Sami Hocaya Armağan Mektubumdur


Sami Hoca’ya Armağan Mektubumdur


Mektuplaşalım dedim ya. Bu sitede sakinleri tarafından en çok sevilen, değer verilen, eli maşalı, dili tatlı birine yazarak tüm kalemdaşlara da ön ayak olmak niyeti ile naçizane sana mektup yazayım dedim Sami hocam. Umarım bu niyetim ile bir nebze de olsa, şiir dışında farklı lezzetler ile birlik ve beraberliğimizi kaynaştırıp dostlukları pekiştirmekti niyetim. Her gün baklava yemeyelim, bugün de şekerpare olsun ağzımızın tadı, dilimizin tuzu.
 
Çok sevgili Sami hocam, değer verdiğim, değer gördüğüm. Bu değerler içinde de en ufak bir yapmacıklık, en ufak bir samimiyetsizlik hissetmediğim, sokağımızın büyüğü, eliyle değil sözüyle döven, doğru yazan ve doğru yaşayan saygıdeğer ağabeyim. Samimi olarak yazdığın Cerrahpaşa yazılarından sonra, ne zamandır aklımda olan site sakinlerine mektup yazma ve okuma konusunu daha önceleri de açmaya çalışmıştım kısa kısa. Hatta bu konuda Kelebek Mektupları adı altında bir seri yazı da yayınlamıştım. Tecrübelerinden ve yazılarından, bilakis başkaca yorumlarından da anladığım kadarıyla böyle seri yazıları okuyan fazlaca olmuyor sokağımızın sakinleri tarafından. Ben de bu minval üzerine belki birbirilerimize mektup yazabiliriz diyerek eskide kalmış bir alışkanlığımızı gün yüzüne çıkarmak istedim ısrar edercesine. Sürçülisan ettiysem affola. Patavatsızlık demezsen devam edeyim mektubuma.


Yaşamak, sadece soluk alıp vermek midir? Yaşadığını hissettiğin anlar olur ve hiç bitmesini istemezsin bu anların. Gerçi nef's denir ya, hep geride kalanları ya da gelecek zamanın getirilerini düşler, arzular, heves eder. "Keşke biraz ölmesem" demiş ya şair, o anlardan birine denk geldi sanırım şuan. "Hastalık"tan bahsetmek gerek belki de. Ne kadar tanıyorsun aslında onunla kendini ve aileni. O yüzden ilginç gelmez artık sana söylediklerim, söyleyeceklerim. Oysa hastalık ve hastane yolları artık bir imaj gibi, bir resim gibidir senin zihninde. Bunun tam tersi örneği ise "Yunus"tur.
 
Çünkü yüreğini, gönlünü başka ellere teslim edecek kadar çaresiz ve belki bilinçsiz olarak adlandırabileceğim bir duruma mazhar olmuş zira. Yıllarca aile içinde bir dost, dostlar içinde bir aile olarak büyüdüğünün, büyüdükten sonra bile belki de hiç farkına varamadı, varamayacaktı. Ayrık otu gibi yaşadı belki de yaşam bahçesinde. Hep bir fazlalık ya da kendince bir eksiklik. Bu viranede senin için bir hazine mevcuttu ama. Kısmet olur da inşAllah, Vareden'inde rızası ile Cennet'e giden yolu bulduğun kişi Yunus'tur bence senin için. Bir insan bir insanın nasıl "hayatının merkezi olabilir"in en güzel örneği; O ve Sen ve elbette tüm ailen. Aslında biyolojik bir bağın bulunsa da, her ne kadar "evlattır bakarım" desen de, hani gönül bağı denen duygu öylesine kuvvetlenmiştir ki ailende ve bütün çevrende. O'nu da son Cerrahpaşa yazından sonra anlamaya başlamıştım. Çünkü yastık yerine tahta kaşığı aldığında anlamıştım içindeki yanan ateşi.
 
Orda da açıkça belli etmiştim zaten yorumumda. O kadar yoğun bir duygu çatışmasına girmişti ki içim, sonrasında ferahlamıştı neden-sizce. Çünkü sen "neden" diye sormayacak kadar 'büyük'tün. Kün emriyle olurmuş ya her şey. Belki de Vareden 'Ol'duruyordu seni ve aileni, 'öl'dürüyor gibi görünse de ilk başlarda.
 
Yirmi yıldır, Mevlâna’yı anlamaya çalışıyorum. Öldüğü günü Şeb-i Arus (Vuslat Gecesi) olarak nitelendiriyorsa ve "kasırga pek çok ağaçlar yıkar fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur" deyip "gama binlerce defa aferin" diyorsa, ayrıca hazinelerin yıkıntılarda olduğunu söylüyorsa, işte bunlar birer nimettir, anladım. Hamdolsun. O kadar eksiğim ki aslında onu anlamaya, en azından anlama yolundayım diyebilirim. Olgunlaşmamıştım, ham'dım henüz. "Neden" dedim, asileştim, hırçınlaştım zamanında. Çünkü düşen tutunacağı dalı seçemez. Çok şükür Mevlâna yaralarıma merhemim oldu bu sürgün yerimde. Kendine 'suskun' diyen bir efendim olmasına rağmen ne kadar çok kıpırdattım ağzımın perdesini. Var artık gerisini sen dillendir Sami hocam.
 
Teslimiyet gerekiyor sanırım bu kadar zahmet için. Sen bu yola zaten çoktandır revan olmuşsun. Yolun sonu bu kadar zahmet için Rahmetle doludur inşAllah. İşte O herkese ve her şeye bedeldir. Evet, acır hala bir babanın içi. Ama acımak gerek demek ki. Seni öldürmeyen acılar güçlendiriyor. Zamanla bilirsin bunu. Olgunlaştıkça da daha iyi anlamışsındır elbet. Öğrenmekte bitmez hiçbir zaman bu fani mektepte. Onu da bilirsin nihayetinde. Bir tek kin tutmayı bilmezsin sanırım. Ne aileye, ne de başkasına karşı. Nasip olmasın inşAllah, ne sana ne ailene, ne de hiç kimseye...


Dua buyurasın Sami ağabeyim, önümüzdeki büyük dönemeçler için
Aynı dualar okuyan, dinleyen yüreğine benden gelsin...
 
EyvAllah...



Demir-ci Halil, 07 Ağustos 2024 / 00.30 / İstanbul

( Sami Hocaya Armağan Mektubumdur başlıklı yazı DEMİRCİ tarafından 7.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu