Sanılır
ki gökyüzü ve dünya ruhsuzdur. Canlıların ve cansızların yaşadığı bir
yerküreden ibarettir evren. Varoluş amacı insanlara hizmet etmekten öteye
geçememiştir insanların nezdinde. Acısı insanlıktır, yarası gökyüzü ve hisleri mevsimlerdir.
Öyle açık öyle duygulu.
Yağmurun
yağdığını ne zaman hisseder insan? Yağmur bedenini ıslattığı vakitte mi yoksa yağmurda
hüzünlendiği vakitte mi? Aylar geçip giderken büyüdüğünü ne zaman anlar ruh?
Üşüyerek yürüdüğünde yüzünü yaran soğuk mu daha çok yıpratır onu yoksa yaşadığı
acılar mı?
Anlatmanın
anlamsız kaldığı zamanlarda yaşıyor artık insanlar. Dinlemenin, dinlenmenin,
okumanın, konuşmanın ve en mühimi sevmenin manasını yitirdiği vakitlerde
karşılaşıyorlar aynı sokakta, aynı yağmurda, aynı sahilin gün batımında.
Şimdilerde bir baş selamlamasına benziyor gökyüzü, kıymeti bilinmeden geçip
gidiliyor tanışıklıklar. Gökyüzüne bakmadığı gibi insanoğlunun. Sahi en son ne
zaman baktım gökyüzüne? Gözlerimi kısıp belki yağmurda ıslanıp belki güneşte yıkanarak.
En son ne zaman sarıldım bir ağaca? Ellerimi ve gözlerimi yıkadım huzuruyla.
Hayatın varoluşundan ne zaman kopardım kendimi?
Şimdilerde
aylak bir köpek gibi dolaşıyorum caddelerde. Gözüm ve gönlüm hep gökyüzünde.
Bütün baharı çekiyorum ciğerlerime. Nefes almanın bir ihtiyaç değil yaşamak
için en gerekli istek olduğunu anlıyorum.
Yıllarımı
ve yaşlarımı kovalarken hayat ben ona yeni yeni anlam katabiliyorum. Geç
kalmışlığın ve gökyüzünün hüznünü omuzlarımda taşıyor ve sadece tebessüm
edebiliyorum. Zaman geçiyor ben eksiliyorum.
Yazarın