İstanbul Beyoğlu’nda küçük bir lokanta. Lokantanın en köşe masasında her biri kırkına varmış üç çocukluk arkadaşı neşe içinde sohbet ediyorlardı. Bir ara masada oturan Kemal’in yüzü birden hüzne bulandı. Konuşmadan elindeki bardağa öylece bakıp duruyordu. Aynı masada oturan Batur ve Ender de “hayırdır” dercesine merakla Kemal’e bakıyorlardı. Batur en sonunda dayanamayıp sordu;

“Ne o Kemal! Daldın gittin”

Kemal derin bir iç çekti. Gözlerini bardaktan çevirip Batur’a baktı.

“Aklıma kim geldi biliyor musunuz?

“Kim?”

“Sedat…..”

“Sedat” kelimesi o ana kadar masada neşeyle eğlenen Batur ve Ender’in bir anda yüreklerini burktu.

Sedat onların çocukların arkadaşıydı. İki sene öncesine kadar o da bu üçlünün ayrılmaz bir parçasıydı. Belki de bu arkadaş gurubunun en neşeli, en şamata üyesiydi. Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde daha otuz dokuz yaşında kalp krizi geçirerek vefat etmişti.

“Onu hiç unutamadım arkadaşlar biliyor musunuz” dedi Kemal titreyen sesiyle.

“Ben de” dedi Ender üzgün bir ses tonuyla. “Öylesine neşeli, öylesine deli doluydu ki…..Kim tahmin ederdi onun, o gencecik yaşında öleceğini.”

“Eeee işte ölüm böyle bir şey” dedi Batur. “Hangimizin ne zaman öleceği belli mi? Belki bir dakika sonra, belki on sene sonra….

Bu konuşmalar üç arkadaşı da derin düşüncelere sevk etmişti. Az önce keyifle sohbet ettikleri masaya şimdi derin bir sessizlik hakim olmuştu.

Bu sessizliği bozan Kemal’in iyice buruklaşan sesi oldu.

“İşte o yüzden insan her gününü son günü gibi yaşamalı galiba. Ölüm ne yaşa bakıyor ne de kim olduğuna. Bazen dünyanın telaşına öyle kapılıyoruz ki, asıl değer vermemiz gereken birçok şeyi unutup gidiyoruz. Özellikle de en yakınımızdakileri. Keşke her günümüzü veya en azından sadece bir günümüzü, son günümüz gibi yaşabilsek. Kim bilir nasıl olurdu.. ”

Ender başını kaldırmadan Kemal’e cevap verir gibi konuştu;

“Aslında bana sorarsanız insan hayatında bir kere de olsa bir gününü son günüymüş gibi yaşamalı.” Bunları dedikten sonra birkaç saniye durdu. Sonra pek de belli olmayan bir heyecanla,

“Var mısınız arkadaşlar yarını son günümüzmüş gibi yaşamaya?” dedi birden.

Kemal’le, Batur hiç beklemedikleri bu teklif karşısında şaşkınca ve biraz da kararsızca Ender’e baktılar..

Ender teklifini pekiştirmek için konuşmasına devam etti;

“Bakın ne yapalım şimdi, hepimiz yarını son gün gibi yaşayalım, akşam da gene burada buluşup neler olduğunu birbirimize anlatalım.”

O an Kemal’in yüzünde minik bir tebessüm oluştu. Ender’in bu garip teklifi hoşuna gitmişti.

“Tamam” dedi gülümseyerek. Ardından da ne diyecek diye Ender’le birlikte Batur’a bakmaya başladı.

Kendisine bakıldığını anlayan Batur ansızın gülmeye başladı. O, bu gurubun Sedat’tan sonraki en matrak elamanıydı.

“Arkadaşlar siz boş verin beni” dedi Batur. “Hanım şimdi gerçekten benim son günüm zanneder de, ondan sonra “evi üzerime yap, yok dükkanı üzerime geçir” diye kafamı şişirir durur. En iyisi pas geçin beni. Bakarsınız ileride bir gün ben de denerim bunu.

Saatler sonra meyhaneden çıkan üç arkadaş da evlerine gelmişlerdi. Batur gecenin ilerleyen saatlerinde su içmek için kalkmıştı. Sürahiyeden bardağa su doldururken arkadaşlarıyla yaptığı son gün muhabbeti aklına geldi. Önce hafifçe gülümsedi, sonra ne olduysa yüzünde derin bir üzüntünün halleri belirdi. Sandalyeyi çekip oturdu. Gözlerini anlamsızca kırpıştırıyor, başını hafifçe aşağı yukarı doğru sallıyordu. Oturduğu yerden yavaşça kalkarak salona geçti. Açtığı çekmeceden aldığı resim albümüyle yeniden mutfağa gelip oturdu. Bu son gün meselesi yüreğinde uzundur kurutamadığı yarayı yeniden kanatmaya başlamıştı. Bir yıldır küs olduğu babasının resmini eline aldı. Elleri titriyordu. Şu an Eskişehir de yaşayan babasını çok özlemişti. Yaşadıkları bir mesele yüzünden ona darılmış ve bunu gurur meselesi yaparak onu hiç aramamıştı. “Aslında bu son gün meselesini bahane edip yarın gitmeliyim” diye düşündü o an. Sonra da, “Nasılsa bir gün gider kendimi affettiririm” diyerek bu düşüncesinden vazgeçti.

Ertesi sabah Ender yatağından kalkarken bugünü son günüymüş gibi yaşamaya kararlıydı. Önce uzundur yapmadığı şekilde eşi Dilek’e yatakta sıkı sıkı sarıldı. Ona şükran dolu bir sürü güzel söz söyledi. Saçlarını sevgiyle okşadı. Alnını öptü ve doğru mutfağa gidip yıllar sonra ilk kez eşine kahvaltı hazırlamaya başladı. Kocasının bu tuhaf halleri Dilek’in tuhafına gitmişti. “Ya bu adamın kafasına kiremit düştü, ya da kesin bir haltlar karıştırıyor” diyerek vesvese etmeye başladı.

Ender o gün karısına kahvaltı hazırladıktan sonra, çocuğunu saatlerce kucağından indirmedi. Kokusunu son kezmişçesine ciğerinin bütün gözeneklerine doldurdu. Uzundur ziyaret etmeyi ihmal ettiği annesine gitti. Ellerini, yanaklarını defalarca öptü. Arkadaşlarını, akrabalarını arayıp onlarla uzun uzun konuştu, hal hatır sordu. Onların şaşırmalarına sebep oldu. Ayrıca bu hareketleriyle karısının şüphelerini daha da arttırmasına engel olamadı.


Kemal de bu sabah erken kalkmıştı. Hem de hiç olmadığı bir saatte. O da bugünü son gün gibi yaşamak istemiş ve hayatında ilk kez sabah namazı kılmıştı. Kemal de bugünü tıpkı Ender in yaptığı gibi en yakınlarına özledikleri ilgiyi göstererek geçirmişti. Ve o günün akşamında, yakınlarında olmalarına rağmen ailesinden, akrabalarından ve arkadaşlarından ne kadar uzak kaldığını fark etmişti.

O akşam yine aynı lokantada buluştular. Kemal ve Ender kah gülerek, kah duygulanarak bugün yaşadıklarını bir bir anlatmaya başladılar. Batur da onları ilgiyle dinliyor, yaptığı espirilerle onlara karşılık veriyordu. O gecenin ilerleyen saatlerinde masadaki muhabbetleri doruk seviyesine ulaşmıştı. Batur’un çok hoşuna gitmişti arkadaşlarının bu yaşadıkları. O an aklına birisi geldi…Küs olduğu babasıydı aklına gelen. Onu öylesine özlemişti ki.. Gözlerinden süzülmek üzere olan yaşları belli etmemek için yerinden hızlıca kalkarak hemen lavaboya gitti.

Ne kadar saklamaya çalışsa da, arkadaşları onun yaşaran gözlerini ve masadan birden bire kalkışını fark etmişlerdi. Birkaç dakika sonra Batur yeniden masaya döndü. Biraz daha oturduktan sonra hesabı ödeyip oradan ayrıldılar.


Ertesi gün öğleye doğru Ender’in cep telefonu çalmaya başladı. Arayan Kemal’di. Ağlıyordu. Batur’a araba çarptığını ve onun cep telefonundan kendisini aradıklarını söylüyordu.

İki arkadaş yarım saat sonra hastaneye geldiklerinde arkadaşları maalesef hayatını kaybetmişti.

Hemşire, Batur’un el çantasını hıçkırıklarla ağlayan arkadaşlarını verip yanlarından ayrıldı. Bir dakika sonra hemşire yeniden Kemal ve Enderin yanına gelerek “bu arkadaşınızın el çantasından düşmüş” diyerek bir bilet uzattı.

Kemal ve Ender gözyaşlarını silerek bilete baktılar. Bilet bugün tarihliydi ve gidilecek yer olarak Eskişehir yazıyordu.


( Son Gün başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 20.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu