Bohçaya Sarıl-an Suskular
Ekşi bir elma gibi yüzümüzü buruştururken zaman, bir bir ekliyoruz anı defterimize halden anlamaz hüzünlerimizi. Mayhoşluğu kalıyor damaklarda zift bağlamış acılarımızın.



Bir tavan arası yalnızlığı yaşıyor yüreğim; tozlu ve uğrayanı olmayan. Karanlık yerlerden korkarız çoğu zaman. Benim korkum karanlık değildi. İçine düştüğüm koca bir boşlukta anlayan bir ele ulaşamamış olmamdı.



Tarihi bir sandığa koydum gönlümün bohçasını. Bir gelin edasıyla süsledim püsledim, allayıp pulladım buhranlı, intihara meyilli suskularımı. Ne zaman özlesem birini, tavan arasına kaçıp çıkarırdım sandıktan bohçamı. Naftalin kokusu değil de geçmişin yılgınlık kokusu sarardı yüreğimin hüzünbaz odalarını. Gün ışığına çıkartıp tozlarını temizlemeye korkardım.



Ya güneş yaramı kurutursa?



Benimle kim kalacaktı ki...

Şu kocaman yarımlığımda kim konuşurdu ki benimle?

Kime dökerdim içimi?



Korkardım...

Yalnızlığımda gözüm gibi baktığım yaralarımı kaybetmekten, kurutmaktan. Yara yaş kalmalı ki kendini hatırlatsın, öyle değil mi? Hatırlanmayan her ne varsa unutulurdu zamanla. Ben süsleyip püsleyip gelin eğlediğim hiçbir yaramdan vazgeçemem ki. Onlar benim dualarıma sürdüğüm sabrımdı.



Uzun uzun bohçamdan çıkarttığım yaralarla konuşurdum. Kimi annemden ve babamdan, kimileri de yardan, eş ve dosttan kalmaydı.



Kimliksiz bir çocuğun ölümüne kendi özünü araması kadar yorucuydu bu hayat. Kim baksa gözlerime, kapardım gözlerimi.

Hasret bağırırdı, vuslat türküleri çığırırdı.

Bir damla yaş olarak akardı içimde dağ olan dertlerim.

Gururumdu beni besleyen, güçlü görünmek adına ne varsa yaptım. Belki de ondan fark edilmedi bunca çamura batmışlığım. Ben hep kendi kendine iyileşmeye alışmışım ya da alıştırmışlar beni.



Sırt çevirmiş gibiydi umut. Nereye elimi atsam kırılırdı dallanıp budaklanan duygularım. Rüyalarda bile mutluluğa yer yoktu sanki. Uçurum kenarında gezinirdi tüm hayallerim. Yamalı bir ömrün çatlak duvarlarında gezinirdi suretim. Aşklarım hep yalandandı. Kandırmışlar beni ya da sevilmeyi arzulayan yüreğim kanmak istemişti. Aldandım ışığı olmayan sevdalara.



Benim gönlüme hep gurbetlik yazılmış gibiydi. Yollarıma döşenmiş keder mayınları... Nereye atsam adımlarımı bir uzuvumu kaybettim. En çok da duygularım patladı en derinden.



"Medet yar!" demek isterken suskularımı sardığım, sakladığım bohçama sarıldım hep.



Kuruşu kuruşuna ödedim ben bu hayatın cilvesini. Üstüne bir duble de rakı içtim. Rakı sarhoşu değil de insan sarhoşu olmuşum çoktan.



Kalbime mühürlenmiş kimsesizliğimin şiir yarası akıyor köpük köpük. Harfler düşüyor ömrümün kalbine gecenin zifiri karanlığında. Ben şiir yorgunu yüreğimle adını sayıklarım. İmkansız bir öykünün öfkesini kusarım ayın ışıltısına.



Karanlık bile boynunu büker o saatlerde...

Ben sessizce sarılırım bohçamın sevda kokusuna.

Bilirim, başka türlü geçmez bu acı..
( Bohçaya Sarıl-an Suskular başlıklı yazı Fatma Berber tarafından 5.11.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu