Nasip Çavuş "Öldürün beni " diye bağırdı.
"Tamam seni öldüreceğiz. Ama ölümün kolay olmayacak, seni öyle öldüreceğiz ki 100 yıl anlatılacak" diye cevap verdi.
BÖLÜM -BEN ANLATIYORUM
O zamanlar saat çok kullanılmazdı; sabah ezanı, kuşluk gibi günün
geniş zamanları yeterdi. Bırakın dakikaları, bazen saatler bile önemsizdi.
1970 yılının, sıcak bir yazıydı. Aylardan ağustos. Çayların sularının
azaldığı zamanlar; bu nedenle bizim köyün su değirmenleri dönmüyor.
Buğdayları öğütmek için, Öteyüz'e gitmek lazım. Orada Gürül Çayı var; ismine uygun gürül akıyor; oranın su değirmenleri çalışıyor.
Oraya gitmek çok zahmetli bir işti. Öteyüz denmesinin sebebi de dağların öte tarafında olduğundan. Ama başka çare yok, ekmek yapmak için un lazım.
Amcam "Sabah ezanı kalk seninle, Öteyüze değirmene gidelim " dedi
Sabah ezanı, bir çocuk için kalkması zor saatlerdi; uykunun en tatlı olduğu saatler. Zaten, o zamanlar çocuk olmak hepten zordu.
Çocuk olarak tek istediğimiz şey, kafamıza göre ara sıra sokakta arkadaşlarınla oynamaktı. Bu bile nadir elde edilen bir şeydi.
Daha güneş doğmadan, ertesi gün sabah ezanı, eşeklerimize buğdayı yükledik, amcamla yola koyulduk,
Yolumuz, güneş doğacağı yöneydi. Bir süre sonra tepelerin ardında kızıllıklar başlamıştı.
Etrafa bakarak gidiyordum, iki yanımız buğday tarlalarıydı. Buğdaylar yeni biçilmiş, sabah uykusundan fedakarlık eden çiftçiler, buğday saplarını yığın yapmak için topluyorlardı.
Çoluk çocuk, karı kızak hepsi tarladaydı. Gelinler çocuklarını beşiklerine koymuş ya da iki ağaç arasına iple yapılmış hamaklara yatırmışlardı. Kimilerinin ağlama sesi uzaktan geliyordu. Ağlamasın diye 5 yaşımdaki kardeş, bir yaşındaki kardeşini sallıyordu.
Evin hayvanları bile tarlaydı; biçilmiş buğdaylardan düşen başakları keyifle yiyorlardı. Ve o zamanlarda tarlalarda yabancı ot ilacı fazla kullanılmadığı için, tarlalar çok güzel otluydu. Hayvanlar için güzeldi o zamanın tarlaları.
Güneş doğmuş, tam gözümüze geliyordu ki yokuşun dibine geldik.
Bundan sonra yolumuz, bir hayvanın sığabileceği taşlı dik keçi yoluydu.
Etraf ormanlık, meşelerin yan dalları yola uzanmıştı. Bu durum amcamı tedirgin ediyordu. Çünkü onun çuvalları şeker torbasındandı; bu dallara takıldığında yırtılabilirdi, ve bütün buğday yere dökülebilirdi.
Çok şükür bunlar olmadan tepenin düzlüğüne gelmiştik; önümüzde uzun düz yol vardı. İki yanımız mısır tarlasıydı. Buralar, yakın zamanda orman açıldıkları için çok verimliydi. Sulanmadığı halde, mısırların hepsinin ikişer koçanı vardı. Mısırların arasına bal kabakları da dikmişlerdi. Onlar da öyle kocamandılar ki uzaktan tarlanın beyaz koca taşlar gibiydiler.
Yokuş ve daracık taşlı yollarda yürümek, beni hem yormuş hem de susatmıştı. Yol kenarlarındaki çördükler (yabani armut) imdadıma yetişti. Küçük ve tatlı meyvelerin tadını hala unutamıyorum
Düz yol bitmiş inişe geçmiştik; inmek daha zordu. Yanlardaki uçurumlara bakınca insanın içi ürperiyordu. En ufak yanlış bir hareketin sonuçlarını düşünemiyorum.
Aşağıya doğru indikçe sessiz vadide Gürül Çayının çağıldayan sesleri gökyüzüne yükseliyordu.
Bizden daha erken kalkan, daha doğrusu gece yarısı kalkanlar gelmiş değirmende keşiği ( sırayı) kapmıştı .Bizim buğdaylarımız öğütülmesi yatsı ezanına tamam olurdu.
Bütün gün orada boş boş beklemeyelim dedik. Oraya yakın, şimdi bizim akrabalarımızın yaşadığı yaşadığı eski Rum Mahallesi vardı. Oraya gitmeye karar verdik. O mahalle de derenin yüksek yamacındaydı; yani yine yokuş çıkmak zorundaydık. Günde öğlene yaklaşmıştı. Hava iyice kızdırmaya başlamış, serçelerin nefes alış verişleri hızlanmış, su kenarlarında serinlemeye çalışıyorlardı.
Neyse ki bu yolumuz yüksek gürgen ağaçlarının tünelindeydi.
Bu yolda serin serin yürürken, ara sıra ağaçların arasından gelen güneş ışınlarında biraz durup ısınmak güzel oluyordu.
Nihayet geniş bir açıklığa geldik. Ben hemen oturmak, çimenlerde yatmak istiyordum. Hemen yakınımızda kocaman bir meşe ağacı vardı, dalları bile diğer meşe ağaçlarından kalındı. Dibinde yemyeşil çimenler, ve köküne de yaslandın mı gözünün önünde çok uzaklar vardı.
Ben heyecanla ağaca doğru koşarken, amcam telaşla bağırdı " O meşe lanetli." " Gel, şu uzaktaki küçük meşenin dibinde oturalım."
BÖLÜM 2- NEDEN LANETLİ AMCAM ANLATIYOR
Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı sonrası. yıl 1919 . O yıllarda buralarda Rumlar yaşıyor
Daha önceden, bir arada huzurlu içinde yaşayan Rumlar ve Türkler arasında; savaş sonrasında ayrılık, kin nefret tohumları ekilmiş ve toplumlar ayrışmaya başlamış ve bu da zamanla çeteleşmeye, nihayetinde şiddete dönüşmüş.
Eliyle gösterdi uzaklar büyük bir yayla "Kunduz Yaylası". O yayla
civardaki bütün köylerin ortak yaylası. Herkesin malı davarı o yaylada.
O zamanlar dedemiz( Nasip Çavuş), köyde ve civarda sözü geçen bir adam ve yaylada 300 koyunu otluyor.
1919 Temmuz ayında, şimdi bulunduğumuz yerde yaşayan Rum Çeteleri yaylada çobanları dövüp Türklere ait bütün koyunları toplayıp buraya getiriyorlar.
İşte ondan sonra hikaye başlıyor.
Koyunlarının, Rumlar tarafından sürüldüğünü duyduğunda Nasip Çavuş çok hiddetlenir.
"Bir yanlış var, olamaz böyle bir şey. Kimse benim koyunlarımı alıkoyamaz" diye kükrer.
Bir kaç gün sonra Rumlardan haber gelir. "Nasip Çavuş gelsin koyunlarını alsın". Bunu duyan Nasip Çavuş çok sevinir ve koyun sahiplerinden sadece kendisinin çağrılmasına da içte içe gururlanır. Etrafındakilere "Bak, hatalarını fark ettiler" diye yorumda bulunur.
"Gidip koyunlarımı alacağım." "Yine de onlara eli boş gitmek olmaz" der.
Yakınlarına talimat verir : "Karakovan balı hazırlayın, yanına armağanlar koyun giderken götürüm "
Yakınları "Bu tehlikeli, sen gitme biz gidelim" derler kabul ettiremezler.
"Beni çağırdılar, ben gideceğim" kararlı bir ifadeyle söyler.
Bu süreç içerisinde, Rumlardan birisi haber gönderir " Biz Nasip Çavuşun çok ekmeğini yedik, biz de çok hakkı var. O buraya gelmesin, bu bir tuzak. Gelince onu öldürecekler"
Köy odasında ileri gelenlerle oturan Nasip Çuvuş'a bu haber iletilir. O kalabalık içerisinde şöyle söyler " Ben ölsem, onlar benim ölümün üstünde geçemez"
Ertesi gün atını eğerletir, armağanları atın terkisine koyar ve yola çıkar. Çok güzel siyah atı vardır. Atın boynunun iki tarafında dağlanarak "KUŞ" kelimesi yazılıdır. Bu boşuna değildir bu ifade; gerçekten kuş gibi uçan bir attır.
Atıyla yolda giderken o büyük meşe ağacını düşünür. Kuzu çevirip, yanındaki soğuk sulara karpuz atıp hep beraber yedikleri günlere gider. Yine o meşenin geniş gölgesinde oturmayı hayal eder
Bunları düşünerek giderken uzaktan görür, meşenin dibinde kalabalık toplanmıştır. Koyunları da uzak bir açılıkta otluyorlardır.
Kendi kendine her şey tamam diye düşünür.
Kalabalığa, yaklaştıkça endişelenmeye başladı. Aralarında tanımadığı adamlar da vardır.
Çok geçmeden durumu anlar ama iş isten geçmiştir. Kalabalık, yaka paça atından indirip zorla meşeye doğru götürür.
Bir an gözleri dalar. Bu meşenin altında güzel günlerini düşünür. Ne zaman bu noktaya gelinmişti. Neden bunu anlamamıştı. Her açıdan çok akılsız olduğunu hisseder. Oysa olanlar ayan beyan ortadadır
Kendine çok kızar. Neydi buydu bu özgüven, yıllardır hiç kimsenin sorgulamadığı, kendisinin de sorgulatmadığı bir hayat mı onu bu noktaya getirmişti. Herkesin onayladığı bir hayat mıydı, gerçekleri görmesini engelleyen.
Neden etrafındakiler yanlışlarını, eksiklerini söylememişlerdi. Ona bu kötülüğü yapmışlardı. Sonra kendisinin bunları dikkate almadığını hatırladı
Sonra yüzümü aşağıya doğru köyünün olduğu tarafa, sevdiklerinin olduğu tarafa çevirdi. Uzaktaki tepelere, çamlıklara, geldiği keçi yollarına baktı. Sabah gelmişti, öğleden sonra koyunları ile gururla köyüne dönüşünü gördü hayalinde. Köyün girişinde, onu yakınları sevinçle karşılıyorlardı. Bir zafer kazanmış edasıyla atının üstünde ilerliyordu. Ben demedim size der gibi.
Bir sonra uzakta bekleyen atı " Kuş" ile göz göze geldi. Hoşça kal dercesine kafasını salladı, güzleri buğulanmıştı. Kuş'ta buğulu gözlerle sahibine veda bakışı yaptı
Çok zoruna giden şeyler oluyordu; en çok zoruna gidende
Bir zamanlar atıyla buraya geldiğinde, önüne koşup Nasip Çavuş gelmiş deyip atını alıp ot su vermek üzere götüren ve atınıza en güzel şekilde bakacağım, hiç merak etmeyin diyen adamın yaptıklarıydı.
Başka bir emriniz var mı etrafında dolaşan bu adam, şimdi belinden kemerini çıkarıp, Nasip Çavuşsun boynuna geçirip ve hadi sana saman vereyim diyerek çekmesi ve aşağılamasıydı.
Daha fazla aşağılanmak istemiyor, ölmek istiyordu.
Nasip Çavuş "ÖLDÜRÜN BENİ" diye bağırdı.
BÖLÜM -3 :RUM ÇETE LİDERİ
Nasip Çavuş, koyunlarını almaya geldin Öyle mi? Seni kim almaya gelecek, gelebilecekler mi?
Sadece koyunlarını değil, sana buraların hepsini vereceğim.
Artık hep burada kalacaksın
Bu meşenin dibinde oturarak değil, artık tepesinden yurduna bakacaksın.
Sen ne aptal adamsın. Sana söylenmiş, seni öldürecekler denmiş
Söyle bakalım sen dedin?
Söyle hiddetle bağırdı.
Tekrar bağırdı. SÖYLLEEE.
Cesaretin yok değil mi?
Ben söyleyeyim
"Ben ölsem onlar benim ölümün üstünden geçemez" demişsin.
Bunu görmek için seni öldürmemiz lazım.
Ama ölümün kolay olmayacak, öyle öleceksin ki ölümün 100 yıl anlatılacak.
Bize karşı kendi aranızda bir araya gelip bize karşı mücadele verecekmişsiniz. Bu yeltenenlere, senin ölümün bir ibret olacak. Kendi başlarına gelecekleri görecekler.
Rum çete lideri, oradakilerin bir halka şeklinde toplanmasını istedi. İki tane cani adam çağırdı; birisinin elinde bir ip, diğerinde ise keskin bir bıçak vardı.
İpli adam Nasip Çavuş'un ellerini arkadan bağladı.
Keskin bıçaklı adam; çığlıklar, bağırmalara aldırmadan Nasip Çavuş'un kafa deresini yüzdü. Ve öylece yere yatırdılar ve oradakilerin hepsi Nasip Çavuşun bedenin üstünden atlayarak geçti.
Ve bir süre sonra boğazından meşenin dalına asarak sallandırdılar, beden günlerce öyle kaldı.
BÖLÜM-4 YALNIZ MEŞE ANLATIYOR
Bu yaşananlardan sonra, insanoğlunun kötülüğünün laneti benim üzerime kaldı.
Baykuş dışında hiç bir kuş dalıma konmadı. Tek dostum oydu. İnsanlar lanetli olduğum için o uğursuz kuşun bana konduğunu söylüyorlardı. Oysa bu vefalı kuşa insanın uğursuz yakıştırması, kendi kötülüklerini uğursuzlarını başkalarına yükleme kurnazlığıdır.
Dibimdeki çimenler güzel olmasına rağmen insanlar gelip oturmadı. Hatta hayvanlar bile otlamaya gelmedi, lanet insanlara bir şey olmadı ben lanetlendim.
Yıllar sonra bir tek sen geldin. Çimenlere oturdun, dibimdeki yaban güllerini kokladın. Minnettarım sana.
BÖLÜM-5 AMCAM ANLATIYOR
"Amca sonra Kuş'a (AT) ne oldu?"
O civarda Kuş'n ününü herkes biliyordu. Ona dokunmadılar. Kuş günlerce meşenin dibinde sahibini bekledi. Sonra ortadan kayboldu, bir daha hiç onu hiç gören olmadı.
Daha sonra bir efsane yayıldı; Kuşun, Baykuşa dönüştüğü sahibini yaşlı meşede beklediğini anlattılar
BÖLÜM SON- BEN ANLATIYORUM
Geçen yıl Yalnız Meşeyi ziyarete gittim. Dış kabuklarında hiç bir belirti olmadan gövde içinden çürümüş ve 2019 yılında yıkılmış.
Ve böylece yüzyıllık yalnızlık sona ermişti