Gitmek için izin almıştık. Biraz ayak sürterek akşam çorbasına kaldık. Acılı çorbayı yeşil soğanla takviye ederek bir güzel yedik. Çok hoş olmuştu. Hava sıcaktı. Arabanın kalkışını serin bir yerde bekledik.
Dönüyoruz. Akşam namazında Silivri’deyiz. Bir camiye vardık, tuvaletleri yok.
Namaza daha var. Başka bir cami aramak üzere Silivri’nin merkezine girdik.
Tarihi Kurşunlu Camiine vardık. Güzel, mutena bir camii ama onun da yeni
tuvaletleri rögardan aşağıda kaldığı için yıkılmış ve yenisi henüz yapılmamış.
Nasrettin Hoca bize oyun yapıyor herhalde. Kızının mezarı karşılıyor
bizi hamamın hemen yanında. Dualar ettik. Akşam namazını orada kıldık.
Yunus
Emre’nin de memleketi burası. Onu da hayırla yad ediyoruz.
Kaç defa kıyısından geçtiğim ve hep merak ettiğim bu ilçeyi bu iki büyük manevi mimarından dolayı çok seviyordum. Sonunda kavuştum. Şirin bir ilçeydi burası. Küçüktü, küçük olduğu kadar sevimliydi. Bazı arkadaşlar şehir efsaneleri üreterek bizi korkutmaya çalıyorlardı. Burada kim vurduya giden insanlar oluyordu güya. Hadi çabuk gidelim diyorlardı. Ben ihtimal vermiyordum.
Güzel bir tarihi çeşmesi vardı. Suyu şarıl şarıl akıyordu. Suyundan içtik.
Küçük abdeste sıkışmıştım. Yakındaki diğer camiye vardık. Onun tuvaleti vardı.
Cami de küçük mü küçük. İhtiyacımızı giderdik. Bu Camiyi de sevdim. Ben zaten
bu küçük camileri çok samimi ve sıcak bulurum oldum olası.
Arkadaşın bir çay içmek istedi, ben kabul etmedim, o izin alarak gitti. Bayat bir
çayla nefsini köreltmişti, kendi ifadesine göre. Arabaya doluştuk toplanınca.
Acıkmıştık, nevalelerimizi yedik. Abdülbaki köydeki pastaneden börek almıştı.
Bana da vermek istiyordu. "Sonra" dedim. Benim nevalem fazlaydı. Hem dağıtmış hem
kendimi doyurmuştum. Kuru yemişleri geri getirmek istemiyordum. Arkadaşlarla
paylaşarak afiyetle yedik ve bitirmiştik.
Dönüşte tam da dediğim gibi bayağı geç kalmıştık. Özel taksisiyle gelen
arkadaşlardan bazıları bile erken hareket etmişlerdi. Biz şimdi evlerimize
nasıl varacağımızı düşünüyorduk. Otobüsün şehrin içine girmesine ve oradan şehrin
batısına kadar varması gerektiğine karar verildi. Ben zaten şoförün evinin
güzergahında oluğum için sorun etmiyordum.
Koyu bir sohbete daldık. Yol çabuk bitiyordu. Ertesi gün tatildi. Oğlana
telefon ettim, beni yol güzergahından alacaktı.
Mutluyduk, manevi bir yolculuk olmuştu. İyi ki bu yolculuğa çıkmıştık..
Gitmeden önce kalbimden geçmişti. Zuhurat oldu. Çok uygun bir
zamandı.
Bu manevi yolculuğa ne kadar da ihtiyacım varmış, gidip döndükten sonra anladım.
Bu manevi iklimlerden bir esinti olmadan yaşamak ne kadar zordu. Allah
dostlarının kuşatıcı iklimi teneffüs etmek ne güzel, ne hoştu. Onları bir kere
bile görmek bir ömre bedeldi. Onlar çağımızın Yunus Emre’si, Hacı Bayram-ı
Veli’si, Hacı Bektaş-ı Velileriydiler. Ve insanlığın onlara ihtiyacı su kadar
ekmek kadar hayatiydi.
İyi ki varsınız. İyi ki onlar var. Olmasaydılar yaşamak tam bir azap, dünya tam
bir zindan olurdu.