ZEKİ HOCA
Hoca öğrencilerine hep güzel şeyler söylüyor. Teşvik ediyor onları. "Hadi aslanım hadi, çok güzel sen bir tanesin, sen çok zekisin, sen çok çalışkansın. Hadi biraz daha gayret. Hadi yüksek sesle oku. Hadi duyayım seni."
Onları caminin içinde bir halka yapmış, birbirine mesafeli oturtmuş ,rahlelerinde Kur’an-ı Kerim'leri okuyorlar, sesleri bana ulaşıyordu. Cemaat camiden tamamıyla çıkmamıştı. Ben de camiyi terk etmek istemiyordum bu Ramazan- ı Şerif gününde. Dışarısı sıcaktı. İçerde klima çalışıyordu. Bu ortamda en güzel yer burasıydı.
Hafızlar az önce Kuran-ı Kerim okumayı bitirmişti. İki kişiydiler; bir 18, 19 yaşlarında, diğeri 10, 12 yaşlarındaydı. Ön safta öğrenciler dizilmiş mukabeleyi takip ediyorlardı. Yanımda duran bir tanesi oldukça küçüktü. Ben ona kaybettiği yeri bulduruyordum. Onun bu gayreti hoşuma gidiyordu. Bu çocukların bu kadar istekli oluşları hocalarının eseriydi.
Hoca bu caminin eski müezzini, şimdiki ikinci imamıydı. Kendini bu camiye ve cemaate adamış biri. Hafta sonları camiye gittiğimde uzaktan selamlaşırdık. Büyük oğluma Kuran-ı Kerim’i O ve 1.imam Kadir hoca öğretmişti. Onun örnek biri olduğunu seziyor ama pek fazla farkına varamıyordum. O da beni tanıyordu sanırım. İkinci oğlumu da yaz tatilinde ona getirmiştim ama o camide öğrenim görmek istememişti. Bana sen öğret baba dedi. İnat etti. Ben de fazla ısrar etmedim. Ama bir türlü iyi bir eğitim veremedim bir baba olarak ona. Keşke biraz daha kararlı olsaydım da o da bu Hocanın şefkatli ellerinde eğitim görseydi. Böylece Kuran’ı ve Camiyi daha çok seven biri olurdu belki de. En azından böyle bir hocayı tanımak şansına sahip olacaktı. Ama olmadı, olamadı. Benim en küçük çocuğum olması ve onu çok seviyor olmam buna mani oldu.
Öğrencilerine şefkati yanında zaman zaman onlara hediyeler vermesi, şeker sakız ve dondurma ikramı onların Camiyi, Kur’an okumayı böyle çok sevmelerine yol açıyordu.
O dersi bitirdi, ben Kur’an okumayı. Zeki Hoca ve yanında diğer hocalar caminin arka safında engellilerin oturduğu sıralarda oturuyorlardı. Selam verdim oturdum ben de. Anlattık. İlk defa böyle yakın sohbet ediyorduk. Ben onu biraz tanımak istedim. Akşamki ikramları beni çok sevindirmişti. Art arda çay su ve maden suyundan başka bir de tatlı ikram etmişti. Hocalardan beklenmeyecek bu cömertliğe şaşırmadım desem yalan olur.
Onu bir de ertesi gün öğrencilerine okşayıcı onları teşvik edici sözlerle eğitim yaparken görünce daha yakından tanımak istedim. Biraz konuştuk. Anlattı; "Ben her gün hap kullanıyorum" dedi Lustral stres hapı.’ Neden? ’ dedim." Neden gereksinim duyuyorsun buna?" " Biz dedi burada herkese güler yüzle davranmak zorundayız. Ama biz de insanız. Dertlerimiz kederlerimiz sıkıntılarımız oluyor. Ama o sıkıntıları kimseye yansıtamayız. Camiye dinini öğrenmek için gelen öğrencilere, cami cemaatine hep iyi davranmalıyız. Hep relaks olmalıyız.
Aşağıda Elifçiler var. Kur’an-ı Kerim okumayı öğreniyorlar. İstesem öğlene kadar her iki grubun eğitimini bitirirdim. Ama ben öyle yapmıyorum. Sabahleyin Kuran’ı yeni öğrenenlerin ,öğleden sonra ileri derecede Kur’an okumayı öğrenenlerin eğitimini yapıyorum". O arada Elifçilerden biri yukarı çıkıyor gürültüyle. Onu güzel bir dille ikaz ediyor. Düşünüyorum bu çocukların dersi bittiği halde neden evlerine gitmiyor. Demek ne kadar çok seviyorlar ki camiyi terk edip anne baba yuvalarına gitmiyor bu ana kuzuları hayret.
Bu adamın sırrını keşfedemedim. Klasik İmamlar benzemiyor. Bu kendini Allah’a adamış biri belki de. Bu adam Anadolu’yu fetheden alp erenlerden biri mi? Evet belki de son örneği. Umarım son değil sadece günümüz temsilcilerden biridir.
Ben onun yıllar önce ilk tanışmamızda bana öğretmenliğin ne kadar zor olduğunu ifade edişi ve bana dualar etmesiyle farkına varmıştım. Evet, o farklı biriydi. İçimizden biriydi belki ama farklıydı.