Hamuş Ve Bişrev - Dal
Hamuş ve Bişrev
Mağdur-e Hayatlardan
 

tutmaya dal
tutunmaya yürek gerek…

içimden geçenleri kim görse, zihni bulanır
hâmili olduklarımın âmili ol(ma)saydım eğer...

 

O'nun aşkı demek ağzıma büyük düşer, ancak O'nun aynadaki yansıması olabilir belki. Benim her şeyden ve herkesten uzak bir dünyam var kendimde. Kendimce yüreğimi dökebileceğim, kimseyle yüz yüze gelmeden iki kelam edebileceğim bir yer. Ve yaşamak için can attığım bu dünyanın eşiğinde bir kurtarıcının beni yakalamasını ve sonra kapı içeri etmesini isterim sanki. Belki de suskunluğum bu yüzden. Her ne kadar suskun (Hamuş) desem de, dinleyen (Bişrev) olduğunu da en iyi kim bilir ki bu âlemde. Çirkefin içinde gırtlağıma kadar günaha batmış olan ben, günahını dahi muhafaza etmekten acizken. Sırf bir kurtarıcı bekledim. Güller bile bataklığa düşünce eski güzelliğinden eser kalmaz ya işte. Olmadı yine, yine her şeyi elime yüzüme bulaştırdım sanırım...
 
Yazdığım her satır, söylediğim her söz, güldüğüm her tebessüm suratımda asık bir ifadeyle çarpılıyor. Yüreğime batıyor ve derin bir acı veriyor. Aslında serzenişim kendime. Neden hep yanlış adımlarla yanlış sahnelerde rol alıyorum ki. Gözlerimi ufka doğru diktiğimde hep semanın altında kalan benliğimin feryatlarını görüyorum. Günahlarım gece yarılarında şamar şamar duvarlara çarpıyor. Ben Rabbimin yüzüne bakamayacak kadar çok günah işlemişken, kulların yüzüne pişkin pişkin bakışlarım bundandı işte. Hani akşamı keşfeder ya insan, benim akşamlarım, sanırım gece yarılarında da bitmeden devam ediyor. Tan yeri güneşin ilk ışıklarına kavuşuncaya kadar. Gece kavramım belki de bu yüzden yok olmanın arifesini çoktan geride bırakmıştır...
 
Utanma duygum kalmamış belki de, haya beni terk edeli çok olmuş. Gözyaşlarımdan ırmak akıtsam dahi, temizlenmez ki bu bedenim. Umutlarıma yeni goncalar diktiğim vakitte kapımı çalan kurtarıcımdı. Ve bana bir gülistan getirdi. Gönlü gülistan dolu. Cennetin anahtarını uzattı, ateşten birbirine yapışmış kor ellerime. Bana kitapları gösterdi, rüyalarıma girdi. Kıyametimi hatırlattı. İçimde fırtınalar koparıp, bana tatlı tatlı esintilerin değeceği cennetin bahçelerini özletti. Layık gördüğü gönlümün tahtına oturdu belki de. Bense hükmettiğim kalbe, zulmeden sultanlar gibi sahip çıktım. Hakkım olmadan bir mecnun-u sevda çaldım ve yüreğime hapsettim O'nu. Çoğunu görmezden geldim hatalarımın. Ama ben layık olmadığımı bile bile O'nun sevgisinden haz duymaya devam ettim. Yanılışlar ve yanlışlarda ısrar ettim. Kimseler anlamazken beni, O anlamaya çalıştı. Ağlamaya yüz tutmuş gece yarılarımda. "-seninleyim! bak var'ım! senin için yaşıyorum, sana can sunmaya da hazırım" dedi. Gönlüme sığdırdı beni. Öylesine büyüttü ki, el değmemiş gelincik taneleri gibi taşıdı Ben’deki benden öte beni...
 
O'nun sayesinde hayatı bir başka yaşadım, ölümü bir başka sevdim. Uzakları yakın ettim çoğu zaman. Hasret bir kor olup yaktığı vakitlerde ayna sırlarında söndürdüm mumdaki özlem ateşini. Bazen bir dalgın bakışta, bazen sigaramın dumanında seyrettim kendimi. Gözlerime bakmaktan bile korkarken, korktum elbet ilk başlarda yüzüme yüzümü çevirmekten. Gülüşüm ilmek olup dolandığında boynuma, kendimde beni yitirmekten korktum. Sevdalıydım çünkü ve birde artık delikanlıydım. Kimselerin bilmediği duyguların tek barındığıydım. Bir âlem işitmemişti mecnunluğumu. Mecnunu dahi kıskandıracak bir aşkla sevmiştim O'nu. 

Kimseler bilmez ıstıraplarımı, korkularımı bir çırpıda yenemedim elbet. Ama belki de sonunda O verecektir gönlüme. Bir iman, bir de Kuran sevdasını. Çok geçmeden yitirmeye başlamıştım içimdeki beni. Gözlerimdeki uykuları ve geceleri yitirdiğim gibi...
 
Kendi deyimimle; kendini çok güçsüz, ürkek ve zayıf görmek. Dışarıdan sana bakanlarında seni güçlü görüp, "sen halledersin, sen yaparsın" sesleriyle karşılaşmak. Benci'leyin bu sözler, içimi tarif eder. Bahsettiğim gibi(yim) sanırım. Ben öyle güçsüzken, sanırım dışarıdan bakınca çok güçlü görünüyor güçsüzlüğüm. Kim bilir? belki "ben" yoktur. Belki de "yok’ tur" ben. Birbirine yaklaşan sadece aynadaki aynı görüntüler. "ben" belki de karanlıkta ışıldayan gölgeler. Kim bilir? Geleceği görmek ve geçmişe dokunmak, ayna'ya bakmakla başlar. Garip bir ruh haliyle kendini kendine sarmaktır, yok'u kucaklamak. Şunun şurasında uzun ince bir yoldu, git git gidilen. Uzun ince yolun can damarından sonsuzluğa yitilen. Yüreğime son nemli yağmuru bırakan çelimsiz bir bulut olsa da, yok’tu kurtulmak kaçınılmaz s/on’dan…

 

Bir önceki mektupta "düşen tutunacağı dalı seçemez" demiştim.
Fakat şimdi "sıkı tutunmak, tutunacak dalı olmayanlar için daha zor" diyorum...
Yazdırana minnet, oku’yana dua ile.
Bu seferki mektup biraz karışık oldu sanırım
Ama belki de bugün ben karışıklığı sevdim galiba…
Rahman’a emaneten.
EyvAllah…


demir-ci

( Hamuş Ve Bişrev - Dal başlıklı yazı DEMİRCİ tarafından 3.02.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu