Günlüklerime ara verdim. Yaşamak yazmanın önüne geçti. Önce tayin sonra düğün ve nihayet taşınma. Hepsi üst üste geldi. 'Senet’ül- hüzün mü' desem, 'senet’ül -surur' mu desem, kararsızım.Peşpeşe gelen ölümler... En zoru kız vermek. Ama Allah’tan bir hafta arayla gelen taşınma olayı bana onu unutturdu.
Şiir yazamıyorum. Oysa geçen yıl ne kadar verimli geçmişti. Bu Ramazan çok az birkaç örnekle kapandı. Söyleşi yazılarına bile vakit bulamıyorum. Konu başlıklarını defterime kaydediyorum ama yazmaya fırsat bulamıyorum. Yazmak mı, yaşamak mı ? söylemi burada cevabını buluyor ve yaşamak gerçekten yazmanın önünde gidiyor.
Orhan Pamuk 'yaşasaydım yazamazdım' diyor ki, doğru bu. Biz ancak yaşamadığımız zaman yazarız. Hayat bize sırt çevirince biz de onu sırtından bıçaklarız. O ölür, biz hayal dünyasında yaşarız. Gerçek hayat yerine hayallerle avunuruz. Ne diyor büyük şair Yahya Kemal ‘geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.’ Ya’ her yazı yazılmasa da olur diyen ‘ akl-ı evvel sanatçıyı ne yapacağız.? Yazıcıoğlu’na "bu kitabı nakşedeceğine bir insan nakşetseydin" diyen Hacı Bayram-ı Veli’nin söylemini ne yapacağız?
İşte ben de yazamadığım günler hep bunu düşünürüm. Yazmak mı, yaşamak mı? İşte en büyük mesele. En çok da okuyamadığıma üzülüyorum. Gazete ve dua kitabım; face, Google plus ve internet haberleri dışında hiçbir şey okuyamıyorum. Eve yerleşememek, sorunların bitmemesi, eksiklerin tamamlanamaması, ardında yeğenin düğünü, hepsi hepsi beni okumaktan alıkoyan şeyler.
Adamlar yine bir eylem planlıyorlar. Yok diren geziymiş, yok diren ODTÜ imiş. Adamlar yol yapımına karşı eylem yapıyor. Bu kafa yıllarca gerici dedikleri adamların yenilik ve yatırım yapmasına tahammül edemiyor. Dün köprüye karşı çıkıyorlardı, bu gün de hem köprüye hem hava alanına hem yol yapımına karşılar.’ Çarşı her şeye karşı’ tam da bunları ifade ediyor. Kendilerine son model futbol sahası hediye eden bir iktidara karşı statlarda eylem yapıyorlar. "Biz bu ilkel statlarda oynamaktan büyük zevk alıyoruz" diyorlar. 'Biz pislik böceği gibi kendi pisliğimizde boğulmak istiyoruz' diyorlar. Yapılan bunca hizmeti görmüyor, isyan ediyorlar. Bunca nimete nankörlük ediyorlar.
Adamlar dış güçlerin oyuncağı olmaktalar farkında değiller. Mısır’da Suriye’de yapılan burada da yapılmak isteniyor. Zavallı az gelişmiş beyinler düşmanların oyununa geliyor, kendi milletinin ayağına değil kafasına kurşun sıkıyor. İhanetin bin bir türlüsü İslam ülkelerine sergiliyor. Amerika yeni orta doğu planını devreye sokuyor, baş aktör olarak sanıldığının aksine Tayyip Erdoğan’ı değil İran’ı kullanıyor. İran batının müttefiki gibi kendisine verilen rolü en iyi şekliyle oynuyor , İslam’ın kalbine öldürücü darbeyi en korkunç şekilde vuruyor. Bu rol İslam dünyasının Sünni ve Şii diye ikiye bölünmesini sağlıyor, kendisine altın tepside sunulan Irak’tan sonra Suriye de de kendisine verilen saldırgan rolü en iyi şekilde oynuyor İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekte tereddüt etmiyor.
Hedef tahtasına İsrail’i koymuş gibi gözüküyor ama Hizbullah’ı Sünnilere saldırtıyor. Yahudilere kuru sıkı tehdit savururken, Sünni Müslümanları hunharca katlediyor. Maliki’nin aynı eylemi Irak’ta yapmasına destek veriyor. İslam hilalinin parçalanıp ikiye ayrılmasına sonra 'kırpıp kırpıp yıldız yapılmasına' çanak tutuyor, bu alanda batının taşeronluğunu gönüllü üstlenerek en büyük ihaneti sergiliyor.
Türkiye ise bu oyunda düşmanlarının tuzaklarına düşmemek için olanca gayretini sergiliyor. Buna rağmen Türkiye ABD emrinde olmakla suçlanıyor, İran ise ABD ve batı aleyhtarlığı yalancı rolünü sürdürmekte ısrar ediyor ve tüm dünyayı aptal yerine koyuyor.
Ahmet Kemal