İnsan İnsanı Zehirler


“İnsan insanın zehrini alır.”

            Yaklaşık otuz sene önce sevdiğim bir televizyon dizisinin, beğendiğim bir sahnesinde dizinin ana karakteri acı çeken arkadaşına bu sözü söylüyordu ve derdini kendisiyle paylaşmasını istiyordu. Ne kadar da dramatik bir sahneydi.


            O yıllarda ben ergenlik çağına girmek üzereydim. Dizinin ana karakterinin duygusal bir fon müziği eşliğinde ağzından babacan bir ses tonuyla dökülen bu cümle beni oldukça etkilemişti. Bu etki ile birlikte yaklaşık otuz yıl boyunca insan ilişkilerimi bu cümlenin izdüşümünde planladım ve bu şekilde yaşadım. Ancak aradan geçen otuz yılın ardından geriye dönüp şöyle göz ucuyla bir yaşadıklarıma ve bana kalanlara bakıyorum da hata etmişim. Özellikle son on yılda bu hata bana daha çok zarar vermiş.  Son derece trajik ve bir o kadar da gerçek olan bir durum karşılaştığım.


            O kadar yaşanmışlıktan sonra şu sıralar bu düşüncemin ne kadar yanlış bir düşünce olduğunu daha net görebiliyorum ve açık yüreklilikle söyleyebilirim ki; insan insanın zehrini almaz. Aksine insan insanı zehirler. Çünkü artık insan toksik yani zehirli bir varlık haline dönüşmüştür. İnsan zaten hep öyleydi gibi bir kesin çıkarımda bulunamıyorum. Çünkü yüreğimde insana ve insanlığa dair zayıfta olsa yanan bir ışığa sahibim. Ancak özellikle çağımızda insan artık zehirli bir hale dönüşmüştür. Bu dönüşüm süreci ise insanlık tarihine oranla özellikle son yüzyılda artarak ve hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Oysa ben çok iyi biliyorum bir zamanlar durum böyle değildi. Belki de o sevdiğim şarkıdaki gibi oldu her şey; “Biz büyüdük ve kirlendi dünya.”


            Peki, bu kirlenme nasıl yaşandı? Bu kirlenmeye sebep olan şey ya da şeyler neydi? Bu konuda aslında herkesin yakından bildiği ya da hissettiği şeyleri, uzun uzadıya yazacak değilim.  Gerçek şu ki sahip olduğumuz sistemler, tercih ettiğimiz ideolojiler her zaman yanlış olanlardı. Birinci ve ikinci dünya savaşları da bu kirlenme konusunda katalizör görevi gördüler. Tam da insan bu kadar alçalamaz derken her defasında daha da alçalabileceğine tanıklık ettik. Her tanıklığımız bir alışılmışlığı beraberinde getirdi. İnsanlık olarak bir bataklığın içindeydik ve her hareket ettiğimizde o bataklığa biraz daha batıyorduk. Belki şimdi en dipte değiliz ama o dibe çok yakın olduğumuzun da farkındayız.


            Tüm bu sebeplerden şimdilerde otuz sene öncesinde olduğundan farklı düşünüyorum. İnsan insanın zehrini almaz, insan insanı zehirler diyorum. Eğer insanın bir derdi, sıkıntısı, düşüncesi, hayali, umudu, planı, sevgisi, acısı, yarası, travması varsa kesinlikle başka bir insana bahsetmemelidir. Çünkü insan insanın en büyük düşmanı olmuştur çağımızda. Fesatlık ve kıskançlık insanın tüm hücrelerini kaplamış ve habis bir organizmaya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm ideolojik sistemler, teknolojik gelişmeler, popüler kültür, eğitim sistemleri ve otoriteler tarafından desteklenmiştir. İnsan için içgüdülerinin esaretinde bir yaşam planlanmıştır. Çünkü böylesi otoriteler için daha karlı görülmektedir. Bir çiftlikteki sığırların hayatlarını düzenler gibi yalnızca karlılık düşünülerek dizayn edilmiştir her şey. İnsan ise kendisi için hazırlanan bu plana sadık bir şekilde boyun eğmiştir ve şaşırtıcı bire biçimde özümsemiştir.  Cahillik ve kabalık övülmüş, takdir edilmiş ve ödüllendirilmiştir. Oysa bundan yalnızca otuz yıl önce tam tersi bir düşünce hakimdi bizzat ben şahidim.


            Ben çocukken okumanın ne kadar erdemli ve önemli bir iş olduğu anlatılırdı. İyilik, mütevazilik, yardımlaşmanın enayilik değil insanı insan yapan erdemlerden olduğu bahsedilirdi. Popüler kültür enstrümanları olan sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde ve programlarında, bestelenen müzik eserlerinin güftelerinde bu erdemler övülür ve hatta mizah amaçlı yapımlarda dahi kabalık, cahillik, nezaketsizlik, hırsızlık yerin dibine sokulurdu. Sonra bizim ülkemiz özellikle iki binli yılların başında bir dönüşüm başladı. Bu dönüşüm negatif bir dönüşümdü. Artık dürüstlük, iyilik, mütevazilik, yardımsever olmak, düşünceli olmak enayilik, kerizlik ve ahmaklık olarak nitelendirilmeye başladı. Kabalık, cahillik, sahtekârlık, yalancılık, üçkâğıtçılık, kıskançlık, fesatlık, cimrilik, düşüncesizlik uyanık olmakla eşleştirildi övülerek ödüllendirilmeye başlandı. Popüler kültür modellerinin bu durumu hızlandırmada oldukça büyük etkileri oldu. Önceleri mizah yaparken bile siz diye hitap eden “efendim”  kelimesi olmadan konuşmayan sanat erbapları bile açık açık küfretmeye ve aşağılama başladılar izleyicilerini. Bu hastalıklı ilişki zehirli bir sarmaşık gibi tüm toplumu sardı. Artık ağız dolusu küfredenler toplum tarafından dışlanmıyor aksine bu kaba ağzı kullananlar ödüllendiriliyordu. Bu yozlaşma son derece korkunç bir şiddetle toplumun her kesimine yayıldı. Çünkü emek harcamanız gerekmiyordu ve kolay ulaşılırdı ve üstelik takdir de ediliyordu. Saygıya dair ne varsa birer birer yok edildi ve adabı-ı muaşeret kuralları birer birer toplum hafızasından aforoz edildi.


            Bu olumsuz gerilemede elbette teknolojik imkânların gelişmesinin büyük etkisi oldu. Televizyon kanallarının çoğalması ile denetiminin imkânsız hale gelmesi, uydu yayınıyla kolay ulaşılır hale gelmesi yalnızca bir başlangıçtı. Zaten denetlenmesi imkânsız olan bu canavarın denetlenmesi de istenmiyordu. Acı çeken kendileri olmadığı sürece insanlar için ortada hiçbir problem yoktu. Ardından internet bilgisayarlar aracılığıyla televizyonun da önüne geçti. Dünyayı saran bu teknolojik harika yine aynı örneği kullanacağım ama zehirli bir sarmaşığa dönüştü. Sonra insanların internete ulaşması kolaylaştı. Sözde bilgiye ulaşmak kolaylaşmıştı. Ama biz insanlar bu yapıyı bilgiye ulaşmak için kullanmadık, insani erdemleri kirletmek için kullandık. Öyle ki en ilkel içgüdülerimizin bile tatmini için alçalabildiğimiz kadar alçaldık. İnternet ağlarının cep telefonları vasıtasıyla ceplerimizde taşınan bir şey haline dönüşmesiyle ise işler çığırından çıktı. Bu yapıları ve teknolojileri geliştiren otoritelerin ise elbette keyfi yerindeydi. Şöyle ki para kazanılıyordu ve her teknolojik gelişmeyle insanlık daha bağımlı hale getirilip daha yönetilir hale geliyorlardı. Her bir insan potansiyel bir getiri kapısıydı ve bu oldukça karlıydı. Karlılık olduğu sürece de bu otoriteler için herhangi bir sorun yoktu ortada. Bu çok acı ve çok korkunç bir süreç. Bu süreci hemen hemen hepimiz yaşadık ve yaşamaktayız. Özellikle benim gibi belli bir yaşın üzerindeki insanlar için dönüşüme bizzat şahit olmak çok enteresan bir durum. Ne yazık ki bizden sonraki nesiller bizzat bu zehirli bataklığın içine doğdular.


            Oysa bizzat yaşadığım için biliyorum bir zamanlar durum hiç de böyle değildi. Bir zamanlar insan insanın gerçekten zehrini almaktaydı. İnsan insana dost ve kardeş olabiliyordu. Şiddet ve nefret bu kadar yaygın değildi ve toplum tarafından ayıplanıyordu. Şimdi matematikten anlamayan mühendisler, toplumdan anlamayan sosyologlar, insandan anlamayan sosyologlar, felsefe bilmeyen filozoflar, tarih bilmeyen tarihçiler, şiirden anlamayan şairler, yazıdan anlamayan yazarlar ve okumayan, öğrenmeyen ve her şeyi bildiğini iddia eden insanlar arasında sıkışıp kaldık. Bu kadar cehalet nasıl mümkün olur aklım almıyor. Çocuklarımız senelerce okullara gidiyorlar ve öğrendikleri tek şey daha fazla test çözmek. İnsanlık, edep, adabı muaşeret, adalet, dürüstlük, iyilik, yardımseverlik, dayanışma; tarih, felsefe, sosyoloji,  edebiyat, sanat, insanı insan yapan erdemler öğretilmiyor çocuklara. Yalnızca sınavda nasıl başarılı olunur, diğer insanların önüne nasıl geçilir, bu vahşi ormanda hayatta kalmak için ne gibi vahşilikler yapılabilir gibi ilkellikler öğretiliyor. Yalnız görülmeyen ya da görülmek istemeyen bir gerçek var ki bu korkunç değirmen günün birinde kendini öğütecek ve tarih bizlerden aptal ve ahmak varlıklar olarak bahsedecek.


            Tüm bu sebeplerden yaşadığımız dönem itibarıyla artık “insan insanın zehrini alır.” diyemiyorum maalesef.  Çağımızda bu konuda söyleyebileceğim yegâne şey; “İnsan insanı zehirler.” Acı ama gerçek olan bir durum bu. Çünkü artık huzuru yalnızca ve yalnızca asil yalnızlığımda bulabiliyorum ben.
 

( İnsan İnsanı Zehirler başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 26.04.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu