ANNEM
Çocuk yaşlarda Rize’den İzmit’e gelmiş. Babasının en büyük kızı. İki erkek kardeşi var. Biz hep öyle deriz. Aslında üç. Biri bir trafik kazasında ölmüş. Çocukluğumda bana en iyi bayram parası veren çok sevdiğim dayım o Adı Mehmet. Elektrikçi. Bir elektrik şirketinde çalışıyormuş. Ben dört yaşındaydım öldüğünde. Annem ağlaya ağlaya bir hal oldu. Her namaz sonunda ağlaması sürekli bir anlık haline gelmişti.
Babam ona kızardı bu ağlamaları yüzünden. Namazlarını yalnız kıldığı için kızgın mermer üstünde namaz kıldığını gördüğünü söylerdi rüyasında.
Dedem İzmit’e bağlı Döngel köyüne yerleşmişti. Oranın camisinde İmam -Hatiplik yapmıştı. Annemin deyişine göre rençperdik yapmaktan, tarlaya gitmek, çapa yapmak, mısır ekmek, ot biçmek, hayvan otlatmak, inek sağmak, ineğin altını almaktan yemek yapmayı öğrenemediğini hep anlatır durur.
12 yaşında geldiği bu köyden Yuvacık’ın uzak bir bölgesi olan Arapoğlu mahallesine at üstünde gelin gittiğini anlatır. Babamı evlenmeden önce hiç görmemiş. Gençliğinde bir sevgilisi varmış. Uzaktan uzağa sevdalık edermiş. Karşılıklı türkü çağırılarmış. Ama nasılsa onunla evlenememesi. Uzun süre onu unutamamış. Babamı da sevememiş uzun süre. Belki de aynı süreyi kastediyor. Tabii doğru iki sevgi bir gönülde olmaz.
Bu köyü fazla anmayacağız. Duyduğumuzu naklediyoruz burada. Annesi çok iyi yemek yapan evcimen bir kadın. Gencerlikten dolayı dini eğitim de alamamış.
Baba hafız. Yakışıklı bir adam. Okumuş olduğu için zengin kızı ebesi tarafından uykuda sırtına verilen,
Biri o. Güzel sevmek sevaptır der ama ninem onun söylediği kadar güzel biri hiç değil. Ama ahlaklı ve dindar. Bir o kadar da zengin. Bir ağa kızı.
Bir sürü arsa ve arazi hep bu kadının. Her zaman parası var ve gördüğünde bana verir. Ölünce benim ruhuma Kuran okuyacaksın değil mi der. Onu burnuna dek başörtüsüne sarılmış bizim sokaktan geçip öteki caddedeki eltisine giderken görürdüm hep.
Annem kaynanasına hizmet etmiş sürekli yine memnun edememiş onu. Ninemin ‘Harun ‘ diye bağırarak kocasını çağırdığını, onu ve dolayısıyla onları hiç rahat bırakmadığını, kaynanasının tam bir yırtıcı canavar olduğunu nakleder.
Oldum olası hiç sevmemiştir kaynanasını ama hiç de kavga etmemiştir benim bildiğim kadar onunla.
Çocuklukta bizim eve geldiğinde Annemin gizlice evden sıvıştığını, bizi onunla yalnız bıraktığını, soluğu sokağa bağlı Başak caddesinde oturan babasının evinde aldığını hissederdik.
Köyde babamın askere gidip annemi yalnız bırakmış, annem o halde hem kaynanasının tarlasında çalışır hem kendine ayrılan tarlayı ekip biçer hem çocuklara bakarmış.
Bu arada bir çocuğunu beslemeyi bilmediği için öldürmüştü. Kocası Ankara’da asker yaramaz bir kayını var daha çocuk yaşlarında. O yaramazlık yaparak tarla sürmede işini zorlaştırır. Tarla sürerken
Durup durup kuşları taşlar. Öküzü çekmeyi unutur. Köyden kaç kilometre uzaklıktaki tarlaya gidilir ağustos sıcağında kuru ekmekle soğanı katık yaparak çalışırlar. Hatta Ramazan ayında oruçlu güneşi hararetiyle kavrularak tırpan kullanırlarmış.