Öpmeyi, öpüşmeyi çok severiz. Öpüşmek sevgi ve dostluğun, samimi olmanın
simgesi, belirtisidir. Büyükler el öptürmeye bayılırlar. “El öpmekle dudak aşınmaz”, “bükemediğin eli öpeceksin”, “Arap eli öpmekle dudak boyanmaz” diye öğüt verir, elimizi öpenlere “El öpenlerin çok olsun” dileğinde bulunuruz. Satacağımız malın değerli olduğunu, “Ben bunu elimi öpene satarım” diyerek belirtiriz. Başarılar alından öpülerek kutlanır. Dostlar, arkadaşlar birbirlerini
yanaklarından öperler. Enişteler baldızlarını bayram, seyran yokken öpmeye kalkarlar, baldızlar da, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diye şaşırırlar. Çaresizliğimizi “Anamı öpen kadı, kimi kime şikâyet edeyim?” diye anlatırız. Başkalarına müsait davrandığı halde bize gelince namusluluk taslayan kadınlara kızar, “Herkese şapır şupur, bize gelince yarabbi şükür mü?” diye sorarız. Sinemalarda, televizyonlardaki öpüşme sahnelerini seyrederken zevkten dört köşe oluruz!
Biriyle vedalaşırken “öptüm” deniliyor günümüzde. Oysa “öpüyorum” ya da “öperim” demeliyiz. “Öptüm” dediğimiz zaman bu işin(!) geçmişte yapıldığı anlaşılır. Politikacılar seçimlerde bizi, seçimden sonra da anamızı öperler! Sözlerimizin doğruluğunu kanıtlamak için “yalan söylüyorsam ölümü öp” deriz. Mektuplarda büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpülür.
Otelde müşteri güzel hizmetçiye “Ben sabahları öpücükle uyandırılmak isterim” der. Hizmetçi,”Öyleyse kocama söyleyeyim. Uyandırma işini o yapıyor” diye konuşur.
Güzel bir kız yaşlı bir kadınla bir mağazaya girer, kumaşların ederini sorar. Çapkın satıcı, “Metresi bir öpücüğe” diye yanıtlar kızı. O da yaşlı kadını gösterir, “Hesapları babaannem ödüyor” der...
Bir türküde şöyle deniliyor:
“Şu dağları tepe tepe
Kar yağıyor sepe sepe
Küçük hanım uykudaymış
Uyandırsam öpe öpe”
Bir türküde bakın ne soruluyor:
“At olur da tepmez mi
Yâr olur da öpmez mi
Yârin öptüğü yerde
Gonca güller bitmez mi?
Bir manide de buna benzer bir soru var:
“Gözlerin badem gibi
Ölürüm görmeyince
Ben sana yâr mi derim
Bir kere öpmeyince”
Başka bir manide âşık sevdiğine diyor ki;
“Karanfil ekemedim
Dalını bükemedim
Yanağında gül açmış
Kıyıp da öpemedim”
Oysa komşu kızı çok becerikli:
“Karanfilim kırmızı
Gönlümün tek yıldızı
Öptü de kaçıverdi
Komşunun çapkın kızı”
Öpücük deyip geçmeyin. Nedim’ e kulak verin:
“Bus- i lâlin şöyle sir-ab-ı zülal eyler beni
Kim gören ab-ı hayat içmiş hayal eyler beni”
(Dudağının öpüşü beni ölümsüzlük suyu içmişe döndürür...)
Her öpücük böyle değildir ama. Kimi de insanın başını derde sokar:
Evin küçük oğlu, konuk olarak gelen güzel kadının yanına bir türlü yaklaşmaz, ondan uzak durur. Annesi kızar, “Öpsene oğlum ablanı” diye çocuğunu kadının yanına iter. “Hayır, öpmem,” diye geriye kaçar çocuk;
“Geçenlerde babam kendisini öpmeye kalktı da tokadı yedi.”
Gördünüz ya, kimi ve ne zaman öpeceğimizi bilmeliyiz, yoksa yanarız.
“Yanan, kavrulan dudaklarımın
Susuzluğunu gidersin diye
İçeyim dedim dudaklarının şarabını
Ama daha da arttı hararetim
Çoğaldı yangınım...”
Şair ne derse desin, yansak kavrulsak da buluşsun dudaklarımız:
Sona ersin özlemlerimiz öpücüklerle
Bitsin ikilik, gelsin birlik, aşk ve güzellik
Aynı dili konuşalım...
ERHAN TIĞLI
**************