“Her mutsuzluğun
ötesinde bir yaşam bekler... Ama insana özgü bir yeteneksizliktir
yaşayamamak!... Yoksa hangi balık boğmuş kendini; hangi serçe atlamış damdan...”
Dostoyevski’nin bu
sözleri, insanın kendi yarattığı sıkıntıların ve acıların derinliğini ortaya
koyar. Doğanın kusursuz dengesi içinde, her canlının kendine bir yaşam yolu
bulduğu gerçeğini hatırlatır. Balıklar denizlerin derinliklerinde özgürce
yüzerken, serçeler gökyüzünde kanat çırparken, insan neden mutsuzluğa teslim
olur?
Doğanın her
köşesinde, yaşamın inatçı gücü hüküm sürer. Kışın en sert soğuğunda bile
ağaçların kökleri toprağın derinliklerinde hayat bulur. Çölün kavurucu
sıcaklarında, kaktüsler susuzluğa meydan okuyarak yeşerir. Bu canlılar,
karşılaştıkları zorluklar ne olursa olsun, yaşamak için bir yol bulurlar.
Onlar, hayatta kalmanın inceliklerini doğuştan bilirler. İnsan ise, düşünceleri
ve duyguları arasında sıkışıp kalır. İnsan, kendi düşüncelerinin esiri olur.
Mutsuzluk, acı ve keder, insanın ruhunu sarar ve onu karanlık bir uçuruma
sürükler. Oysa yaşam, her anında bir umut barındırır. Bir kuşun kanat
çırpışında, bir çiçeğin açışında, bir bebeğin gülüşünde saklıdır bu umut. Doğa,
her daim bize yaşamın güzelliklerini sunar. Ancak insan, kendi zihninin
karanlık köşelerine hapsolur.
Dostoyevski’nin de
işaret ettiği gibi, insana özgü bir yeteneksizliktir yaşayamamak. İnsan, kendi
yarattığı duvarların ardında kaybolur. Oysa doğanın bize öğretecek çok şeyi
vardır. Balıklar, denizlerin enginliklerinde özgürce süzülürken, serçeler
gökyüzünün sonsuzluğunda kanat çırparken, onlar yaşamın tadını çıkarır. Onlar,
varoluşlarının her anını yaşar. İnsan ise, geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin
kaygıları arasında sıkışır kalır. Anı yaşamak yerine, sürekli bir arayış içinde
olur. Mutluluğu, huzuru ve anlamı dışarıda, uzaklarda arar. Oysa tüm bunlar,
insanın kendi içinde, derinliklerinde saklıdır. Doğa, bize her an bu gerçeği
hatırlatır. Yaşam, her anımızda var olan bir mucizedir.
Balıklar boğulmaz,
serçeler damlardan atlamaz. Onlar, yaşamın kendilerine sunduğu her anı, her
nefesi, her hareketi anlamlandırır ve keyifle yaşar. İnsan da, bu basit ama
derin gerçeği anlamalıdır. Kendi mutsuzluklarının ötesinde, yaşamın sunduğu
sınırsız imkanları görmeli ve onları kucaklamalıdır. Her adımda bir mucize
saklı doğada, her nefeste bir umut var. Çıplak gözle göremediğimiz,
kalplerimizle hissetmediğimiz onca detay, evrenin en ince tüylerine kadar
işlenmiş. Okyanusun en dibindeki karanlık derinliklerde, ışığın hiç ulaşamadığı
yerlerde bile yaşam var. Orada, basıncın ve soğuğun kollarında gizlenmiş
yaratıklar, bizlere yaşamın her yerde mümkün olduğunu haykırır gibi süzülür
suların içinde. Dağların zirvesinde, insanın ayak basmakta zorlandığı, nefes
almakta güçlük çektiği yerlerde bile, karın beyaz örtüsünün altında, incecik
çatlaklarda filizlenen yosunlar, koca evrenin mucizelerle dolu olduğunu
fısıldar. Kutup soğuklarının dondurucu kollarında, kar fırtınalarının ortasında
bile, polar ayılar ve fok balıkları yaşamın sıcacık bir sığınak olduğunu
hatırlatır bizlere. Çölün kavurucu sıcağında, suyun bir damlasının bile
bulunmadığı kum taneleri arasında, hayat, bir kaktüsün dikenlerinde, bir çöl
tilkisinin adımlarında yankı bulur. Sıcaklığın dayanılmaz olduğu bu yerlerde
bile, canlılık inatla filizlenir. Kırılgan gibi görünen çöl çiçekleri, her
sabah güneşe dönüp yüzlerini açar ve hayatın her zaman bir yolunu bulduğunu bir
kez daha kanıtlar.
Doğa bize
defalarca gösterir; yaşam her yerde mümkündür. Ancak insan, bu mucizelerle dolu
tabloya rağmen, çoğu zaman kendi karanlık düşüncelerine yenik düşer. Yaşamanın
zorluklarını, hayatın belirsizliklerini, geleceğin bilinmezliklerini
düşündükçe, bencilce ve negatif bir yaklaşıma kapılır. İnsan, doğanın bu
muazzam direncine ve sürekli yenilenme gücüne rağmen, kimi zaman kendi küçük
dünyasında sıkışıp kalır. Oysa bir denizanasının kıyısız okyanuslarda
süzülüşünde, bir çam kozalağının rüzgâra karşı direnişinde, bir penguenin
buzullar arasında yolculuğunda saklıdır yaşamın sırrı. Doğanın bu büyüleyici
hikayesi bize her daim hatırlatır ki, yaşam her koşulda ve her yerde mümkündür.
İçimizdeki karanlığı aydınlatmak için, doğanın her köşesine yayılmış olan bu
ilham dolu öyküleri dinlemek yeterlidir. Bir arının çiçekten çiçeğe konması,
bir ağacın köklerinin toprağın derinliklerinde yaşam bulması, bir kuşun
gökyüzünde süzülüşü, hepsi yaşamın mucizelerini gözler önüne serer.
İnsanın, doğanın
bu mucizevi serüvenine ortak olabilmesi için, yaşamın her anında var olan bu
mucizeleri görmesi ve anlaması gerekir. Her nefeste, her adımda, her düşüncede,
yaşamın ve doğanın bize sunduğu bu olağanüstü armağanı fark etmeliyiz. Çünkü
yaşam, her koşulda var olabilen, en zor şartlarda bile kendine bir yol bulan,
durmaksızın yenilenen bir mucizedir. Ve bizler, bu mucizenin bir parçası
olarak, her anımızı bu bilinçle yaşamalıyız. Her an, yeni bir başlangıçtır. Her
nefes, yeni bir umut. Doğanın her köşesinde saklı olan bu mucizeler, insana da
yaşamın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır. İnsanın, kendi içindeki
karanlıkları aydınlatması, mutsuzluğunun ötesine geçmesi için doğayı dinlemesi
ve ondan öğrenmesi gerekir. Çünkü doğa, her koşulda yaşamı kucaklar. İnsanın
da, bu muazzam dengeyi fark edip, hayatın her anını dolu dolu yaşaması
dileğiyle...