içimden geçenleri kim görse, zihni bulanır
hâmili olduklarımın âmili ol(ma)saydım eğer...
O'nun aşkı demek ağzıma büyük düşer, ancak O'nun aynadaki yansıması olabilir
belki. Benim her şeyden ve herkesten uzak bir dünyam var kendimde. Kendimce
yüreğimi dökebileceğim, kimseyle yüz yüze gelmeden iki kelam edebileceğim bir
yer. Ve yaşamak için can attığım bu dünyanın eşiğinde bir kurtarıcının beni
yakalamasını ve sonra kapı içeri etmesini isterim sanki. Belki de suskunluğum
bu yüzden. Her ne kadar suskun (Hamuş) desem de, dinleyen (Bişrev) olduğunu da en
iyi kim bilir ki bu âlemde. Çirkefin içinde gırtlağıma kadar günaha batmış olan
ben, günahını dahi muhafaza etmekten acizken. Sırf bir kurtarıcı bekledim.
Güller bile bataklığa düşünce eski güzelliğinden eser kalmaz ya işte. Olmadı
yine, yine her şeyi elime yüzüme bulaştırdım sanırım...
Yazdığım her satır, söylediğim her söz, güldüğüm her tebessüm suratımda asık
bir ifadeyle çarpılıyor. Yüreğime batıyor ve derin bir acı veriyor. Aslında
serzenişim kendime. Neden hep yanlış adımlarla yanlış sahnelerde rol alıyorum
ki. Gözlerimi ufka doğru diktiğimde hep semanın altında kalan benliğimin
feryatlarını görüyorum. Günahlarım gece yarılarında şamar şamar duvarlara
çarpıyor. Ben Rabbimin yüzüne bakamayacak kadar çok günah işlemişken, kulların
yüzüne pişkin pişkin bakışlarım bundandı işte. Hani akşamı keşfeder ya insan,
benim akşamlarım, sanırım gece yarılarında da bitmeden devam ediyor. Tan yeri
güneşin ilk ışıklarına kavuşuncaya kadar. Gece kavramım belki de bu yüzden yok
olmanın arifesini çoktan geride bırakmıştır...
Utanma duygum kalmamış belki de, haya beni terk edeli çok olmuş. Gözyaşlarımdan
ırmak akıtsam dahi, temizlenmez ki bu bedenim. Umutlarıma yeni goncalar
diktiğim vakitte kapımı çalan kurtarıcımdı. Ve bana bir gülistan getirdi. Gönlü
gülistan dolu. Cennetin anahtarını uzattı, ateşten birbirine yapışmış kor
ellerime. Bana kitapları gösterdi, rüyalarıma girdi. Kıyametimi hatırlattı.
İçimde fırtınalar koparıp, bana tatlı tatlı esintilerin değeceği cennetin
bahçelerini özletti. Layık gördüğü gönlümün tahtına oturdu belki de. Bense
hükmettiğim kalbe, zulmeden sultanlar gibi sahip çıktım. Hakkım olmadan bir
mecnun-u sevda çaldım ve yüreğime hapsettim O'nu. Çoğunu görmezden geldim
hatalarımın. Ama ben layık olmadığımı bile bile O'nun sevgisinden haz duymaya
devam ettim. Yanılışlar ve yanlışlarda ısrar ettim. Kimseler anlamazken beni, O
anlamaya çalıştı. Ağlamaya yüz tutmuş gece yarılarımda. "-seninleyim! bak
var'ım! senin için yaşıyorum, sana can sunmaya da hazırım" dedi. Gönlüme
sığdırdı beni. Öylesine büyüttü ki, el değmemiş gelincik taneleri gibi taşıdı
Ben’deki benden öte beni...
O'nun sayesinde hayatı bir başka yaşadım, ölümü bir başka sevdim. Uzakları
yakın ettim çoğu zaman. Hasret bir kor olup yaktığı vakitlerde ayna sırlarında
söndürdüm mumdaki özlem ateşini. Bazen bir dalgın bakışta, bazen sigaramın
dumanında seyrettim kendimi. Gözlerime bakmaktan bile korkarken, korktum elbet ilk
başlarda yüzüme yüzümü çevirmekten. Gülüşüm ilmek olup dolandığında boynuma,
kendimde beni yitirmekten korktum. Sevdalıydım çünkü ve birde artık
delikanlıydım. Kimselerin bilmediği duyguların tek barındığıydım. Bir âlem
işitmemişti mecnunluğumu. Mecnunu dahi kıskandıracak bir aşkla sevmiştim
O'nu.
Kimseler bilmez ıstıraplarımı, korkularımı bir çırpıda yenemedim elbet. Ama
belki de sonunda O verecektir gönlüme. Bir iman, bir de Kuran sevdasını. Çok
geçmeden yitirmeye başlamıştım içimdeki beni. Gözlerimdeki uykuları ve geceleri
yitirdiğim gibi...
Kendi deyimimle; kendini çok güçsüz, ürkek ve zayıf görmek. Dışarıdan sana
bakanlarında seni güçlü görüp, "sen halledersin, sen yaparsın"
sesleriyle karşılaşmak. Benci'leyin bu sözler, içimi tarif eder. Bahsettiğim
gibi(yim) sanırım. Ben öyle güçsüzken, sanırım dışarıdan bakınca çok güçlü
görünüyor güçsüzlüğüm. Kim bilir? belki "ben" yoktur. Belki de
"yok’ tur" ben. Birbirine yaklaşan sadece aynadaki aynı görüntüler.
"ben" belki de karanlıkta ışıldayan gölgeler. Kim bilir? Geleceği
görmek ve geçmişe dokunmak, ayna'ya bakmakla başlar. Garip bir ruh haliyle kendini
kendine sarmaktır, yok'u kucaklamak. Şunun şurasında uzun ince bir yoldu, git
git gidilen. Uzun ince yolun can damarından sonsuzluğa yitilen. Yüreğime son
nemli yağmuru bırakan çelimsiz bir bulut olsa da, yok’tu kurtulmak kaçınılmaz s/on’dan…
Bir önceki mektupta "düşen tutunacağı
dalı seçemez" demiştim.
Fakat şimdi "sıkı tutunmak,
tutunacak dalı olmayanlar için daha zor" diyorum...
Yazdırana minnet, oku’yana dua ile.
Bu seferki mektup biraz karışık oldu
sanırım
Ama belki de bugün ben karışıklığı sevdim
galiba…
Rahman’a emaneten.
EyvAllah…
demir-ci