Ailede İletişim 1
AİLEDE İLETİŞİM ÜZERİNE
1
Ailede, toplumda en büyük eksiğimiz iletişim. Birey olarak da toplum olarak da
iletişime kapalıyız. Dediğimiz dedik bizim. Söyletmen vurun mantığı içinde
yaşayıp gidiyoruz. Kimse kimseyi dilemiyor, kimse kimseyi anlamıyor. Dinlese de
anlamıyor. Çünkü her tarafımız önyargılarla dolu.
Ne diyor bir düşünür: Önyargıları söküp atmak dağları yerinden söküp atmaktan
daha zor.
İşte iletişimizin önünde en büyük engel bu. Dahası da var. Önyargılarımızın
temelin kültür eksikliği kadar empati yoksunluğumuz da var. Okumuyoruz. Bunu
daha önce yazmıştık. Kelime dağarcığımız sınırlı. Tam anlamıyla kültür
kısırlığı yaşıyoruz.
Bütün bilgi kaynağımız TV yayınları, diziler, mahalle dedikoduları. Ömründe tek
kitap okumamış zavallılar olarak eğer bir tek kitap okusak kazara bilgiçlik
satmaktan geri durmayan Hacivat’ı oynayıp durmaktayız sürekli. Kendimizi
geliştirmediğimiz gibi ahlaken de yoksullaşmışız. Hep başkalarının kusurunu arayıp
duruyoruz. Kendimizi mükemmel sanıyoruz. En zeki, en akıllı biziz. Başkaları
itiraf –etmiyoruz ama- aptal, cahil, hatta hödük. En iyi biziz, en zeki, en
akıllı biziz.
Ziya Paşa’nın dediği gibi ‘Onlar ki laf ile veririler dünyaya nizamat/ Bin
türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.‘ Kadın kocasını beğenmiyor, koca karısını.
Herkes birbirini kusurlu görüyor. Kendisine zerrece toz kondurmuyor. Herkes
kendi keyfine bakıyor, başkasını düşünmüyor. Herkes egoist olmuş, kendi keyfi
için başkalarını kullanmaya çalışıyor. Herkes Firavun olmuş, başkalarını köle
kılıp kendi ehramına taş taşıtıyor. Başaramayınca da saldırıyor ve Musa’yı
öldürtmeye çalışıyor.
Bu nefislere tapınmanın son haddidir. Bu nefisler neye tapıyor? Önce kendi
nefislerine, sonra zevklerine ve en son da şeytana. Bütün bunlar bizim önce
iletişimimize sonra da mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamamıza neden oluyor.
Bütün bunların çaresi nedir? Öncelikle asıl düşmanımız olan nefs ve şeytanı
tanımak ve o lanet ikilinin oyunlarının farkına varmak. Ünlü bir mutasavvıfın
söylediği şu söz yolumuzu aydınlatır sanırım: Allah’a varmak iki adımladır.
Birinci adımda nefsine basarsan ikinci adımda Allah’a varırsın. İşte aynen
bunun gibi birinci adımda kendi içindeki o düşmanı keşfet ikinci adımda gerçek
dost olan Allah’ı bulacak, onunla dost olacak, yarattıklarını o yaratıcı adına
seveceksin. Ne diyor Yunus Emre:’ yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü’
İnsan çevreye kendi iç âleminden bakar. İçi kötü duygularla dolu olan hep kötü
görür. O halde içimizi güzelleştirmeli değil miyiz? Önce iç âlemimizden
başlamalıyız işe. Sonra tasfiye başlamalı. Dış âlemde gördüğümüz her kötülüğün
içimizde olduğunu hatırlayarak başlayalım işe. Sonra içimize dönerek
temizlenmeye, tezkiye olmaya çabalamalıyız. Bu tezkiye öyle kitap okumakla falan
halledilecek gibi bir şey de değil. Elbette ki okuyacağız, elbette ki kendimizi
yetiştirecek ve aşacağız. Gün günden ileri olmadan bir yere varamayacağız
elbette. Kendimizi aşmadan bir yere varamayacağız elbette.
Bu tezkiyenin tek başına olması da mümkün değil elbette. Bir dosta varmadan
olmaz diyen şaire uyarak biz de diyelim; ’ elif okursun hoca/tersen var bin
hacca/hepisinden iyisi bir gönüle girmektir’. Yunuz Emre’lerin, Hacı Bektaş-ı
Veli‘lerin, Hacı Bayram-ı Veli’lerin, Şah-ı Nakşibendi’lerin, Abdülkadir
Geylani’lerin yolundan başka yol yok.
Ahmet Kemal