye geliştirilmiş ahlaki normlardır.

 

14/ Habeas Corpus Kuralı: Kişi özgürlüğünün güvencesi olarak, 1679’da İngiltere’de ortaya çıkan bir kuraldır. Bireysel özgürlük ve güvenlik hakkının teminatı için, hüküm, iddia, itham ve yargılama tekelinin bağımsız mahkemelerde olduğunun kabulüdür. “Kral, padişah, din adamı, polis, bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı, bu yetkilerin hiçbirini kullanamaz” olarak da anlaşılabilir. Bireyi şüpheli olarak tanımlayacak olan savcı, tedbiren tutuklu veya hükümlü durumuna getirecek olan bağımsız yargıçtır. Diğer kişi veya kurumlar; makamı ve unvanı ne olursa olsun, bu alandaki öneri, öngörü, tavsiye ve yargıları; hukuk devleti ölçülerinde geçersizdir. Makul şüphe ile zanlı olarak yakalanan kişi, en kısa sürede hakim karşısına çıkarılmalıdır.

 

15/ Soyut, belirsiz, metafizik, şüpheli bir yasa, düzenleme, ceza ve iddia olmaz.

 

16/ Hak ve fiil ehliyeti olan bir kişi; hukuki bir norm olarak erişilebilir, açık bir içeriği olan, yasa ile suç sayılmayan, kısıtlanmayan, hiçbir tercih, tasarruf ve eyleminden dolayı suçlanamaz. Önceden izin/onay almayı gerektirmeyen durumlar için suç ve suçlu üretilemez.

 

17/ Hukukun, meşruiyet kazanması için, meriyetten güç alarak; bilim ve mantık tabanlı, kavram/önerme/delil/ temellendirme/akıl yürütme/metot/ gerekçelendirme/hüküm ile maddi gerçekliğe yürüme zorunluluğu vardır.

 

18/ Kazanılmış haklara saygı ilkesi: Belirli bir zaman diliminde, yürürlükteki kanunlara göre hak kazanılmış, belgelenmiş, tescil edilmiş bir hakkın, daha sonraları kanun ve mevzuat değişse bile, hak sahibinin bu haktan mahrum bırakılmamasıdır.

 

19/ Evleviyet İlkesi: Hukuki yorum ve hükümlerde; çoğun içinde azı da vardır olarak tanımlanır.

Bir örnek verelim, aksine yasal bir hüküm, kanun, kısıtlama yoksa; sözleşme imzalayıp hesap açtığınız resmi bir bankaya para yatırmak yasal ise, o parayı çekmek ya da başka bir tasarruf aracı olarak kullanmak da yasaldır. Yasa ile kapatılmayan siyasi parti, dernek/vakıf üyeliği de aynı kapsamdadır.

 

20/ Kanunları bilmemek, yasalar ve yasaları uygulamakla yükümlü mahkemeler karşısında geçerli bir mazeret değildir. Bu nedenle temel hak ve ödevleri, sorumlulukları her yurttaşın bilmesi gerekir.

 

21/ Anayasamızda ayrıca: Kanun önünde eşitlik, anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, temel hak ve hürriyetlerin niteliği, Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı, Kişi hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın gizliliği ve korunması, Haberleşme hürriyeti,  Yerleşme ve seyahat hürriyeti, Din ve vicdan hürriyeti, Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, Düşünce ve kanaat hürriyeti, Bilim ve sanat hürriyeti, Basın hürriyeti, Düzeltme ve cevap hakkı, Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, Mülkiyet hakkı, Hak arama hürriyeti, Kanunî hâkim güvencesi,  Çalışma ve sözleşme hürriyeti, Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı, Mahkemelerin bağımsızlığı,  Hâkimlik ve savcılık teminatı, Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması…..
 ve benzeri başlıklar altında, bireysel ve kurumsal hak ve ödevler detaylıca açıklanmaktadır.

22/ Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Kendisinin açıklamak istemediği bir inanç tercihi de makamı ve görevi ne olursa olsun, başkası tarafından da açıklanamaz. Suç unsuru gibi sunulamaz. Bu inanç sahibinin, bu kimliği ile işlediği somut bir suç belirtisi olmalıdır.

23/ Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Geçmişteki yasal eylem ve tercihler, sonradan yapılan düzenlemeyle suç sepetine atılamaz.

24/ Duruşmalarda, silahların eşitliği ve çelişmeli/çekişmeli yargılama ilkesi gereği; sanığın/vekilinin/müdafiinin sınırsız delil sunma, sözlü savunma yapma, tarafların sorularına cevap verme, taraflara soru yöneltme hakkı vardır.

Çekişmeden maksat; kavga, kargaşa, gürültü değil, sanığın özgüveni ve adaletin ruhundan aldığı cesaretle, meşru haklarıyla maddi gerçekliği aramaktır. Bu konunun detayları anayasamızda, ceza kanununda, AİHM içtihat ve kararlarında, AİHS metinlerinde, Yargıtay ve AYM içtihatlarında vardır.
Farklı dönem ve ülkelerde yapılan yargı etiği toplantıları da bu haklar üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Gerçekten etik ilkelere uymayı arzu edenler için, yüzlerce kabul edilmiş ilke, metin, tüzük ve yasa vardır.

 

25/ Suç bireyseldir. Bir kuş ya canlıdır ya ölüdür ya da yaralıdır. Fakat Bir insan adalet terazisi karşısında, hukuk kriterleriyle ya masumdur ya da suçludur. Hukuk belirsizliği dışlar. Üçüncü hali yok sayar. Her şeye rağmen ortada bir şüphe ve belirsizlik varsa, sanık lehine yorumlanır. Şüpheden sanık yararlanır. “suçlunun akrabasıydı, iş ortağıydı, eşiydi, okul arkadaşıydı, sosyal medya takipçisiydi, aynı gazeteyi okuyordu, fikirdaşıydı” ve benzeri soyut, zan, niyet ve husumete dayalı fikir yürütme ile delil üretip, ithama konu suç ile nedensellik bağı oluşturulamaz. Başka geçerli delillere ihtiyaç vardır.

Aidiyet ve mensubiyet kavramını yeterli görmeyip, “irtibatlı, iltisaklı, gizlenmiş tanık” gibi yeni türetilmiş hukuk ögeleriyle; adalet, hak, maddi gerçeklik ve meşruiyet arayışlarına zan ve şüphe düşürülmüş olur. Toplum nazarında hukuk devletine güven hissi azalır, hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliği itibarsızlaştırılmış olur.

 

 

26/ Adalet, herkese hakkı olanı vermektir. Adalet ve hak, lütuf ve ikram olarak dağıtılamaz. Hak, dağıtılan değil, kişiyle bütünleşmiş, kimsenin zorla alamayacağı, doğal ve kazanılmış bir imtiyazdır.

27/ Yasa, anayasa, yerel ve evrensel hukuki normlar; belirli bir hiyerarşi ile birbirine bağlıdır, bütündür. Bir bölümünü kabullenip, bize dokunan kısmını tanımamak, hakkaniyet ve meşruiyetle bağdaşmaz.

 

28/ “Yaptığınız suç isnadının, sözde faili olarak kırdığım, yıktığım, bozduğum, öldürdüğüm, yaraladığım, zarara uğrattığım şey nedir, geçerli delilleri nedir, tatbikatını yapmak ve/ya eski haline dönüştürmek istiyorum” dediğinizde, size nesnel, somut, makul, mantıklı, yasal, tutarlı, kabul edilebilir, açık, her türlü şüpheden uzak bir cevap verilemiyorsa, hayali bir iddiaya re’sen (zoraki)

tayin edilmiş, önceden belirlenmiş suçlu bir kurbansınız demektir.

 

29/Hukuki ilke, norm, nosyon(kavram) ve formasyonlar; hukuk bilinci ve öğretisi için süzgeç, filtre, test mekanizmalarıdır. Ceza, karar, kanun, hüküm ve bir iddia varsa, bunları çoklu bir filtreli mekanizmadan geçirirseniz, en alt filtreden önünüze düşen veriyi, hiçbir şüpheye gerek duymadan olumlu yorumlayabilirsiniz. Hukuk biliminde ve adalet arayışında, ön bilgi ve tetkik anlamında, bu tür yapay zekâ uygulamalarından yararlanmakta fayda vardır.

 

30/ Geçerli mevzuata göre, İç hukuk yolları tükenmeden AYM’ne başvurulamıyor. AYM kararını açıklamadan AİHM’ne gidilemiyor. İç hukuk sürecinin garantörü, teminatı hangi adli mekanizmadır?

Tüm süreci denetleyebilecek Yüksek Etik Kurulu var mıdır? İç hukuk süreci kasten yavaşlatılabiliyorsa ya da kendisi zaten tükenmişse, yurttaşın adalet arayışının akıbeti belirsizdir.

Ayrıca yasaya göre, uzun süren tutukluluk ve yargılama süreçlerinde, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı aranmaz.

 

31/ Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik, orantılılık gibi üç alt ilke ile beslenmelidir.

Yetki, itham ya da hüküm ile; ulaşılmak istenen amaca elverişli, varılmak istenen amaç için gerekli, alınan önlem, varılmak istenen amaç arasındaki ölçüyü belirler. Suç ile ceza arasında da bir orantı olmalıdır. Trafik kazasında ihmal ile bir yayayı yaralayan sürücüye verilen ceza, kasten adam öldürene verilen cezayla bir olamaz. Kanunlarda yazmayan, yönetmeliklerde detaylandırılmayan hiçbir ceza şekli, sanığa uygulanamaz. Her ölçüsüzlük, keyfiliğe, gayrı meşruluğa kapı açar.

 

32/ Anayasamızın 17. Maddesi, insan onurunu korumayı hedeflemiştir. Bu ilke devlete, insan onurunu zedeleyebilecek fiil, yaptırım ve kararlardan kaçınmayı, ihlal edenlere de cezai yaptırım uygulanmasını emreder. Ayrıca unutmamak gerekir ki; sanığa verilen ceza, kindar bir beklentiyle, onu rezil etmek, hakaret etmek, küçük düşürmek, utandırmak amacını güdemez. Devlet, suçluların ıslahı, tekrar topluma kazandırılması, suçu oluşmadan önleme çabası ve öngörüsü içinde olmalıdır.

 

33/ Yasama organı olan TBMM haricinde hiçbir kurum, yasama ve anayasal yetki ve fonksiyonunun gaspı niteliğinde, toplumun tamamını ilgilendiren bir kanun çıkaramaz. Çünkü T.C. Anayasası
“MADDE 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” Hükmü çok net ve açıktır.

34/ Bir iddianın içinde hüküm de varsa, bu bir yetki gaspıdır. Adil Yargılama baştan boşa düşmüştür.

Her yetkiyi, yasal dayanak ve gerekçeyle meşrulaştırmak zorundayız.

Savunma olmadan, hüküm kurulması, İhsas-ı rey yasağını çiğnemek olur.

 

35/ Keyfi idari takdir yetkisinin ve icraatının; sonradan kanunlaştırılarak yasallaştırılması, hukuk devleti, hukuk güvenliği ve belirlilik ilkelerinin ihlalidir. Bağımsız ve tarafsız yargısal denetim bunu önlemek için vardır.

 

36/ Siyasi idarenin yaptığı bazı hatalar, işlediği suçlar, ihmal ve kusurlar; “ağır hizmet kusuru, usul hatası”, inisiyatif kullanımı diye geçiştirilemez. Anayasal bir hüküm ihlal edilmişse, bu kapsamda yorumlanmalıdır. Yerindelik denetiminin kapsamı ve sınırları yasayla belirlenmiştir.

 

     Dört sayfada, pratik ve ilk etapta bilinmesi gereken temel hukuki bilgileri özetlemeye çalıştım.

Noksan veya anlaşılmayan yerler de olabilir. Hukuk ve adalet arayışımız elbette dört sayfaya sığdırılamaz. Ön bilgi ile bir merak uyandırmak, asıl kaynaklara yönelmeye teşvik etmektir amacım.

Yasa, anayasa, hukuk felsefesi, mevzuat, içtihat, yorum, hüküm  gibi yoğun bir zaman ve fikir temposu gerektiren eserleri okuma fırsatı olmayanlar için umarım faydalı bir çalışma olmuştur.

İlave madde, yorum, öneri, düzelti ve eleştirileriniz varsa; bedava sunulan bir armağan olarak göreceğimizden kuşkunuz olmasın. Fakat tenkitler de metodolojik ve etik bir yöntem ile yapılmalı, alternatif bir öneri sunulmalıdır.

     Unutmayalım ki; “adaleti biz koruyamazsak, o da bizi koruyup kollayamayacaktır”

Şahsiyetleri şeytanlaştırma ve yüceltme uğruna tüketilecek bir vaktim yok, zihnimde/gönlümde bu uğurda ayırdığım bir sevdam yok, bunlara ihtiyacım da yok.

Evrensel adalet; bireylere/değerlere/toplumlara/ tüm varoluşa hakkı olanı vermektir.

Zihnimi ve vücudumu atomlarına ayırsanız, karşınıza ancak bu hakikatler çıkacaktır.

Daha yaşanılabilir bir evren ve atmosferde buluşmak özlemiyle…

Samsun, 07.04.2020

Ali Rıza MALKOÇ

 

 

( Adalet Hakkaniyet Ve İnsaniyet Serüvenimiz başlıklı yazı Ali R.MALKOÇ tarafından 7.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu