Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Peygamberlik kesbi değil vehbidir, yani seçilmiş insanlardır. Vahiy, yaşanılması gereken hayatın teori kısmını oluşturur. Peygamberler ise kendilerine gelen vahyin pratik boyutunu oluşturlar. Peygamberler vahyin nasıl yaşanılması gerektiğini bizlere öğreten, bizim gibi beşerlerdir. Dolayısıyla biz vahye ve peygamber hayatına baktığımızda dinin nasıl yaşanılması gerektiğini anlamamız gerekiyor iken çağımızda şöyle bir hastalık türemeye başladı. “O peygamberdir, biz onun gibi yapamayız.” anlayışı. Halbuki şu noktayı iyi ayırt etmemiz gerekiyordu. O’nun peygamber olması vahyin sadece onun yaşaması gerektiği anlamına gelmiyordu. O bizim için vahyin pratiğe aktarılışını göstermekte bir örnektir. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda Peygamber(sav) hakkında bize şunu söyler: “Andolsun ki Allah’ı(n rızasını) ve âhiret gününü(n saadetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Resûlü’nde, sizin için, pek güzel bir örnek vardır.” 1
Peygamberimiz(sav) her mesele de bizim için örnektir. Ticarette çok iyi bir tüccar, siyasette siyasi bir deha, aile içinde muhteşem bir eş ve baba. Savaşta korkusuz bir komutan, devlet yönetiminde çok iyi bir yönetici, İslamı hakim kılma metodunda bizim için muhteşem bir lider gibi her alanda bize örnek bir Peygamber. Peygamberimizin(sav) hayatına baktığımızda İslam’ı yaşamak, anlatmak ve yaymak için sayısız sıkıntılara ve çilelere katlanmıştır. Peygamberimiz(sav) vahyi yaşarken, vahyi tebliğ ederken, vahyi beyan(açıklamak) ederken; müşrikler, peygamberimize gerek psikolojik, gerek bedeni işkence yapmaktan bir an dahi geri durmamışlar, ancak her türlü zorluğa rağmen Peygamberimiz(sav) yılmadan, bahaneler ve mazeretler üretmeden sağına soluna bakmadan doğru bildiğini gürleyerek haykırmaya devam etmiştir. Görevini yerine getirirken de başına gelen musibetlere ve sıkıntılara sabretmiştir. Bugünün müslümanına baktığımızda sabır kavramının içeriğini değiştirmişler. “Hiçbir İslami mücadele vermeden boş boş oturarak, dünyadayken cenneti yaşama cinnetine girmeyi sabır olarak yorumluyorlar.” Halbuki buna atalet(tembellik), korkaklık denir. Sabrın en güzel açıklamasını peygamberimizin hayatında çok net bir şekilde görüyoruz.
21. yüzyılın müslümanı kendini gerçekleştirmede(nefsi terbiye etmede) toplumun ıslahı konusunda başarı elde etmek istiyorsa bunu, Peygamberimiz'in metoduna göre yapması gerekir. Nitekim birçok ayette Rabbimiz: “Dini yaşantıda, ihtilafa düştüğümüzde, konuyu peygamberimizin hükmüne göre yapmayı emrediyor.” Ama nefsi zaaflarını, korkaklığını gizlemek için veya Peygamberin çizdiği metodu beğenmeyenler şunu söylemiş oluyorlar: “Bugünün şartlarına göre yaşamalıyız, bu metot 7. yüzyıl için geçerliydi 21. yüzyıl’da bu metot uygulanamaz” dediler. Halbuki metot değişmezdi ve Peygambere ittiba etmek demek zaten onun yaptığı gibi yapmak demekti. Kitaba uymak zor gelince işi kitabına uydurduk. O Kitabı(vahyi) birilerinin yaşaması gerektiğini düşündük ama o birinin kendimiz olduğunu hiç düşünmedik.
Sonuçta dini bilen ama yaşamayan bir ‘süslümanlık’ türedi. Şekle önem verip öze önem vermeyen Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı diyen ama nefsinin ve şeytanın dediğini yapan bir Müslümanlık… Heyhat ki heyhat! İyi ki ecdat bu zilleti görmedi. Onlar ki her şeylerini vererek yücelttikleri bu davaya bizler hiçbir şeyimizi vermeyerek kendiliğinden yükselmesini bekliyoruz. Tevhidi gerçek manada anlayanlar her sıkıntı ve problem esnasında çözüm üretirler, tevhidi anlamayanlar ise mücadelenin her safhasında bir bahane ve mazeret üretirler.
Peygamber ve ashabı cennete girmenin yolunun şu ayetten geçtiğini anlamışlardı: “Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır; çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve ölürler. (Bu,) Tevrat, İncil ve Kur’an’da (Allah’ın) kendisi üzerine hak (borç olarak yazdığı) bir vaaddir. Sözünü Allah’tan daha çok yerine getiren kimdir? O halde (ey mü’minler!) O’nunla yaptığınız alışverişe sevinin. Bu da en büyük başarı ve saadettir.”2 Bu ayete gereği gibi inananlar gereği gibi yaşadılar. Yeryüzünün en muhteşem davası da bu değil miydi? Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmaktan daha şerefli bir dava var mıydı? Bu şerefli davanın farkında olanlar her şeylerini bu davaya vakfettiler. Kimisi malını, kimisi canını, kimisi vaktini, kimisi ilmini... meselenin ne kadar ciddi olduğunu anlayanlar kabiliyetlerine göre ve kabiliyetlerinin ölçüsüne göre bu dine hizmet ettiler. Peygamber ve ashabı çileye talip olmuş, ufku hudutları aşmış insanlardır. İşte böyle bir ekip yeryüzüne İslam Medeniyet’ini kurmuştur.
21. yüzyılın gidişatından rahatsız olan müslümanlar bu çileyi göze alamadıkları müddetçe nefsin ve toplumun ıslahı mümkün olmayacaktır. Atalet(tembellik) karanlığına gömülerek, Tevhid güneşine talip olmak mümkün değildir. Bugünün müslümanının böyle gamsız olmasının bir sebebi de bedelini ödemedikleri ve kendilerine miras kalan bir dine sahip olmalarıdır. Cahiliyyenin karanlığını anlamamış, girdiği dinin bedelini ödememiş insanlar bu dinin kıymetini bilemez. Peygamber ve ashabı, her konuda bedelini ödedikleri için bu dine gereği gibi hizmet ettiler. Hasan el-Basri(k.s), bir an kıyametin koptuğunu hayal etmiş ve şunları söylemiştir: “İslam, hesap günü bir insan suretinde halkın yanından geçecek ve şöyle diyecektir: 'Ey Rabbim! Filan kişi beni desteksiz bıraktı, filan kişi bana yardım etti. Şu beni yalnız bıraktı, bu bana yardım etti.' Hz.Ömer(r.a)’in yanından geçerken şöyle diyecektir: 'Bu adam Müslüman olana kadar gariptim.' Acaba İslam bizim yanımızdan geçerken ne diyecek diye bir düşünelim. “Rabbim bu kişi beni toplumunda, iş yerinde, ailesinde, okulunda gündem yapma, beni anlatacak kadar cesareti yoktu” mu diyecek veya “Rabbim bu kişi sayesinde ben gündem oldum, yanlış anlaşılmaktan kurtuldum, hükmetme makamı olarak anlatıldım” mı diyecek?
Dünyada nefsiyle, şeytanıyla dost olup komşuluk edenler, ahirette peygamber ile komşu olmak istiyorlar. Bu ne yaman çelişkidir böyle… Dünyada kimin sofrasına oturup, onu lider kabul edip, sonra da peşinden gidiyorsan ahirette de o kişiyle komşu olacaksın. Dünyada kimleri dost edindiysen ahirette de o dostunla beraber olacaksın. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, demiş büyüklerimiz. Bende diyorum ki: 'Bana dostunu söyle sana ahirette kiminle komşu olacağını söyleyeyim.' Gelin hep beraber öyle bir hayat yaşayalım ki ahirette geriye baktığımız da “keşke toprak olsaydım” demeyeceğimiz bir hayat yaşayalım. Derdi olmayanın davası olmazmış. Rabbim bizleri davasının derdiyle dertlenenlerden ve bu derdi cihana yayanlardan olmayı nasip eylesin.
1- Feyzul Furkan Meali Ahzap suresi 21. ayet
2- Feyzul Furkan Meali Tevbe suresi 111. ayet Yorum Ekle
(
Çilekeş Peygamberin Beleşçi Ümmeti başlıklı yazı
fikirsungeri tarafından
8.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.