Senden sonra kimseye şiir yazamadım. Bilmiyorum nedenini. Belki ilk defa ruhuma baharı sen getirdiğin, ilk defa gökkuşağının altındaki hazineyi bana sen buldurduğun içindir. Ben yine şiirlerim için doğru kişi olduğunu asla düşünmüyorum ama zaten doğru kişi olduğunu düşündüğümüz insanlara duyduğumuz aşk asla en safı olmayacaktır. Seni gördüğümde, bana baktığını hissettiğimde, varlığını bir şekilde fark ettiğinde hala içim titriyor. Bu senden bir gelecek umduğumdan kesinlikle değil. Benim sana bir zamanlar nasıl hisler beslediğimi hatırlamamdan, nasıl baştan sona ölesiye bir aşkla donatıldığımdan, nasıl tüm hüclerimi hücrelerin ile beslediğimden... Bunlardan kendimi birhaber kılmak için nasıl savaşlardan şehit olduğumu hatırladıkça içim titrer. Bana hep çok güçlüsün derdin. Senden sonra buna mütevazilik edemez oldum. Bir insan hayatı ve aşkı arasında kalmak zorunda ise ve hayatını seçiyorsa o insana hiçbir güç, güçsüz diyemez. Öyle boşuna okuma şiirlerimi, anla. Her birinde özenle nasıl ölündüğünü nasıl gömüldüğünü bir insanın, sayfa sayfa anlattım sana. Hepsini biliyorum. Sen öğrettin bunları bana. Kolay yapmadım bunu sandığın gibi; kolay değil kendini çeşit çeşit tabutlara koyup nemli, çorak binbir türlü topraklara sığdırmak. Sahi ne zormuş kendini sığdırmak şu dünyaya ne zormuş yokuşlarını çıktıktan sonra yamaçlarından atmak kendini. Nasıl betimleneceğini bilmediğim yalnızlıkta, nasıl betimleneceğini bilmediğim bir acıyla savaşıyordum, tek amacım kendi varlığıma. Öyle gururlar sığdırırdım, öyle onurlar beslerdim; içini seninle doldurmaktan kendime yer bırakmadığım yüreğime. Sen kalbinden bana bir mum ayırmıyorken; tüm lambalar yansa yine ateş istiyordu yüreğim, güneşten değil yüreğinden. 


 Nasıl kıskanıyordum o zamanları bir bilsen. Yürüdüğün yolları, yolların kaldırımlarını, kaldırımlardaki lambaları, lambalardaki ışıkları... Benliğin, bedenime kazınmış bir yeminmiş gibi sakınıyordum rüzgardan, güneşten. Arkadaş çevreni, selam verdiğini vermediğini senden iyi tanır aklımda çetele tutardım. Sanırım aşk gerçekten böyle bir şeydi. Öyle yaman bir başkaldırışım vardı ki sana; sana akıp giden yüreğimi, seni engelleyen çığlar sanırdın. İyi ki öyle sanmışsın. Nasıl kendimi alıkoyamıyorsam o duygulara, hiç yaşamamış gibi ezmeyide öyle bilirdim. Bana her bir darbe vurduğunda, her bir hüsranla karşılaştığımda senin bana verdiğin zarardan daha çok zarar verdim kendime. Seni nasıl sevebildiğimi aklım almıyordu, içime sığmıyordu. Biz seninle öyle ayrı kutuplar, öyle ayrı iki cehennemdik ki ateşimiz bile birbirimizi söndürürdü. Gündüz eğer bizim ise gece, denizler eğer bizim ise kurak çöller olurdu. Hep öyle olurdu, hep öyle oldu.

( Yadigara Mektup başlıklı yazı nursebil-senturk tarafından 4.05.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu