Anneler ve babalar ile çocukları bir bütün olduğu zaman müthiş bir aile tablosu ortaya çıkar. Kız ya da erkek fark etmemelidir. Ancak gelişim dönemine göre zaman zaman ilgi odağı yer değişebilse de, hem anneye hem de babaya ilgi her zaman aynıdır. Ancak gelenekler ya da aile yapısına bağlı olarak bu ilgi belirli yaştan sonra bıçak gibi kesiliyor. Çocukken ilgi odağı çok yönlü olduğu için o zaman baba özlemini hissetmesen de yaş ilerleyince baba diye diye baba özlemi insanın burnunda tüter ve için için yanarsın.

 

 

                    Oysa o hep seni,

                _’Prensesim, güzel kızım’ diye sever.

 

 

                 Sen babanın gözbebeğisindir. Babanı annenle bile paylaşmazsın. Çünkü sen babana hayransındır. Büyümeye başlasan bile, hediye ya da harçlık alma alışkanlığın da olmadığı için, bir çıkar düşünmezsin. Baban yine aynı babandır. Büyümeye başlayınca onunda baskısı başlayınca hep nefret etsen de gene çok seversin babanı. Çocukken evde olmasına rağmen seni unutmuştur. Oysa sen hep onun baskısından ve varlığından haberdarsındır. Zaman öğle çabuk geçer ki büyümeye başladığında, bir gün ansızın bütün ailenin yükü sırtına bindirilmiş olarak yapayalnız bırakılmış olsan bile, onu yine seversin. Seni hep büyümüş ve güçlü hissederler. Evin kızı mısın, yoksa oğlu musundur, iki kavramı karıştırırsın.

 

 

                      Kızlar hep babalarına benzeyen erkekleri eş olarak tercih etmek isterler. Çünkü korunma ve sarıp sarmalama içgüdüsü vardır. Hayat bu, ne yazık ki her zaman öyle denk gelmiyor. Sen ondan beklerken sevgiyi ve olgun tavırları, eşin senden bekler. O, senin ona annesi gibi koruyucu davranmanı bile ister.

 

 

                   Keşke eksikliğini hissettiğimiz sevgiyi verebilmeyi ya da alabilmeyi becerebilsek olmaz mı? Ben bu konunun uzmanı falan değilim, sadece içimden geçenleri yazıyorum. Bakınız çocuk yaştaki kızların özellikle ilegal ilişkilerinde ya da’ Gençlik aşklarında ‘diyelim, hep olgun yaştaki erkeklerle beraberlikler vardır. Bu birlikteliklerin altında hep, baba, korunma, güvenme duygusu yatıyor olmalı. Zaman o zaman değil, olgun insanlar her zaman ne iyiliksever, ne koruyucu değillerdir. Uyanık ve bilinçli olunmazsa çok kişinin hayatı kararır.

 

 

                         Eğer baba öğüt vermekten ziyade, iyi bir örnek baba olmayı becerebilmişse, baba özlemi şefkat ve korunma içgüdüsü hep ana faktördür olur. Mutlaka istisnaları da vardır. Öğle anlar olur ki nefesinin tükendiğini hissettiğin anda, omzuna başını koyup ta ağlamak istersin babanın. Hep güç sembolüdür gözün önünde. Onun ellerine sarılmak istersin, kaybolmak istersin sevgi dolu kollarında.

 

                Bütün derdini ve tasanı babana hep anlatmak istersin. Benim hiç böyle şansım olmadı. Tam onun benim varlığımı hatırlamasının zamanı gelmişti ki; ne acelesi varsa o öldü gitti. Artık çok hastaydı. Bütün sınırları kaldırmıştı. Kendinin varlığını bile fark edemiyordu. Derinden derine çağlayan çoban çeşmesi gibi derdi de, tasası da hüznü de içindeydi. Ölüme çoktan teslim olmuş bir ruh hali vardı. Geçmişe takılıp kalıyordu. Çok sevdiği oğlunu kaybetmenin acısı onu çoktan öldürmüştü. Sadece soluklanıyordu. İşte o anda anladım ki güçlü babamdan eser kalmamıştı. Meğersem onu çok önceden kaybetmişim. Babamın gözüne girmek ve yitik oğlunun eksikliğini hissettirmemek için erkek gibi davranırdım. Deli fişek kızıyken, sanki dilediği bir erkek evladı gibi olmuştum.

 

 

                  Hastaneydik, o hastaydı ve bana ihtiyacı vardı. Onu özellikle uzun süre hastaneden çıkartmadım. Yıllarca ailemden uzaktan olmam nedeniyle hayatım da ona hiç bu kadar yakın olmamıştım. Çocukken beraberken de, ağır gelenekler yüzünden ne o bize, nede biz ona yaklaşabilmiştik. İşte hayatın son çizgisinde beraberdik. Korkarak yaklaşıp da ilk kez elini tutmuştum. Duyduğum o heyecanı başka hiçbir kimsenin elini tutarken hissetmedim. Ne güzel ve yumuşak elleri ve uzun parmakları ve pürüzsüz bir cildi vardı. Hiç çizgi yoktu ve tombul tombuldu. Bu el babamın eliydi.bayram olmadığı için öpmeye çekinmiştim..

 

 

              Hasta yatağında boylu boyunca yatarken, babamın ayağında çorapları yoktu. İlk defa çıplak ayaklarını görmüştüm. Eğilip kendi parmaklarıma baktım, onun parmakları ve şeklide tıpkı benim ki gibiymiş. Son nefesini verdiğin de eli elimdeydi. Gözlerini açmıştı:

 

               -‘Annee ,anneee,  gördüm , gördüm babamın gözleri  bal rengi ışıl ışıl kahverengiymiş’ . Bir defa daha bakayım diye ısrarla gözlerine bakmak isterken sonsuza dek kapattı gözlerini. Sadece iki, damla yaş süzüldü yanaklarından aşağı.  Öldükten sonra teneşirde yıkarlarken de meğer ben babamın küçük minyatürüymüşüm. Huyumda tam bir fırtına gibi, zır zır deli uçarı, işte ne derseniz diyin hepsi var.

 

 

                 Ben hala hasretim babamın hala hiç bilemediğim baba kokusuna. Ne diye hasret kıyamete kaldı ki. Keşke bir kerede olsa  sorsaydın.

 

              -‘Hiç sıkıntın derdin var mı?’ diye. Beni yüreği dev gibi büyük biri sanıyordu. Oysa on dört yaşımdan beri omuzlarıma yükledikleri yükle yüreğim taş gibi olsa da, hala çocuk yüreğim benimleydi. Babam soru cevap olarak bir şey sorsa da:

 

               -‘Ya evet, ya da hayır’ diye cevap verirdim. Cümleler kuramazdım ki… Hiç sohbet edemedik ki…

 

 

              Şimdi bile babama çok ihtiyacım var. Gün battı akşam oldu, ömür tükeniyor olsa da o hala benim bulmaya çalıştığım babam. Bin bir pişmanlıklarla geçip de gitse de uzun yıllar, ona özlemim azalmıyor ve artıyor. Herkes benden sevgi hoşgörü ve yakınlık beklerken ben kimden ne bekleyeceğim? İşte bizlerin yanıldığımız nokta şu: büyüyünce sevgiye ihtiyacımızın olmadığını zannederiz. Hiç de öğle değil, sevgi her yaşta aranan tek şeydir, tek gıdadır. Ne para, ne mücevher hiç bir şey sevginin yerini tutamaz.

 

 

 

             Sevmek çok zor şey değil. Niye sevmiyoruz ki birbirimizi. Keşke sık sık babacım yanına gelip de boynuna sarılabilseydim, Duygu ve düşüncemi ve hatta belli ölçüde bile olsa özel dünyamı ah babacım seninle paylaşabilseydim. Anneler ve babalar keşke sizler arkadaş olmayı bilebilseydiniz de sorunlarınızı çözmek için biz çocukları kullanıp yanınıza çekmeseniz. Sizler güneş ve bulut gibisinizdir. Bazen gölgeniz düşse de birbirinizin gül çehrelerine, kapansanız da açılınca ışıl ışıl olursunuz. Oysa bizler sizi hep gök gürültülü sağanak kara bulutlar olarak hatırlarız.

 

 

                       Sevgili babacığım, senin öfkeli kızgın halinde bile, zaman zaman sana gülmek istemişimdir. Yinede korkudan senden hep kaçsam da, o kızgın anında bile sınırımı asla aşmadım ve saygımı senden hiç eksik etmedim.

 

 

                    Hayatımın en zor anında sadece bir kere bile olsa beni aramanı bekledim. Hayatımda sadece tek bir kere beni aramıştın. O gün sevinçten ağlamıştım:’Babam beni aradı diye. Gurbetteydim kimim kimsem yoktu yaban ellerinde. Yapayalnızdım ve hala yıllar geçti yine yalnızım. Eşin bile olsa, senin iç dünyanı paylaşamaz. Acaba ben onun yalnızlığını paylaşabildim mi ki? Kimse kimsenin yalnızlığını paylaşamıyor ki…

 

 

                Yaşamın özü bu, alışmalısın kendi yağınla kavrulmaya. Bunu kavrarsan ayak da kalırsın, yoksa sıcak suda ki sabun gibi erirde gidersin. Evet nerede kalmıştık; beni aramana çok sevindikten sonra, 15 dakika için de tekrar aradın. İnşaatın için o zamanın değerine göre veremeyeceğim para istemiştin. O güne kadar ne varsa vermiştim de, keşke hayır demeyip onu da verseydim. Yine de mümkün değildi. Bende kendi evimin planı çizmiştim ve mütahidin parayı alıp kaçması yüzünden gurbette kendi evimi kendim yapıyordum. Bunu bilemeden kısa süre öldün babacım. Sana en güzel hediyeleri alırdım, hep krallar gibi giydirirdim. O kadar çok ilaç alıyordun ki öleceksin diye ödüm kopuyordu. Senin için çok endişeleniyordum. Korkmak işe yaramadı sen ilk defa bana yakınken, mahşere dek sürecek bir uzaklığa gittin.

 

 

                 Sen sevgisine doyamadığım babam, sana yün yatak yetmezdi, kaz tüyü döşeklerde yatırken, boş halı üstünde boylu boyunca seni sabaha bekletirlerken, yanında sabahlamıştım. Ömrümce konuşamadığım içimde ne varsa hepsini anlatmıştım tek tek. Sen ise itirazsız dinlemiştin. Sabahın alaca karanlığında ancak bitirebilmiştim anlatacaklarımı. Son kutsal görevimi yapmak sana hünerimi göstermek için nakış gibi kefenini özenle dikmiştim. Oysa hiç düşünememiştim ki: kefenin cebi de olmazmış, dikişi de…

 

             Seni çok özleyeceğim ve arayacağım, senin yokluğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

 

SONUÇ: Sevgili hanımefendiler, genç hanımlar hadi babanıza gidin ve sıkıca sarılın ve öpün sevgiyle. Unutmayınız ki gün gelir el oğlu sizi terk ederde, babanız siz arayıp sormasa da mutlaka onun yüreğinde hala çocuk olarak varsınızdır.ülkü teyze
 
Bütün babaların ,babamın ve şehit düşen baba olan on iki aslanın ve şehitlerimizin mübarek babalarının da babalar gününü kutlarım.
( Babam Ve Ben başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 20.06.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu