Kişiliğin özünü, erken çocukluk döneminde oluşan temel inançlar oluşturur. Çocuk, bu dönemde aile içinde güven duygusunu hakkıyla hissederek temel inançlarını oluşturursa zihnindeki gerçeklik ile dış dünyada mevcut olan gerçeklik, birbiriyle azami örtüşme sağlayacaktır. Hakkıyla hissedilen güven duygusu zihnin tam kapasite kullanılabilmesini sağlar, duygusal zekanın gelişimini hızlandırır, iç çatışma yaşanmasını önler ve iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramların rahatça birbirinden ayırt edilebilmesine olanak tanır.
Temel inançlar, bir binanın temeli gibidir. Temel, güven duygusu hakkıyla hissedilerek atılmışsa bina sağlam, köklü ve dış etkilere karşı dayanıklı hale gelecektir. Güvensizlik eksenli oluşmuş temel inançlar ise kişinin tüm hayatı boyunca anlamsızlık, boşluk, utanç, yalnızlık ve değersizlik gibi duyguları derinden hissetmesine ve tüm duygularını dengesiz yaşamasına neden olacaktır.
Narsisizmde de güven duygusu hakkıyla hissedilemediği için, zihinsel gerçeklik ile dış dünyadaki mevcut gerçeklik birbirine çok uzaktır. Temel inançlar bu uzaklığa binaen çarpık ve uyumsuz oluşur. Narsisist benliğini bütünleyebilmek ve dış etkilerden asgari seviyede etkilenmek için, içindeki incinmiş çocuğun (nefsinin) etrafına bir duvar örer ve topluma, sahip olmadığı bir kişilik yapısını sunmaya çalışır. Zayıf ve eksik yönlerini görmezden geldiği için güçlü ve tamamlanmış bir profil çizme ihtiyacı duyar. Ancak görmezden geldiği özelliklerin, her defasında daha dirençli bir hâlde karşına çıkacağını genellikle pek hesap edemez.
Narsisizmde doğrudan ya da dolaylı şekilde edilmeye çalışılan duygu kibir olmakla birlikte meselenin özünü kişinin kendisine, insanlara, hayata ve Rabbine duyduğu güvensizlik duygusu oluşturur. Kibir, güvensizlik karşısında geliştirilen ve genellikle dış dünyanın gerçekliği ile uyuşmayan ancak kişiye, oldukça dar bir alanda da olsa koruma sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Kişi, düşman olarak algıladıkları ile arasına farkına varmadan asıl düşmanını (yani kibri) koyar ve böylece korunaklı bir alan oluşturarak güvensizliğin neden olduğu hayal kırıklıklarını ve kimliğinde meydana gelen bölünmeleri önlemeye çalışır.
Zihinsel gerçeklikle dış dünyadaki mevcut gerçekliğin uyuşmaması hâli, sadece narsisizmde değil basit bir anksiyete atağından şizofreniye kadar tüm ruhsal bozukluklarda ana sorundur. Anksiyetede bu uyumsuzluk, sadece düşünce düzeyindeyken, mevcut gerçeklikten kopuş hâli şizofrenide ses ve görüntü boyutuna kadar varır.
Peki insanın dış dünyadaki gerçeklikle bağlarının zayıflamasına ya da bağların tümden kopmasına sebep olan nedir? Bu soruya açık yüreklilikle "kibirdir" desek hiç de yanlış olmaz. Zira kibir, kişinin güvensizlik karşısında yaşadığı hayal kırıklıklarını ve kimliğinde oluşan bölünmeleri önlemek maksadıyla kullandığı bir savunma ve telafi mekanizmasıdır. Maruz kaldığı güvensizlik neticesinde incinen nefsin etrafını sararak kendine dar bir konfor alanı oluşturmasına imkan verir. Bu durum narsisizm ve depresyon için de geçerlidir, şizofreni için de... Kibrin telafi ve savunma maksatlı kullanımını, büyük bir düşmanı olan bir devletin, bu düşmandan korunmak için daha büyük bir düşmana tavizler vermesine benzetebiliriz. Ruhsal bozukluklarda kişi düşmanlarıyla (bazen de düşmanı olmamasına rağmen düşman olarak algıladıklarıyla) arasına en büyük düşmanını koyar ve ondan, tabiri caizse kendisini korumasını bekler. Kısa vadede kibir, insanı koruyormuş gibi görünür ama uzun vadede daha büyük kayıplar yaşamasına ve biri yapay, diğeri huzursuz olmak üzere iki eksenli bir kişilik örüntüsü oluşturmasına neden olur. Bu kişiliklerden huzursuz olanı görmezden gelinen, yapay olanı ise gösterilmek istenilendir.
Yazarın
Önceki Yazısı