İsrail’in Hamas ile devam eden savaşı, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye'deki İran destekli milislerle genişleyen bir cephe haline geldi. Bölgedeki İsrail operasyonları devam ederken Hizbullah'ın en güçlü olduğu Lübnan'da Nasrallah'ın öldürülmesi küresel denklemde yeni bir belirsizliğin kapısını da araladı. Hizbullah’ın misilleme tehditleri ve İsrail’in daha büyük çaplı operasyonlara girişmesi, bu gerilimin Lübnan sınırlarını aşabileceği ihtimalini doğuruyor. Ayrıca, İran'ın bu çatışmalara aktif olarak dâhil olabileceği göz ardı edilmemeli. İran’ın Hizbullah’a verdiği destek, bölgedeki dengeleri değiştirebilecek kilit bir unsur olarak dikkat çekiyor. Eğer bu kriz geniş çaplı bir savaşa dönüşürse, bölgedeki pek çok ülke gibi Türkiye’nin de bundan etkilenmesi kaçınılmaz.
İsrail’in Lübnan ve Suriye’deki askeri operasyonları, uluslararası diplomatik dengeleri de değiştirecektir. İsrail ordusu Lübnan'ın güneyinde "kısıtlı, lokal ve hedefli" kara saldırılarına başladığını duyurması ve bu sözde kısıtlı operasyonun sonucunun nereye varacağının belirsizliği bölgeyi yeni bir kaosa sürükleyecek gibi gözüküyor. Bu süreçte özellikle ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin devam etmesi, diğer bölgesel güçlerin – başta İran ve Rusya olmak üzere – daha fazla müdahil olmasına neden olacaktır. Bunun sonucu olarak, sadece bölgesel bir çatışma değil, küresel güçlerin de içinde bulunduğu daha büyük bir savaş riski ortaya çıkmış durumda. Bu durum, enerji kaynaklarının bulunduğu bir bölge olan Ortadoğu’da petrol fiyatlarının yükselmesine ve küresel ekonomide dalgalanmalara yol açacaktır. Özellikle Avrupa ve Asya pazarları bu gelişmelerden doğrudan etkilenecektir.
Türkiye, Ortadoğu’nun kalbindeki konumu nedeniyle bu gelişmelerin tam ortasında yer alıyor. İsrail-Lübnan-Suriye hattında yaşanacak olası bir çatışma, Türkiye’nin güvenlik politikalarını ve dış ilişkilerini yeniden şekillendirmesine neden olacaktır. Sınırlarına yakın bölgelerde süregelen çatışmalar, Türkiye’nin iç güvenliği ciddi bir şekilde tehdit edecektir. Ayrıca, olası bir büyük çaplı çatışma, Türkiye'ye yeni bir mülteci akını başlatabilir. Hala Suriyeli milyonlarca mültecinin bulunduğu ülkemizin yeni bir mülteci dalgasını kaldıracağını sanmıyorum.
Diğer yandan, Türkiye’nin bu süreçte bölgesel diplomasi ve barış arabuluculuğu rolü üstlenme potansiyeli de mevcut. Ankara, Suriye ve Lübnan’da aktif diplomatik girişimlerde bulunarak bölgesel barışın tesis edilmesine katkı sağlayabilir. Ancak bu sürecin çok ciddi bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Küresel bir olaya dönme potansiyeli olan bir savaştan söz ediyoruz. Bu savaşın arkasında birçok aktör bulunmaktadır. Özellikle bu süreçten karlı çıkmaya çalışan İran’ın atacağı adımların iyi tahmin edilmesi ve ona göre yol haritasının belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. İran bu süreci “Kazan Kazan” politikası ile yürütecektir.
İran, bu durumda iki politika izleyecektir. Ya uzun süredir desteklediği Lübnan'daki Hizbullah’ı desteklemeye devam ederek Ortadoğu’daki etkisini artırmaya çalışacak ya da Hizbullah olayında tamamen sessiz kalarak kendine daha geniş bir manevra alanı açacaktır. İran, bu durumu kendi lehine kullanarak bölgede anti-İsrail direnişi kuvvetlendirebilir ve bu yolla kendisini "direnişin lideri" olarak konumlandırabilir.
Uluslararası diplomasi arenasında da İran için fırsatlar mevcut. İran, İsrail ile yaşanan bu gerilimi, Batı ile yürüttüğü nükleer anlaşma müzakerelerinde bir koz olarak kullanabilir. Bölgedeki istikrarın anahtarının kendisinde olduğunu öne sürerek, Batı ile olan ilişkilerinde elini güçlendirebilir.
Sonuç olarak; Türkiye açısından da bakacak olursak İran'ın daha fazla güç kazanması, Türkiye’nin bölgedeki etkisini dengeleme çabalarını zorlaştıracaktır. Türkiye ve dünya için bu süreç, Ortadoğu'daki dengelerin yeniden şekillendiği, istikrar ve kaosun ince bir çizgide yürüdüğü bir dönemin habercisi olarak görmekteyim.