Hoş
Geldin Eğri Gözlü Hâkim Bey
Sana dokunmayan yılanın, bir gün seni de ısırabileceğini
göz ardı ederek, kişisel çıkarlarımız için toplumun geleceğini feda
edebiliyoruz. Bu denge sağlanamadığı sürece, sürdürülebilir, uyumlu bir yaşam
ortamı oluşmayacaktır.
Bu gerçekliği,
bir hikâye anlatımı ile pekiştirelim. Zamanın birinde bir devlet dairesinde;
zeki fakat anlayışsız, lafını, tavrını ölçemeyen, insan psikolojisinden,
yerleşik davranış kurallarından habersiz bir memur çalışıyormuş. İnsanların
kendi iradesiyle oluşmayan kusurlarını yüzüne vurur ve morallerini bozarmış.
Körse kör, topalsa topal, dilsizse dilsiz, sağırsa sağır, kelse kel… Doğrudan
muhatabının ön unvanı olmuştur bu kelime artık. Fakat kendisine olumsuz bir laf
söyleyen olunca, tepki gösterip kızarmış. Empati, mizah ve sempati katsayısı
sıfır yani.
Coğrafik yer
olarak küçük bir belde olduğundan, bu tür olaylar genele hızlı yayılıyor tabi. Durumdan
iyice bunalan memurlar bir grup kurup, dava açmadan önce yörenin savcısına
danışmaya karar vermişler. Randevu alıp, savcının huzuruna vardıklarında,
grubun sözcüsü, detaylıca bilgi vermiş.
Şaşkınlığını gizleyemeyen savcı bey tepki göstermiş: “Nasıl
olur, bu duruma ben ne yapabilirim. Biz zaten doğrunun/gerçeğin/hakikatin
ortaya çıkması için varız. Doğruyu söyleyen birini nasıl başka bir yere
sürebilirim. Bunu benden istemeyin lütfen” deyip ziyaretine gelenleri
makamından kibarca göndermiş. Bu diyalog, adliyede de günün konusu olmuş.
Aynı hakaret ve tatsız olaylar devam edince,
ziyaretçi grup kişi sayısını daha da çoğaltarak, bu defa yörenin hakimini
ziyaret etmişler.
Gelişen olaylar,
savcı beyin olumlu yaklaşmaması ve çaresizliklerini tek tek anlatmışlar. “Bir
delinin yedi mahalleye zararı vardır” misali, kurumun doğrucu Davud’u halkı
ayağa kaldırmıştır adeta.
Hâkim Bey ikna olmuştur. “Tamam” der. “Bir gün habersizce
gelip kurumunuzu ziyaret edeceğim ve o memurun tavırlarını bizzat
gözlemleyeceğim” sözüyle ziyaretçilerine kahve ikram eder ve uğurlar.
Hafta başı olmuştur.
Hâkim bey, bir planlama yaparak ilgili kuruma, önceden haber vermeden ziyarette
bulunur. Herkes onu tanıdığı için bir telaş başlar. “Hoş geldiniz” “Nasılsınız
efendim”
“saygılar, kurumumuza şeref verdiniz” “kahvenizi nasıl
alırdınız”… Her memur adeta saygıda kusur etmemek için birbiriyle yarışıyor.
Hakkında şikâyet başvurusu yapılan memuru bizzat tanımasa da hitabet şekli onu
ele verecektir. Saygı-hürmet gösterisinde o da geri durmaz:
“Hoş geldiniz eğri gözlü Hâkim Bey” diyerek,
ortamda soğuk bir rüzgâr estirir ve kendini ele verir.
Hâkim Bey, “Hoş bulduk”
demez amma verilen cevabı da unutmaz. Hakim Bey kör değil, doğuştan gözbebeğinde
hafif bir titreme/kayma vardır o kadar. Bu durum kararlarına, muhakamesine,
çevresine zarar verecek bir nitelik değildir. Mesaj alınmıştır. Tanıklar
ortadadır. Hakaretin “matufiyet” şartı da oluşmuştur. Dava açılır, iddianame
hazırlanır, hüküm kurulur. Ortadaki rezalet, yüce adaletin şefkatli kollarına
teslim edilir. Artık “asarlar mı, keserler mi, sürerler mi, atarlar mı,
affederler mi” bizim yetkimiz ve merakımızın konusu değil.
Demek ki neymiş? Nasrettin Hoca eşekten düşünce ayağını kırmış. Gelen hekim bir türlü teşhis koyamamış. Tek çare şunu haykırmış: “Yahu bana eşekten düşmüş olan bir hekim bulun”
Kıssadan hisse: Yaşam tüm güzellik, çile, huzur, diken, alın teri, göz yaşı ve insani duygularıyla bir bütündür. Tahammül sınırlarını aşmak da bizim elimizde, umut aşılamak da. Davranış, karar ve tasarruflarımızda; tek kişilik bir dünyada yaşamadığımızın bilinciyle hareket etmek, hepimizi daha da yüceltecektir.
Samsun, 21.01.2023
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr