02 TEMMUZ 13
(Salı)
Hayat ne ki? Rakamlardan mı ibaret? Bir yalan dünyadayız, yuvarlanıp gidiyoruz. Sıla- i rahimden başkası yok. Hepsi yalan, hepsi boş. Var olsun eş dost, var olsun dini hayat. Onlar da olmasa iyiler, iyilikler ve erdemli işler de olmasa bu dünya yaşanabilir bir yer değil. Geçmiş zaman, eski dostlar hayatı daha bir anlamlı kılmakta. Düşler, sevgiler ve şiir. İşte her şey bu. Dahası bilim yani öğrenmenin zevki, kültür, ayrıca zikir hayatı anlamlı kılan öğeler. Yapacak işleri olmak, bir ideal sahibi olmak ve bu ideale giden yolda hedefleri olmak. İşte bunlar yaşam yolunun aydınlatıcı rehberleri.
Bütün bunlar olup biterken insanın bir varoluş anlamı ortaya çıkar ki yaşama sevincini besleyen bu atardamar ve ona bağlı kılcal damarlar ruhu beslemekte.
Geçmiş zaman aşkları, eş sevgisi, çocuk sevgisi, dostluklar. Hayat sevgi üzerine kurulu desek yanlış olmaz. Hep bu değişmeceli sevgiler gerçek sevgiyi elde etmenin bir geçidi, bir alet ve aracı. Onlarsız olmaz, yalnız onlarla da olmaz. Mecazi aşktan hakiki aşka varmayan bir şey elde edemez. İşte tasavvuf bu yolun kendisi. İnce yol. Tarikat. Ruhun lime lime parçalandığı bir ortamda onu yeniden aşkla imar eden diriliş soluğunun yolu. Biz o yola talibiz. Allah dostlarının yoluna. Aşktan anlamayan ham yobaz kara softaların yoluna değil. Bir de tabii Necip Fazıl’ın deyimiyle küfür yobazı var ki cinsellikten başka bir şey düşünmeyen zavallıların yolu. Günü birlik aşkların tensel zevklerin şaşırttığı para, kadın şöhret ve makam sevgisinin körelttiği ruhların cehenneme atılış serüvenlerini gör. Nasıl da bir sinek gibi yalancı şekere yapışıp kalıyorlar da kendilerini dünyanın en üstün insanı sanıp başkalarını hor görüyor, hatta aşağılıyorlar. İbn–i Arabi ‘Maddeye tapanlar deniz suyu içene benzerler. İçtikçe hararetleri biraz daha artar’ der.
‘En güzel şeyler bize çılgınlığın fısıldadığı ve aşkın yazdırdığıdır’ diyor Gide. İşte bize şimdi o aşk lazım. Her an yenilenen, yenilendikçe artan bir aşk bu. Mükemmeli görmek ve ona âşık olmak. Kemalin zirvesi yaratıcıdır. Her şeyin en mükemmeli onda. Kendi fani varlığından sıyrılıp ebedi varlıkta yok olmak, işte amaç bu. Nakıs ve eksik varlıklardan sıyrılıp mutlak olana, mükemmel olana kendini bağışlamak. Yalanı bırakıp gerçeğe varmak. Gerçek yani hakikat. Çünkü ‘hak geldi batıl zail oldu’. Batıl senin varlığın, benliğin yani nefsindir. ’Ben’ dediğin, ’benim’ dediğin her şey. Sahte bozuk çirkin ve kalp olan her şeyi terk etme zamanıdır artık. Seyr-i suluk bu yoldadır. Gitmek ve hiç geri dönmeden ilerlemek. Ta vuslata erinceye kadar. Fena fillah. Oraya gidinceye dek geçilesi çok makam var. Bütün bu uzun yol tek ışıkla aşılabilir ancak. Sevgi. Allah dostlarını sevmek. Şah -ı Nakşibendilerin yolu İmam-ı Rabbanilerin yolu, Seyyid Abdülkadir-i Geylanilerin, Mevlanaların,Hacı Bektaş-ı Velilerin, Hacı Bayram ı Velilerin, Yunus Emrelerin yolu bu. Onları sevmenin onlarca sevilmenin, onların kölesi olmanın yoludur bu.
Şimdi biz engin İslam tarihini şöyle kısaca yoklayalım. Efendimiz ve onun’ yıldızlar gibidir hangisine bakarsanız kurtulursunuz ‘dediği, buyurduğu arkadaşlarından sonra ikinci ve üçüncü kuşak ki haklarında ‘ne mutlu beni görene, ne mutlu beni göreni görene’ dediği, kısaca; sahabe, tabiin, etba-ı tabiin; üç altın kuşak ,üç altın halka. Necip Fazıl’ın deyimiyle ’üç nurdan halka’.ve sonra evliyayı kiram ki; ‘evliya-i ümmeti, ke enbiyayı Beni İsrail’ yani ‘ümmetimin evliyası İsrailoğullarının peygamberidir’ buyurarak haber verdiği Allah dostları. İşte onların yolu, o nur yolcularının yoludur bizi rıza’y-ı ilahiye kavuşturacak olan.