AKSA TUFAN, TÂLÛT VE CÂLÛT KISSASI
Câlût, bugünkü Mısır ile Filistin arasında yaşamakta olan
Amâlika adlı bir kavim kralı idi. İsrailoğullarına musallat olmuş,
çocuklarını esir almış, onları ağır vergiler altında perişan etmişti.
İçine düştükleri bu kötü durumdan kurtulmak için ısrarla
peygamberlerinden cihad izni istiyorlardı. Kur’an’da bu olay şöyle
anlatılır: “Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin
mi? Peygamberlerine, ‘bize bir hükümdar gönder, Allah yolunda savaşalım’
demişlerdi. ‘Ya size savaş yazılınca savaşmazsanız’ dedi. Dediler ki:
‘Bizler neden Allah yolunda savaşmayalım. Biz yurtlarımızdan ve
oğullarımızın arasından çıkarılıp sürüldük’. Fakat kendilerine savaş
yazılınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri
bilir.” (Bakara, 246) “Peygamberleri onlara: “Allah size Tâlût’u komutan
olarak tayin etti.” dedi. Onlar: “Biz komutanlığa ondan daha layık
olduğumuz ve o fazla bir servete de sahip değilken, bize nasıl komutan
olabilir?” dediler. O da: “Allah, onu üzerinize seçti, ona geniş bir
bilgi ve üstün bir güç verdi.” dedi. Zira Allah, gücü dilediğine verir.
Allah, Her Şeyi Kuşatan ve Her Şeyi Bilen’dir” (Bakara, 247)
Tâlût, onların beklediği standartlarda biri değildi. Geçimini
çobanlık yaparak kazanan sıradan bir insandı. Bilmedikleri yönü ise o;
ilim sahibi, cesur, savaşmayı bilen biriydi. Fakat Yahudiler onu sosyal
statüsünden dolayı beğenmemişler ve komutanlığına itiraz etmişlerdi.
Peygamberleri onlara, meleklerin taşıdığı “tabut”u delil olarak
getirmesi üzerine ayak diremeyi bırakarak Tâlût’a boyun eğdiler. Tâlût
komutanlığı ele aldıktan sonra, Câlût’a karşı cihada çıktı. Tâlût,
ordusuyla birlikte ilerlerken onlara: “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla
deneyecektir. Kim o ırmaktan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o
bendendir. Ancak bir avuç içen müstesna.” (Bakara, 249) dedi. Hava çok
sıcak, herkes susuzdu. Tâlût’un uyardığı ırmağa gelmişlerdi. Tâlût,
onlara sadece bir avuç su içmeleri veya hiç içmemeleri konusunda uyardı.
Peygamberlerinin uyarısına kulak verenler imtihanı kazanacaktı. Ama
çoğu, suyu görünce emri dinlemedi. Sudan kana kana içenler nehri
geçemeyerek imtihanı kaybetti ve Tâlût’un ordusundan ayrıldı.
Askerlerin büyük bir çoğunluğunun bu sınavı geçememesi yüzünden
onun ordusu ciddi anlamda azalmış, Câlût’un ordusu ile aralarında büyük
bir sayısal dengesizlik ortaya çıkmıştı. Allah’tan savaş isteyip yollara
düşen on binlerce askerden teslimiyet sahibi bir avuç asker kalmıştı.
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu
kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara, 250) Sadece Rablerine
üvenerek meydana çıkmışlar ve Câlût’un ordusunu bozguna uğratmışlardı:
“Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud, Câlût’u
öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi, ona dilediğinden öğretti.
Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını engellemesi
olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı.” (Bakara, 251)
Kur’an kıssaları “geçmişlerin masalı” değildir. İnsanoğlu kibriyle,
nemelazımcılığıyla, tutkularıyla ve en önemlisi başına gelenleri çabucak
unutan zaaflarıyla maluldü ve bu özellikleri ilk insandan son insana
kadar değişmeyecekti. Bu yönüyle baktığımızda binlerce yıl önce yaşanan
Tâlût ve Câlût kıssası aynıyla tekrar yaşanmaktaydı. Arasındaki tek
fark, o gün kendilerine yapılan zulümden dolayı cihat izin isteyen
İsrailoğulları bugünün zalimleriydi. Verilen izine ayak diretenler ise
Müslümanlardı.
Kıssayı günümüze uyarlayarak
tekrar okumaya çalışalım. İşgalci olarak Filistin topraklarına
yerleştirilen ve her gün adım adım ilerleyerek böle halkını adeta
işgalci pozisyonuna düşüren İsrail, Câlût’un günümüze bir yansımasıdır.
Yahudiler de Calut misali Filistin halkını çocuk kadın demeden
öldürmekte, direnenleri ya sürgüne ya da yıllarca zindana mahkum ederek
insanlara kendi memleketlerini esir kampına dönüştürmekte. Aksa
Tufanının yiğit erleri, İsrail’in yıllarca yapmış olduğu insanlık dışı
uygulamalarına karşı muhteşem bir kıyam başlatmıştır. Onlar yüz yıldır
devam eden zulme karşı İslam âleminin “bu zulme dur diyecek bir komutan
ve zafer” istediği Talut’un askerleridir. Ama İslam âlemi tıpkı
İsrailoğullarının gönderilen Tâlût’u beğenmedikleri gibi Filistin
direnişinin onurlu evlatlarının direnişini beğenmedi. Bazıları
provokasyon, bazıları da “Gücünüz ne ki İsrail’le savaşıyorsunuz.” dedi.
Hatta bazıları bu yiğit erleri teröristlikle suçlayarak işgalci
İsrail’i “haklı” görme bahtsızlığını yaşadı. “Şüphesiz Allah, sizi bir
ırmakla deneyecektir. Kim o ırmaktan içerse benden değildir. Kim ondan
tatmazsa o bendendir. Ancak bir avuç içen müstesna.” (Bakara, 249)
Müslümanların imtihanı bununla da bitmiyordu. İsrail arsızdı ama
onu böylesine “güç sarhoşu” yapan onun yıllar içinde kazandığı
konumdur. Müslümanlar dâhil tüm dünya sessiz kalmasının sebebi ise onun
bu gücüne karşı içinde bulundukları acziyettir. İsrail sayısal azlığına
rağmen dünyayı bir ipek kozası gibi örmüş; ekonomik, siyasi, askeri,
teknolojik, enformatik olarak kuşatma altına almıştır. Bu kuşatılmışlığı
kaldırmanın tek yolu vardır. O da Tâlût’un askerlerine “bu sudan bir
avuçtan fazla içmeyeceksiniz.” emrini iyi anlamak. Dünyevi
kuşatılmışlığın tek çözümü dünyevi olanı terk edebilmeyi göze alabilmek,
yani BOYKOT edebilmektir.
Evet, kuşatılmışlık o kadar
büyük ve derin ki; içtiğimiz suya, yediğimiz ekmeğe kadar bir şekilde
İsrail’e bağımlıyız. Adına bilgi çağı dediğimiz bu çağda bilgi bile
onların kontrolünde. Kısacası savaş her cephede ve Müslümanlar her şeyde
onlara muhtaç. Bu kuşatılmışlıktan kurtulmanın tek çaresi, “Müslüman
olmanın ne demek olduğunu yeniden düşünüp yeni bir medeniyet
kurgulamaktır.” Yani, ilerlemenin yeryüzünü ve kaynaklarını sömürmek
olmadığı, her insan gibi tüm canlılarında yaşama haklarının olduğu bir
hayat anlayışını yeryüzüne hakim kılmak. Bunun zıttı ise dünyevileşmek
yani Yahudileşmektir, esarettir, köleliktir. Dolayısıyla Yahudileşen bir
zihin yapısıyla onlara karşı savaşmak mümkün değil. Talût’un
askerlerine “Bu sudan içmeyeceksiniz.” emri bunun için çok önemlidir.
İki milyarlık İslam âlemi bir Kola içmemeyi bile becerememişken bu terör
devletine kınamaktan başka söyleyebileceği sözünün olmaması bu
yüzdendir. Kısacası Filistin bir turnusol kâğıdı olmaya devam ediyor ve
o, her birimizin önünde duran imtihan kâğıdıdır. Ya Talût’un
askerlerinin büyük bir kısmı gibi suyu (Kolalarımızı) içip, meydanlarda
“kahrolsun İsrail” diyerek gazımızı atacağız ya da Talut’un askerlerinin
az bir kısmının gösterdiği sabrı göstererek zafere ulaşacağız.
Son olarak şunu unutmamak gerekir ki bu savaş Filistin’de
sürüyor gibi gözükse de tüm İslam âleminde hatta tüm dünyada devam
etmektedir. Filistin’in yenilmesi tüm dünyanın İsrail’in önünde diz
çökmesi demektir. Kısacası insanlık Filistin üzerinden büyük bir
imtihana tabi tutulmaktadır. Ya onun suyundan (dünyevileşme) içip bu
kuşatılmışlığa, “Bizim onlarla savaşacak gücümüz yok.” diyerek zillet
içerisinde boyun eğeceğiz ya da Seni ve senin hayat anlayışını BOYKOT
ediyorum.” diyerek Filistin’deki şanlı direnişin yanında yer alacağız.
“Bunca kuşatılmışlık altında bunlar ütopya” diyenler mutlaka olacak ama
iman etmekte bu değil mi?İmanımız bize bu inancı ve kudreti vermiyorsa
zaten anlamı da yoktur. Tâlût ve Calût kıssası tam da bunu anlatır:
“Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud, Câlût’u
öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi, ona dilediğinden öğretti.
Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını engellemesi
olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı.” (Bakara, 251)
ALINTIDIR. 14.11.2023 Veli KURT
(
Aksa Tufan Tlt Ve Clt Kıssası başlıklı yazı
Mustafaoglu tarafından
27.11.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.