Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 3/25/2025
Güncelleme Tarihi : 3/25/2025
Okunma Sayısı : 135
Yorum Sayısı : 0
İslam’ın temel inançlarına ve öğretilerine göre, Allah’ın birliği ve yalnızca O’na ibadet edilmesi gereklidir. Bu öğreti, hem Kur’an-ı Kerim’de hem de elçilerin hayatlarında net bir şekilde vurgulanmıştır. Ancak tarih boyunca, farklı dini grupların, dinin özünden saparak kendi uydurdukları inançlar etrafında oluşmuş gelenekler, zamanla Allah’ın emirlerine ve nebilerin öğretilerine aykırı bir şekil almıştır. Bu yazı, gelenekçi inanç anlayışının İslam’ın özünden nasıl sapmalar gösterdiğine, bu sapmaların Kur’an’daki uyarılarla nasıl çeliştiğine ve bu çelişkilerin günümüzdeki yansımalarına odaklanacaktır.
Kur’an, insanları sadece Allah’a ibadet etmeye çağırır ve başka hiçbir varlığın O’na denk olmadığını belirtir. Tevbe Suresi 31. Ayet, Allah’tan başka ilah kabul edenlerin, gerçek anlamda Allah’a kulluk etmeyenlerin yolunu gösterir: "Din bilginlerini ve din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Tanrı'dan ayrı rabler edindiler. Oysa bir tek olan Tanrı'ya ibadet etmeleri emredilmişti. O'ndan başka tanrı yoktur. O ortak koştuklarından münezzehtir." Bu ayet, özellikle Hristiyanların, İsa’yı tanrılaştırmalarını eleştirirken, aynı zamanda diğer dinlerin de benzer şekilde Allah’tan başka varlıklara ilah statüsü vermelerinin doğru olmadığını vurgular. Ancak gelenekçi anlayışta, dini figürler arasında farklar yapılmaksızın, her iki grup da benzer sapmalara yönelmişlerdir.
Geleneksel dini anlayışlar, dini liderleri ve din bilginlerini adeta Allah’ın yerine koymuş, onların her sözünü ve hareketini kutsal kabul etmiştir. Bu anlayış, Hristiyanlıktaki papalık sistemine benzer bir şekilde, İslam dünyasında da bazı gruplar tarafından benimsenmiştir. Örneğin, bazı mezhep imamları ve şeyhler, kendilerini masum ve hatasız olarak tanıtarak, herhangi bir eleştiriye ve sorgulamaya karşı mutlak bir itaat beklerler. Bu, İslam’ın özünden sapmış bir inanç biçimidir. Zira İslam’da en yüksek otorite Allah ve O’nun vahyidir. Nebi Muhammed’e bile günahlarının bağışlanması için dua etmesi emredilmişken (Ahzab 56), hiçbir insan, ne resul ne de alim, hata yapmaz veya günah işlemez diyemez.  
İslam dünyasında mezheplerin ortaya çıkması, farklı dini düşüncelerin ve uygulamaların zamanla sistematize edilmesi sonucudur. Ancak bu mezheplerin kurucuları, kendi anlayışlarına göre haram ve helalleri belirlemişlerdir. Bu durum, Kur’an’ın dışında başka kaynaklardan hüküm çıkarılmasının yolunu açmıştır. Oysa Kur’an, yalnızca Allah’ın indirdiği kitapla hükmetmeyi emreder: "Ve kim Tanrı'nın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir." (Maide 44). Buradaki temel mesaj, insanların Allah’ın indirdiği vahye dayanmadan kendi çıkarlarına göre dini hükümler koymalarının doğru olmadığıdır. Aynı şekilde, hadislerle belirlenen bir takım kurallar da, zamanla bazı gruplar tarafından mutlak doğru olarak kabul edilmiştir. Ancak İslam’da tek kaynak Kur’an’dır ve her türlü bilgi, sadece Allah’ın kelamına dayanmalıdır. Bu noktada gelenekçiler, mezheplerin öne çıkan yönlerini savunarak, her mezhebin mutlak doğruluğunu iddia etmekle ve bu anlayışla çoğu zaman diğer mezhepleri veya inançları reddetmekle aslında Allah'ın indirdiği kitaba zıt görüşler benimserler.
Kur’an, insanları Allah’ın emirlerine teslim olmaya çağırırken, aynı zamanda insana özgür irade tanır. Ancak bu özgürlük, yalnızca Allah’a ibadet etmeyi ve O’nun yolunda yürümeyi gerektirir. Kur’an’ın birçok ayeti, dinin esaslarının açıkça belirtildiği ve insanları doğru yola yönlendirdiği hususunda uyarılarda bulunur. Maide Suresi’nde, Allah’ın hükümleri dışında bir şeyle hükmetmek ve Allah’ın hükmüne karşı gelmek, zulüm ve fısk olarak değerlendirilir: "Ve kim Tanrı'nın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerdir." (Maide 45).
Kur’an’da, Allah’ın iradesinin mutlak olduğu ve hiçbir insanın bu iradeye karşı gelmeye yetkili olmadığı vurgulanmıştır. "Ve kendi hükmüne kimseyi ortak etmez." (Kehf 26) Bu ayet, dini anlayışlarda insan iradesinin ne kadar sınırlı olduğunu ve yalnızca Allah’ın hükmünün geçerli olduğunu açıkça belirtir.
Kur’an’ın öğretilerine göre, Allah’a ibadet etmek, yalnızca O’na itaat etmek ve O’nun hükümleriyle yaşamak, tüm müminlerin sorumluluğudur. Ancak tarihsel süreçte, insanlar dini liderleri ve mezhepleri tanrılaştırarak Allah’ın yerine koymuşlardır. Bu sapmalar, dini anlayışları yozlaştırmış ve İslam’ın özünden uzaklaşılmasına yol açmıştır. Kur’an, bu sapmalara karşı uyarılarda bulunmuş ve tek doğru yol olarak Allah’ın vahyine dayanan bir inanç sistemini savunmuştur. İnsanların, herhangi bir dini figür veya mezhep tarafından belirlenen mutlak doğrulara itaat etmek yerine, yalnızca Allah’a ve O’nun kitabına dayanarak doğruyu bulmaları gerektiği, İslam’ın temel prensibidir. Bu nedenle, dini liderlerin hatasız olduğu ve insanlara mutlak itaatin zorunlu olduğu anlayışları, İslam’ın özünden sapmalar olarak değerlendirilmeli ve ıslah edilerek İslam dininde kaynak olarak yalnızca Kur'an'a uyulmalıdır.  
( Dinin Temel Öğretileri Ve Geleneksel İman Anlayışındaki Sapmalar başlıklı yazı muhammed-ridvan-kaya tarafından 3/25/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu