Sabırsızlık Ve Tembellik


"İnsanlar sabırsız oldukları için cennetten kovuldular, tembel oldukları için geri dönemiyorlar."
- Franz Kafka
 
            Kafka’nın bahsettiği iki kötü davranış biçimine de maalesef sahibim. Bunun yani bu sahipliğin farkında olmak sahip olunan kötü davranışlardan kurtulma mücadelesinde elbette önemli bir adım zira hem sabırsız hem de tembel olup bu durumunun farkında olmayan da birçok insan var toplumumuzda. Gerçek şu ki ben sabırsız ve tembel olduğumun elbette farkındayım, bu farkındalığın iyi bir şey de olduğunu da elbette biliyorum. Ancak maalesef ki bu farkındalık pek işime yaramıyor. Emek ve çaba harcamaksızın iyi bir şeyler elde etmek neredeyse imkânsız çünkü.


             Bazı inanç sistemlerinde bu durumun yani çalışmanın insan için bir tür cezalandırma yöntemi olduğundan bile bahsedilir. Kimi kutsal kitaplarda cennetten kovulma hikâyesinde şöyle bahsedilir çalışma hususunda; “Emek harcamadan ve çalışmadan karnın doymayacak…” Bu noktadan hareketle çalışmanın insan için bir tür ceza olduğu gerçeğiyle de karşılaşabiliriz.  Dinlerin bize bahsettiği ve düşlediğimiz cennette çalışmak gibi bir eylem yoktur çünkü. Hatta o kadar derin düşünmemize bile gerek yok, zengin olmayı düşleyen her insanın zengin olduktan sonra istediği ve arzuladığı yegane şey çalışmak zorunda kalmamaktır. Tüm bunların dışında çalışmak, çalışmanın insana kazandırdıkları ile ilgili kişisel gelişim teorileri, motivasyon telkinleri mevcuttur elbette.
 
            Tembellik konusuna gelecek olursak çalışmanın huysuz  ve obez kardeşidir tembellik. Elbette aslında özümüzde hepimiz az ya da çok tembelizdir. Yalnızca kendimizi tembel olmadığımıza dair ikna etmeye çalışırız. Bu sonuca nasıl vardığımı merak edecek olursanız aslında cevabı çok basit; tembellik bir ödül olarak karşımıza çıkar insan yaşantısında. Tatil dediğimiz şey başlı başına bir tembellik değil midir? İnsanlar tüm yıl çalışırlar ve yılın belli bir zamanında tatile yani tembellik etmeye çıkarlar. Bu bir ödüldür. Çalışmak yaratıcı tarafından biz insanlara verilmiş bir tür cezadır. Yukarıda da bahsettiğim gibi insanlığın düşlediği cennette çalışmak diye bir şey yoktur mesela. Çünkü çalışmak çaba gerektirir, emek gerektirir, çile gerektirir. Tüm teknolojik gelişmeler tembellik temeli üzerinde gelişmiştir örneğin. Ama biz bunlara “hayatımızı kolaylaştırmak” diye bir maske geçirmişizdir. Esasında tüm teknolojik gelişmelerle hayatımız kolaylaşmaktan ziyade biz daha çok tembellik etme hakkına sahip olmuşuzdur. Elbette burada tembellik etmeyi bir kavram olarak ele alıyorum. Yoksa hakaret manasına gelen tembellikten bahsetmiyorum.


            Tembellik hususunda asıl mühim olan nokta ise şudur; tembellik kötü bir şeydir. Tembellik kavramının temelleri hakkındaki düşünceler ve oluşan kurallar her ne kadar bunlar olsa da içinde yaşadığımız evrenin kuralları gayet açıktır; tembellik etmeyi göze alan kişi kaybetmeyi göze almış kişidir. Hayat tembellere pek ödül vermez. Bir Alman Atasözü der ki;” Tembellik utanç ve sıkıntı getirir.” Evet, inanç sistemlerine göre çalışmak bir cezadır ve evet tembellik bir ödüldür ama bu gerçek bizi tembel olmaya itmemelidir. İronik bir durum ama bu ironi bizim gerçeğimiz maalesef.  Tembellik yapma ödülüne kavuşmak için çalışmamız gerekir. Çalışmadan yalnızca tembellik edersek de hiçbir şeye kavuşamayız; kurallar gayet nettir.
 
            Bunun paralelinde yazının bir diğer temel direği olan “sabırsızlık” kendi kişisel deneyimlerime de dayanarak açık yüreklilikle söyleyebilirim ki  çok zararlı bir olgu, davranış ve durumdur. Sabırsızlık insanın birçok zarara uğramasına neden olabilir ve olmuştur da. Yani her şeyin bir vakti olmasına rağmen insanın belki de içgüdüsel bir davranışla bir an önce gerçekleşmesini istemek, bir an önce gerçekleşmesi için uğraşmak ve vaktinde olacak olan şeyin de olmamasına neden olmak. Eğer geçmişe sönüp kendime bir tavsiye vermem gerekseydi şüphesiz kendime vereceğim yegâne tavsiye “Sabırlı ol.” demek olurdu. Çünkü hayatımda hemen hemen kazanmayı düşlediğim her bir şeyi sabırsızlıkla kaybettim ya da hiç ulaşamadım. Şimdi farkında varıyorum ki; eğer sabırla bekleseymişim düşlediğim her şey bana kendi ayağıyla gelecekmiş. Peki, bundan nasıl emin olabilir insan? Ya yanlış yerde bekliyorsa ya da gelmeyecek bir şeyi bekliyorsa diyeceksiniz ki haklısınız da. İşte zaten sabırsızlığın zararı burada ortaya çıkıyor.


            Bir tarladan buğday hasat etmek istediğimizi düşünelim. Bu isteğimiz için tarlayı sürüyoruz, tarlaya buğday tohumları ekiyoruz ve gübrelemesini, ilaçlamasını yapıp ürünü hasat ediyoruz. Ancak sabırsız bir kişinin elinde tarlası var, traktörü var, buğday tohumu var, gübresi var ve ilacı var olmasına rağmen sabırsızlığı nedeniyle bu varlıkları hep yanlış kullandığından tarlasından buğday hasat edemiyor. Yani tarlasını toprak tava geldiğinde sürmesi gerekirken sabırsızlıkla ağustosun en sıcak günlerinde sürüyor. Topraktaki nem de uçup gidiyor haliyle. Tohumu ekim ayında ekmesi gerekirken yine aceleyle başka bir ayda ekiyor. Gübresini yeşil aksam çıktığında vermesi gerekirken daha fide topraktan çıkmadan veriyor. Elbette ortada bitki olmadığından gübre ya suya karışıyor ya da buhar olup uçuyor. Sonra hasat zamanından önce buğday başakları olgunlaşmadan hasat ediyor. Sonuçta bu kişi her şeyi olmasına rağmen hiçbir şey elde edemiyor. Bu örnek ve buna benzer örnekler sabırsızlığın zararını o kadar iyi anlatıyor ki.
 
            Elinde buğday tohumu olan birisi tarlasından nohut hasat etmeyi beklemez, bekleyemez. Bu durumda yanlış yerde yanlış şeyi bekleyen insanın beklemesi elbette sabır kategorisine girmeyecektir. Bu bahsettiğim buğday örneğinde olduğu gibi düşlediğim şeylere ulaşmak için gereken her şeye sahiptim bende ve düşlerime ulaşmak için önümdeki tek engel de sabırsızlığımdı elbette. Yaptıklarımdan farklı bir şey yapmadan yalnızca sabırla bekleseydim şüphesiz düşlediklerimi elde etmiştim. Elbette hiçbir şey için geç değildir. Ama kaçırılan fırsatlar da insanın canını yakıyor.
            Benim yaşadığım bu durumun ve hissettiğim bu kötü hissin çoğu insan tarafından yaşandığına ve hissedildiğine eminim. Zira biz insanlar sabırsız varlıklarız. Aslında zamanla akıllanıyoruz ve farkındalıklarımız artıyor ama maalesef bu kez de ömür dediğimiz kısıtlı sürenin sonuna gelmiş oluyoruz. Daha da acıklısı yaşlanmış oluyoruz. İnsanın aklı başına yaşlandığında geliyor. Bu acıklı bir durum gerçekten, zaten ömrümüz oldukça kısa. Yani ilk on-on beş senemiz çocuklukla geçiyor. Ardından gelen on yıl ergenlik, kendini ispatlamak, bir yerlere gelebilmek için kullanılıyor. Hatta bu süre yirmi yıl kadar da uzayabiliyor. Bu arada gerçekten yaşayabileceğimiz bir on yıl var. Ardından gelen on yıl orta yaş dediğimiz yeni bir tür ergenlik ve ardından gelen on yıl ise yaşlılık, yaşlılığı kabul etme, hastalıklar. Ardından gelen on yıllarsa (ki eğer şanslıysak elbette) yaşlı bir bedene hapsedilmiş olarak geçiyor. Bu hesaba göre ömür dediğimiz zaman diliminde gerçekten yaşadım diyebileceğimiz bir on yıl var yalnızca. Onu da yaşabilirsek elbette.
 
Bende kısa ömrüm boyunca birçok kez tembellik ettim herkes kadar. Eğer daha az tembel olsaydım elbette daha fazla tembellik etme hakkına sahip olurdum. Sabırsızlık ve tembellik iki ayrı yıkıcı davranış. Yani yazar olmayı düşlüyorsunuz ama ne bir satır yazı okuyorsunuz ne de bir satır yazı yazıyorsunuz. Peki, nasıl olacak bu iş? İstediğiniz kadar sabırlı olun eğer yazar olmayı düşlüyorsanız ve okuyup yazmıyorsanız bu hiçbir işe yaramaz. İşte hayatın karşı koyulamaz gerçeği budur.


            Gelelim bu yazıyı yazmama neden olan o küçük olaya. Newton’un fizik yasalarından birisi olan etki-tepki yasası hayatın her aşamasında geçerlidir. Eğer bir etki varsa bir tepki oluşur. Yazı yazmakta bir tepki olarak değerlendirilirse elbette bir etki sonucu oluşmuş bir tepki olmalıdır. Benim etkimse bahsettiğim gibi küçük bir olaydı. Belki de olukça önemsiz bir olay. Şöyle ki ben evde terkos suyu (musluk suyu) tüketmiyorum. Bunun önceleri hijyenik nedenleri vardı. Ancak daha sonra bu hijyenik nedenler alışkanlığa ve ihtiyaca dönüştü. Musluk suyunu tadı dolayısıyla içemez oldum. Önümde iki seçenek vardı. İlki eve su artıcı taktırmak ve ikincisi hazır su almak. Biraz araştırdığımda eve su artıcısını pek sağlıklı bulmadım. Bunun nedeni ise suyun içindeki mineral maddelerinde zararlı maddeler ile birlikte arıtılıyor olmasıydı. O yüzden hazır su almaya karar verdim. Uzun süredir de hazır su alıyorum. Herkesin malumudur ki hazır su da diğer su kaynaklarına göre biraz pahalı. Bu yüzden indirimleri takip ediyorum. Çeşitli marketler çeşitli günlerde hazır sularda indirimler yapıyorlar. İşte bu günde bir marketin indirim günüydü ve bende hazır su almak için bu markete gittim. Yalnız market konumu itibarıyla otopark sıkıntısı olan bir konumdaydı. Erken gitmemin de etkisiyle aracıma yer bulabildim. Üstelik marketten yaklaşık yirmi metre uzaklıkta iyi de bir konumdaydı. Markete girdim ve hazır sulardaki indirimin devam edip etmediğini sordum kasiyere. İndirimin devam ettiğini öğrenince otuz tane beş litrelik sudan aldım. Sağ olsun oradaki bir görevli bu kadar çok su alınca yardım etme talebinde bulundu. Bende memnuniyetle kabul ettim. Arabamın nerede olduğunu sordu. Ben elimde gösterdim yerini. Görevli “Abi orası uzakmış, sen şuraya çek arabayı hemen atalım.”dedi. Gösterdiği yer baya sıkışık ve sıkıntılı bir yerdi. Normalde hepsini arabaya taşırdım. Ama etmek işime geldi ve kabul ettim görevlinin teklifini.


            Görevlinin dediği yere sıkıntılı bir biçimde olsa da arabamı çektim. Sonra benim yaklaşık yirmi-yirmi beş dakikamı alacak su taşıma işlemi dakikalar içinde gerçekleşti. Gerçekten de işi kolay halletmiştim ve kendi kendime seviniyordum. Ardından görevliye teşekkür edip gitmek üzere arabamı çalıştırdım. Ancak ortada bir sorun vardı. Arabanın çıkacağı yere başka bir müşteri arabasını park etmişti. Halbuki biraz sabırlı davransam müşteri alışverişini tamamlayıp gidecekti. Zaten su taşıma zamanından kar etmiştim. Ama sabırsızlığım tuttu işte, bir an önce oradan gitmek istedim. Geri geri arabayı marketin önünden çekmeye çalıştım. Sağ olsun görevli yine yardım etti. Ancak aralık arabamın geçemeyeceği kadar dardı. Geri geri manevra yaparken park halindeki arabaya hafifçe sürttüm. Kırmızı bir arabaydı ve arabanın boyası çizilmişti. Sonradan fark ettim ki arabanın içinde kadın ve çocuklar da vardı. Sonra arabanın sahibi adam geldi ve oldukça sinirliydi. Bana yardım eden görevliye bağırıyordu; “Yahu kardeşim bu arabanın buradan geçemeyeceği belli değil mi? İki dakika bekleyemediniz mi?! İşte alışverişimiz bitti geldik!” Hemen arabadan indim ve adama çok üzgün olduğumu, özür dilediğimiz söyledim. Ben alttan alınca adamında öfkesi az da olsa dindi. Ancak adam haklıydı. Adamdan hakkını helal etmesini istedim ve zararın neyse karşılayayım dedim. Sıkıntılı bir durumdu hem de pazar pazar. Adam söylene söylene arabasına bindi ve gitti. Bense düşünmeye koyuldum her zaman ki gibi.


            Sabırsızlık ve tembellik yine başıma iş açmıştı işte. Damacana başı üç beş lira kar edeceğim derken üç ben bin lira araba tamir parası ödeyecektim. Hâlbuki biraz sabır etseydim ya da tembellik etmeseydim tüm bunlar başıma gelmeyecekti. Küçük bir olaydı. Ama bu küçük olay temelinde tüm yaşantımı gözden geçirmeme neden oldu sonra da bu yazının doğmasına.
 

( Sabırsızlık Ve Tembellik başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 28.04.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu